9. Sınıf TarihTarih Dersi İçerikleri

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları – 5. Ünite (2023-2024)

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları başlıklı bu yazımızda 9. sınıf tarih ders kitabındaki 5. ünitenin içinde yer alan tüm soruların cevaplarını hazırladık. 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları 5. Ünite yazımızda aşağıdaki bölümlerde yer alan soruların cevaplarını hazırladık;

  • 5. ÜNİTE BAŞINDA: “Hazırlanalım” bölümünde yer alan soruları yanıtladık ve “Kavramlar” bölümündeki kavramları açıkladık.
  • 5. ÜNİTE İÇİNDE: “Tartışalım”, “Cevaplayalım”, “Yorumlayalım”, “Araştıralım” bölümlerindeki soruları yanıtladık.
  • 5. ÜNİTE SONUNDA: “Ölçme ve Değerlendirme” bölümündeki tüm soruları yanıtladık.

Ders: Tarih Ekibi tarafından hazırlanan 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları 5. Ünite hakkında eklemek istediklerinizi yorum bölümünü kullanarak bize iletebilirsiz.

Bu Yazının İçindeki Başlıklar:

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı 5. Ünite Cevapları

9. sınıf tarih ders kitabının beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu, beş kazanımdan oluşmaktadır. Aşağıda bu beş kazanıma yönelik soruların cevapları bulunmaktadır.

Kavramlar Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabının beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Kavramlar bölümünde yer alan 8 kavramı yanıtladık.

Cahiliye Dönemi Nedir?

Cahiliye Dönemi, İslamiyet’in gelişinin öncesindeki dönemdir. Bu tabir hak dinlerinin gerekliliklerini yerine getirmeyen Arap topluluğunu tanımlamak için kullanılmıştır. Bu dönemde kadınlar ve kız çocukları kötü muamelenin kurbanı olmuştur. Sosyal ve maddi güç sahiplerinin aynı durumda olmayan insanlara çeşitli haksızlıklar yaptığı, batıl inançların yaygın olduğu bir toplum yapısı görülmüştür.

Peygamberlik Nedir?

Peygamberlik kavramı Allah ile insanoğlu arasındaki elçiliği karşılayan kavramdır. Peygamberler Allah tarafından verilen tebliğ görevini yerine getirmek için yine Allah tarafından seçilir. Peygamberlerin amaçları dini doğru yaşayıp insanlara örnek olurken dinin gereklilik ve yasaklarını doğru bir şekilde açıklamaktır.

Hicret Nedir?

Hazreti Ebubekir’i yanına alarak Mekke’den Medine’ye göç eden Hazreti Muhammed’in bu göçü “hicret” olarak adlandırılır. Hicret sözcüğünün kökü Arapça’dan gelir ve “göç etmek” anlamını taşır. Muhammed’in hicreti 622 yılında gerçekleşmiştir. Bu hicret Müslümanlara yapılan baskılardan kaynaklanır. Hicret sonrası Muhammed Medine’de tebliğ görevini sürdürmüştür.

Medine Sözleşmesi Nedir?

Medine Sözleşmesi, Medine’de kurulan İslam Devleti’nin ilk yazılı anlaşması olarak kayda geçmiştir. İçeriği ele alındığında Medine Sözleşmesi’nin anayasa benzeri özellikler taşıdığı görülür. Sözleşme Medine’de toplumsal birliği amaçlar. Örneğin Medine’ye karşı bir saldırı gerçekleşmesi durumunda Medine’nin birlikte savunulması kararına varılmıştır. Buna ek olarak genel yargı kuralları bulunmaktadır.

Beytü’l-mal Nedir?

İslam devletlerinin devlet hazineleri Beytü’l-mal olarak isimlendirilir. Öşür ve zekat gelirleri, gayri müslimlerden elde edilen ganimetin belirli bir oranı, cizye ve haraç gibi vergiler ve daha bir çok maddi kaynak Beytü’l-mal gelirini oluşturur. Orman, maden vb. alanların kira ücretleri de Beytü’l-mal’ın bir parçasıdır.

Mevali Nedir?

Mevali kavramının kullanıldığı döneme göre taşıdığı anlamda farklılık görülmektedir. İslamiyet öncesi Cahiliye Dönemi’nde azad edilmiş köleleri tabir etmek için “mevali” kelimesi kullanışmıştır. İslamiyet’in gelişi ile beraber Arap olmayan ve İslamiyet’i kabul eden kimseler ve devletler için “mevali” kavramı kullanılmaya başlanmıştır.

Beytü’l-hikme Nedir?

Beytü’l-hikme kavramı Türkçe’ye “İrfan Kapısı” olarak tercüme edilebilir. İrfan Kapısı kütüphane ve çeviribilim merkezi olarak işlev sağlamıştır. İrfan Kapısı Arap ve Müslüman dünyasına fen bilimleri ve felsefe gibi alanlarda çeviri yoluyla çok fazla kazanımın kazandırılmasında başrol oynamıştır.

Samarra Nedir?

Samarra, mimarisi ile öne çıkmakta olan hayli büyük bir kenttir. Samarra’nın Müslümanlar tarafından kurulan en büyük şehirlerden biri olduğu bilinir. Dicle kenarında kurulmuş olup Bağdat’ın (Irak) yaklaşık olarak yetmiş mil uzağında konumlanmıştır. Zamanında yoğun bir nüfusa ev sahipliği yapmış olan Samarra, günümüzde harabe halindedir.

Hazırlanalım Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabının beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Hazırlanalım bölümünde yer alan 3 soruyu yanıtladık.

İslamiyet’in Doğduğu Yıllarda Arabistan’da ve Dünya’da Hangi Din ve İnançlar Vardı?

İslamiyet’in doğduğu yıllarda dünya üzerinde pek çok farklı din ve inanç vardı. Arabistan yarımadasında çok fazla inanç ve din olmasına rağmen toplum üzerinde en yaygın olanı putperestliktir. Putperestliğin yanı sıra İslam’ dan önce Hz. İbrahim’in de inancı olan Haniflik de yaygın bir inançtı. Haniflik tek tanrı ve peygamber inancı üzerinden İslamiyet’e benzer bir inanç türüdür. Bu sırada Avrupa’da ise skolastik düşünce ile beraber Hristiyanlık dini hâkimdi. Ayrıca Orta Asya’da ise Türklerde olduğu gibi Gök Tanrı veya Budizm inancı çoğunluktaydı.

Dört Halifenin Seçimle Göreve Gelmelerinin Siyasi Hayata Etkileri Nelerdir?

Hz. Muhammed peygamberin ölümünden sonra gelen dini liderlik sistemine Dört Halife Dönemi denir. 4 Halife Dönemi, halifeliğin Emeviler’e geçmesi ile sona ermiştir. Emevilerden önce yani 4 Halifelik Döneminde halifeler, seçim yolu ile seçilirlerdi. Bunun siyasi hayata birçok etkisi olmuştur. Bunlardan biri halifeliğin saltanat sistemine dönüşmemesidir. Bu sayede halifeliğin kişilerin çıkarları için kullanılması engellenmiştir. Buna ek olarak demokratik bir sistem oluşması da sağlanmıştır. Seçimler olduğu için kişilerin iktidar için savaşma ihtimali de ortadan kaldırılmıştır.

İslam Alimlerinin Yaptıkları Çalışmaların Avrupa Bilim Hayatına Etkileri Nelerdir?

İslam medeniyetinin birçok farklı özelliği bulunmaktadır. Bu özelliklerin bazıları çarpıcı olabilir. Çarpıcı sayılabilecek özelliklerden bir tanesi İslam medeniyetinin bir bilim medeniyeti sayılabilecek olmasıdır. Sözde durumun en temel sebeplerinden bir tanesi Hz. Muhammed’in Kuran-ı Kerim’de Müslümanları bilime teşvik etmesidir. Görülmüştür ki bu teşvik o kadar etkili olmuştur ki bilimin İslam medeniyetindeki ilerleyişi Avrupalı toplumları da bazı yönlerden etkilemiştir. Etkilenmemenin sebepleri arasında İslam medeniyetine mensup bilim adamlarının hareketleri, yapılan fetihler ve kültürel etkileşim gösterilebilir.

İslam medeniyetinde bilim adamlarının işine değer verilmesi bilim adamlarının sayısının artmasına sebebiyet vermiştir. Avrupa ülkelerinin İslam medeniyetinin gelişimini fark etmesi üzerine kendini geliştirmek isteyen Avrupalı devletler de bilim insanlarına verilen değeri arttırmıştır. Aynı zamanda İslam medeniyetinde bilim insanlarının geliştirmek amacıyla üzerinde durduğu teknoloji ve bilim Avrupa ülkeleri içinde yeni bir sayfa olmuştur. Ancak bu etkiler yalnızca kültürel ve sosyal değişimler sonucunda değil, kişisel araştırmalar sonucunda ulaşılmış olan değerler sebebiyle de oluşmuştur. Örneğin, Cabir ibn Hayyan isimli bilim insanı zamanında kimya alanında bir kapı açmıştır ve kendisi modern kimyanın kurucusu kabul edilmektedir. Farabi, Batı dünyası tarafından da saygı gören bir isimdir ve mantık bilimine büyük katkıları olmuştur. Aynı zamanda felsefe üzerinde çalışmalar yürütmüştür, Leibniz ile Kant’a bu konuda öncülük eden isim olmuştur. Bahsi geçen bu iki isim Batı dünyasında değer gören iki başarılı insandır.

Başka bir isim olan İbn-i Sina da Farabi ile benzer şekilde Batı dünyasınca saygı gören bir isimdir. İbn-i Sina birçok alanda çalışmalar yürütmüştür. Kendi tasarımı olan azimut halkası sonrasında teleskoplarda uzaklık ölçümünün yapılabilmesi için kullanılmıştır. Kendisinin yazmış olduğu “el-Kanun fît-Tıb” kitabı hâlâ birçok ülkede ders kitabı olarak okutulmaya devam etmektedir. Daha sonra şeker hastalığını tespit etmeyi başaran İbn-i Sina, nabız inceleme yöntemiyle damar ve kalp hastalıklarını belirlemiştir. Aynı zamanda psikolojik tedavinin müzik ile yapılabileceği kanısına sahipti ve bu kanı Batı’da bir kısım projelerin geliştirilmesinde önemli yere sahip oldu. Yapmış olduğu bütün buluşlar Batı’da geliştirilmiş ve eğitim amacıyla kullanılarak birçok diğer başarıya önayak olmuştur. Bütün bu durumu özetlemek gerekirse İslam medeniyetinde bilim hızla gelişti ve bu durum hem yapı bakımından hem de kişilerin fikirleri bakımından Batı’yı büyük ölçüde etkiledi.

Konu İçindeki Sorular

9. sınıf tarih dersinin beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin konu başlıkları altında yer alan tüm soruları yanıtladık.

İslamiyet Öncesi Döneme Cahiliye Dönemi Denmesinin Sebepleri Neler Olabilir?

Arapların yaşamış olduğu bölgelerde iki farklı dönem oluşmuştur. Bu dönemlerden ilki Cahiliye Dönemi, ikincisi ise İslam Sonrası Dönemdir. Sorumuzun cevabını alabilmek için bizim Cahiliye Dönemini incelememiz gerekmektedir. Cahiliye Dönemi ya da diğer bilinen ismiyle İslam Öncesi Dönem süresince Arap halkının sosyal, ekonomik ve diğer birtakım yönler bakımından cahiliyet yaşadığı bir dönemdir. Bu dönemin Cahiliyet Dönemi olarak anılmasının sebeplerinden biri halkın azımsanamayacak bir kısmının zamanında diğer ülkeleri aksine göçebe yaşam tarzını benimsemiş olması olabilir. Bu göçebe kısmın yağmacılık ve avcılık gibi eylemler temelinde yaşamlarını sürdürdüğü bilinmektedir.

Aynı şekilde bu tür bir yaşam stilini bir kabile lideri tarafından yönetilerek benimsemişlerdir. Bilinmelidir ki hiyerarşik sistem yalnızca göçebe yaşam tarzını benimseyen insanlar tarafından değil, aynı zamanda bütün ülke genelinde görülmektedir. Bu hiyerarşi kadın, erkek ve çocuk olup alınıp satılabilen, çalıştırılabilen ve miras bırakılabilen insanları köleler; kabilelerin kilit taşları olan ve bütün haklara sahip olan hürler ve azat edilmiş köleleri kapsayan mevaliler klasmanlarına ayrılmaktadır. Aynı zamanda bir erkek yüksek sayıda kadınla birlikte olabilir ve kadınların böyle bir hakkı bulunmamasına rağmen onları rahatlıkla boşayabilirdi. Kadınlar yalnızca çocukları olduktan sonra ailenin bir parçası olarak kabul edilirdi. Bu durum aile yapısının tanımlamalara bağlı kalarak cahilce olarak tanımlanabilecek olduğunu göstermektedir. Kadınlar haklarının çoğundan yoksundu ve mirastan da pay alamazlardı. Kendi inançlarının belirttiğinin aksine haram sayılan aylarda da savaşlar yapmışlardır.

Aynı zamanda Arap Yarımadası olarak bilinen bölgede siyasi bir birlikten bahsetmek söz konusu değildi. Arap halkından oluşan kabilelerde sık bir şekilde sert ve kanlı geçebilen kan davaları bulunmaktaydı. İntikam duygusunun insanı kontrol etmesini engelleyen akli mekanizmanın devre dışı bırakılmak amacıyla kutsal görevler esaslarının kullanılması neden Cehalet Dönemi olarak adlandırıldığı ile ilgili sebeplerden biridir. Halk birleşerek merkezi bir toplum oluşturmayı başaramamışlardır. Halkın dini inançları putlar üzerineydi. Bütün bu durumların üzerinden bir özet geçmek gerekirse İslam Öncesi Dönemde ortada bedevilik yapan insanların bulunması, medeniyet bakımından geri kalınmış olması, bilgisizliğin ve kötü tutumlar sayılabilecek tutumların yaygın olması İslam Öncesi Dönemin, Cahiliye Dönemi olarak anılmasında rol oynamıştır.

Arabistan’daki Kabilecilik Anlayışının Toplum Hayatına Etkileri Nelerdir?

Kabilecilik, İslamiyet öncesi Cahiliye Dönemi içerisinde Arabistan’da hâkimiyetini sürdürmüş bir anlayış biçimidir. İnsanları ayrı ayrı kabilelere böldüğü için kabileler arasında savaş çıkma riskini arttırmıştır. Bu savaşlara “Ficar Savaşları” denirdi. O dönem Arabistan toplumunun genel yapısına baktığımızda kız çocukları daha arka plandayken kabile liderlerinin kız çocukları daha değerli görülürmüş. Bu nedenle toplum içerisinde kadınların belli bir nebze de olsa yer almasını sağlamıştır. Merkezi bir otorite olmamasından dolayı sürekli olarak kargaşa ortamı hâkimdir. Arabistan’da bir birlik sağlanamamış ve dışarıdan gelen saldırılara daha açık bir hale gelmiştir. Belirli bir devlet kurulamamıştır.

Hz. Muhammed’in Hilfu’l-Fudul Antlaşması’na Katılmasının Sebepleri Neler Olabilir?

İslam dininin kabul ettiği önemli kurallar biri adaletin güçlüyede güçsüzede aynı ve eşit davranmasıdır. İslam dininin bir başka önemli kuralı ise yalan söylemenin ve dolandırıcılığın yasak olmasıdır. Cahiliye dönemlerinde Mekke ve yakınlarında mala gasp ve dolandırıcılık çok yaygın ve bu yaygınlığından dolayı normalleştirilmiştir. Bu durum islam dininin asla kabul edemeyeceği bir durumdur. Fakat bölgede çoğunluk müslüman olmadığından bunun bir anlamı yoktur. Fakat müslüman olan Hz. Muhammed peygamberimiz için bu bölgede yaşanan bu olaylar gözardı edilemez kadar önemliydi. Normalde halk dahi böyle bir durumun yaşanmasına izin vermezdi.

Bu durum ilk olarak Ficar savaşlarından sonra başlamıştır. Ficar savaşlarından sonra güçlünün üstün olduğu bir anarşi ortamında güçsüzlerin hiçbir can veya mal güvenliği kalmamıştı. Yıllar geçtikçe de yaşanan zulümlerle bu durum normalleşmeye başladı. 580’li yıllardan beri devam eden bu durumun önlenmesi için Hilfü’l-Fudul kurulmuştur. Türkçe adıyla Erdemliler İttifakı. Hz. Muhammed peygamberimizinde dahil olduğu bu ittifak, olaylar yaşanmaya başladıktan kayda değer bir süre sonra kurulmuştur. Bu kurumun kuruluşunun bu kadar gecikmesinin temel sebebi kimsenin isyanını duyuramaması, veya bu duruma isyan edecek kadar cesaretli olmamasıdır. Fakat Erdemliler İttifakının kuruluşunu tetikleyen asıl durum Yemen bölgesinden gelen bir tüccarın isyanıdır.

Yemen bölgesinden gelen bu tüccar Mekke’nin ileri gelenlerinden yada başka bir tabirle güçlülerinden birine mallarını satmıştır. Fakat Mekkeli alıcı parayı ödemeyi kabul etmemiş ve Yemenli tüccar dolandırılmış olarak ortada kalmıştır. Mekkeli olmadığı içinde kimse ona bu durumda yardımda bulunmamıştır. Yapacak başka bir seçeneği olmayan Yemenli tüccar kendini çok yüksek bir tepe olan Ebu Kubeys tepesine atmıştır ve yaşadığı sıkıntıyı bağırarak diğer insanlara anlatmıştır. Bu sırada orada olan insanlar konuşmadan çok etkilenip bir daha böyle bir olay yaşanmaması için bu durumun önüne geçmek istemişlerdir. Ve Yemenli tüccar gibi zayıfları ve dolandırılanları Mekkeli olmasalar bile korumak için Erdemliler İttifakını yani Hilfü’l-Fudul’u kurmuşlardır. Hz Muhammed peygamberimizde bu ittifaka bizzat katılmıştır.

Hz Muhammed peygamberimiz her ne kadar o zamanlar müslümanlıkla tanışmamış da olsa içindeki adalet ve eşitlik duygusu onu bu ittifaka katılmaya itmiştir. Daha sonraki gençlik yıllarında bir müslüman olarak kendi tabiriyle ‘O antlaşmaya katılışımı bir sürü kızıl deveye değişmem..’ diye anlatmıştır. Peygamberimizinde aslında bu anlaşmaya ve ittifaka neden bu kadar değer ve önem verdiğini anlamasıda aslında basittir. Daha öncede belirttiğim adaletin eşitsizliği ve gasp, dolayısıylada dolandırıcılık ve insanlarda düzey ayrımı islama kesinlikle aykırıdır. İslamda herkes eşittir. Günlük hayatında da islamın yasalarını aktif olarak uygulayan Hz. Muhammed peygamberimiz içinde bu duruma sessiz kalamaması ve destek olmak istemesi çok normaldir. Kendisi için olan öneminide yukarıda verdiğim alıntıda çok belli olarak arz etmiştir.

İslam Dini, Arabistan’daki Cahiliye Dönemi Uygulamalarından Hangilerine Karşı Çıkmış Olabilir?

İslam dünyasında Cahiliye Dönemi Arap toplumlara islam gelmeden önceki zamanı anlatan dönemdir. Cahiliye Dönemin’de islamın yasakladığı birçok kötü şey günlük hayat içinde çok yaygın olarak yapılmaktaydı. Kadına kötü muamele, gasp, içki, faiz, zina… Günlük hayat içinde bu gibi durumların bol bol yaşanması beraberinde kaos dolu ve kimsenin kimseye güvenemediği bir hayatıda beraberinde getirmiştir. Halkın içinde yaşanan bu olaylar güçlünün güçsüzü ezdiği bir sistemide beraberinde getirmiştir. Fakat islam ilk ortaya çıktığında Cahiliye Dönemin’de Mekkenin önde gelenleri islamı kabul etmeyi reddetmişlerdir.

Çünkü islam onların günlük hayatlarında bol bol uyguladıkları kötülükleri yasaklayıp şiddetle karşı çıkıyor, ve onların en büyük kazanç kaynaklarından biri olan haksız kazancında önüne geçiyordu. Bu nedenle islam o dönemde Mekkeli ileri gelenlerin hiç işine gelmiyordu. Bu nedenle islamın yayılması durdurulmak istendi. Önce alaylar edildi, sonradan da müslümanlara şiddet ve zulüm uygulandı. Müslümanlar ise karşılık vermek yerine geri çekildiler ve güvenli yerlere hicret ettiler. Bir kısımsa her şeye rağmen islamı yaymak için Mekkede kaldı. Bir süre sonra yaşanan olaylarla birlikte Mekkenin önde gelenleri her ne kadar önlemeye çalışmış olsalarda islam Mekke içinde ciddi bir hızla yayılmaya başladı. İslamın yayılmasıyla şehir içinde günlük olarak yaşanan birçok suç yaşanmamaya başlıyor ve normallikten çıkıyordu.

Cahiliye Dönemin’de normalleştirilmiş olan gasp ve faiz gibi yasadışı işlerle para kazananlar islamın yayılmasıyla kötü adam gibi gözükmeye başladılar ve gelir kaynaklarını kaybettiler. İslamın gelişiyle günlük hayattada birçok şey değişti. Müslümanların artışıyla birlikte Mekkedeki müslümanlar yasadışı iş yapan kişilere karşı çıkmaya başlamışlardır. Fakat yasadışı işleri yapanlarsa kazanacakları kârdan da vazgeçmek istememişlerdir. Bu duruma kağıt üzerinde Medine Sözleşmesinde son verildi. Medine Sözleşmesi o dönemde herkese can ve mal güvenliği ve düşünce özgürlüğü gibi birçok önemli şey sağlıyordu.

Aynı şekilde hile, gasp ve vefasızlıkta yasaklanmıştı. Medine Sözleşmesinin temeli doğruluk, iyilik, dürüstlük, adalet, yardımlaşma, istişare vb… gibi hareketlerin günlük hayatta ve yargıda temelleştirilmesini sağlamıştır. Aynı şekilde cinayet ve bozgunculuk gibi yaşadığımız dönemde de yasadışı olan işler yasaklanmıştır. Her ne kadar Medine Sözleşmesi Medinede yahudilerle müslümanların arasında barışı sağlamak için yapıldıysada kuralları ve halkın davranış biçimi Medineden Mekke’ye de geçmişti. Yapılan bütün bu değişiklikler Arap halklarının yaşam düzenini ve günlük hayatlarını büyük ölçüde değiştirmiş ve düzene sokmuştur. Ve kaos ortamını yok edip hem güçlüye hem güçsüze yani bütün halka barış ve mutluluk getirmiştir.

Medine Sözleşmesi’nin İmzalanmasının Sebepleri Nelerdir?

Müslümanlar Medine’ye ilk geldiklerinde orada bir tek onlar yaşamıyorlardı. Çoğunluğu yahudiler olmak üzere başka dinlere ve inançlara mensup insanlarda vardı. Farklı din grupları arasında Mekkedeki kadar büyük sıkıntılar çıkmasada sık sık problemler yaşanıyordu. Farklı inançlara ve dinlere mensup bu kişilerin arasında yaşanan problemler ise kolay kolay çözülemiyordu çünkü her inancın kendine özgü bir yargı ve suç anlayışı vardı. Örnek vermek gerekirse birine göre suç olan öbürüne değil, birine cezası idam olansa öbürüne göre sürgündü, vb… Bunun gibi sıkıntılar ve dinine çok bağlı insanların başkalarını kendi dinlerine zorla sokmaya çalışması gibi başka problemlerde halk içinde sık sık yaşanıyordu. Her iki dininde önde gelenleri şehrin barışını koruyabilmek için bir ortak nokta bulmakta zorlanıyorlardı.

Bu yaşananlara ortak bir çözüm bulunmaya çalışırken yaşanan olaylarsa her geçen gün artıyordu. Kocaman bir şehir insanı birbirinin fikirlerine, özel hayatına ve haklarına saygılı olmayı ikna etmek kolay değildi. Ayrıca yahudiler ve müslümanlar kadar çok olmasalarda paganlarda Medine halkının kayda değer bir kısmını oluşturuyorlardı. Her dinin ve inancın önde gelenleri bu sorunu en kısa zamanda çözmek için kendince bir çözüm arıyordu fakat bir türlü orta yol bulunamıyordu. Şiddet, taciz, adaletsizlik gibi sorunların sık sık yaşanması artık dayanılmaz hale gelmişti. Bunun dışında sadece sivil halk değil şehrin büyük kabileleri arasında da kavgalar çıkmaya başlamıştı. Bu tip kavgalar 2 veya 3 kişi arasında değilde çok büyük gruplar arasında kanlı kavgalar halini almaya başlamıştı.

Artık acil bir çözüm bulmak zorunluydu. Uzun süredir Hz. Muhammed peygamberimizde bu konuya kafa yoruyordu. Ve sonra büyük kabilelerden olan Evs ve Hazrec kabileleri arasında çok büyük kavgalar yaşanmaya başladı. Kavgalar o kadar büyüyordu ki savaş denebilecek hale geliyorlardı. 2 tarafta acilen bunu durdurmaları gerektiğini biliyorlardı. Ve öncelikle bu iki kabile arasındaki savaşı durdurmak, ayrıca şehirde uzun süredir aranan genel huzuruda sağlamak için Medine Sözleşmesi yapıldı. Medine Sözleşmesi‘nde amaç müslüman, yahudi ve pagan halkın hepsini tek bir çatı altında toplamak ve ortak bir yargı sistemi oluşturup yaşanan suçların ve haksızlıkların önlenmesini sağlamaktı. Birkaç küçük sıkıntı haricinde her tarafın sözleşmeyi günlük hayatta güzelce uygulamasıyla uzun süredir süren bu kaos son bulmuş oldu.

Bedir Savaşı Sonrasında Esirlerin Müslümanlara Okuma-Yazma Öğretmeleri Karşılığında Serbest Bırakılmasının Sebebi Ne Olabilir?

Bedir Savaşı 624 yılında Müslümanlar ile Mekkeli gayrimüslimler arasında gerçekleşmiş olan ilk ciddi savaştır. Bu savaş sonrasında galip gelen taraf Hz. Muhammed’in önderliğindeki Müslüman ordusu olmuştur. Mağlup olan Mekkeli müşrikler esir düşmüşlerdir. Bu Mekkeli esirlerin çok büyük bir kısmı okuma-yazma bilen kişilerdir. Müslümanlar; bu esirleri, diğer Müslümanlara okuma-yazma öğrettikleri takdirde serbest bırakacaklarını ifade etmişlerdir. Bu okuma-yazma karşılığı esirleri serbest bırakma fikri, Müslüman ordusunun başındaki Hz. Muhammed’ in eğitime verdiği önemi gösterir. Ayrıca bu sayede esirlere zarar verilmezken Müslüman halkın okuma-yazma öğrenmesi sağlanmıştır. Bu sayede okuma-yazma öğrenen halk, yaratıcıları tarafından Hz. Muhammed aracılığı ile onlara gönderilen kitabı (Kur’an-ı Kerim) daha doğru anlayıp yorumladıktan sonra günlük hayatlarında faaliyete geçirmeye başlamıştır.

Müslümanların Uhud Savaşı’nda Galip Gelememesinin Nedenleri Nelerdir?

Hz. Muhammed, Uhud Dağı’nın konumuna göre bir savaş stratejisi geliştirmişti, bu stratejide müşriklerin sayısı ve gücü gibi bir çok şey dikkate alınarak yapılmıştı. Uhud Dağı ordunun sırtını yasladığı bir dağ idi. Hz Muhammed bu stratejiye göre, Ayneyn Tepesine ise 50 kişilik bir okçu grup yerleştirdi. Bu okçuları yerleştirirken kafasındaki düşünce ise bu okçuların Uhud ve Ayneyn arasındaki vadiden gelebilecek düşman gücüne karşı odayı korumalarını istemesiydi.

Savaş tüm hızıyla devam ederken okçular Hz. Muhammed’in stratejisi sayesinde Müslüman ordusunu tüm gücüyle korumakta idi. Allah Resulü özellikle okçuların kendisinden emir almadan asla yerlerini terk etmemelerini tembih etmişti. Şiddetli savaşın sonunda Müslüman ordusu kazanarak toparlanma hazırlığı içerisine girmekteydi. Savaş ganimetleri toplanmaya başlamıştı.

Okçuların başında olan Abdullah arkadaşlarını uyarmasına karşılık okçu birliğin çoğunluğu da savaş ganimeti toplamaya katıldı. Ayneyn tepesinde sadece Abdullah ve 7 kişi kalmıştı. Bunu gören müşrikler bir fırsat ele geçirdiklerini fark ettmeleri ile Ayneyn tepesinden tekrar saldırmaya başladılar. Birçok ibretlik hikâye barındıran Uhud Savaşı’nın en can alıcı noktası ise burası olmaktadır. İki ateş arasında kalan Müslüman ordusu Uhud Savaşı’nda büyük bir yenilgi almış oldu.

Peygamber Efendimizden emir almadan yerini terk eden okçular ise savaşın kaybedilmesine neden olmuştur. Emre itaat etmek yerine dünya malına savaş ganimetlerine düşmek ise mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Bundan dolayı, hem mağlubiyet hem de çok sayıda şehit verilmesinin sebebi okçuların emre itaat etmemeleridir.

Savaş sonucunda Hz Hamza ile birlikte 70 Müslüman şehit olmuştur. Bu şehitler arasında savaşa girmeden hemen önce Müslüman olan sahabe de bulunmaktadır. Uhud Savaşı şehitleri arasında Musab bin umeyr de bulunmaktadır. Uhud Savaşı’nın sancaktarı ve yiğit savaşçısı olarak şahadeti karşılamıştır. Hz. Hamza’nın şahadeti büyük üzüntü ve matem havası oluşturmuştur.

Müslümanların içerisinde bulunan ikiyüzlü münafıkların ortaya çıkması savaşın kaybedilmesinde etkili olmuştur. Savaş başlamadan önce savaşa gitmekten vazgeçen münafıkları tanıyarak onlara karşı daha temkinli olmayı öğretmişlerdir. Bu durum Müslüman ordusunun daha güçlü ve daha olan dolu bir mücadele vermesinde etkili olmuştur.

Hz. Muhammed Dönemi’nde İslam Devleti’nin Sınırları Nerelere Ulaşmıştır?

Hz. Muhammed dönemi, Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere 2 başlığa ayrılır. Mekke Dönemi; Hz. Muhammed’e ilk vahyin inmesinden Medine’ye Hicret edilmesine kadar olan olayları kapsar. Hz. Muhammed’e ilk vahyin gelmesinden sonra Mekke’deki Müslüman insanların sayısı artmıştır. Bu nedenle Mekke’deki diğer inanç sahipleri Hz. Muhammed’e karşı türlü hareketler halinde olmuştur. Ardından Hz. Muhammed Mekke’de İslam dinini yayamayacağının farkına varıp yanındaki Müslümanlar ile beraber Medine’ye hicreti başlatmıştır. Medine dönemi ile beraber bu İslam dinini yayma hareketi devletleşmeye yol açmıştır. Bu sayede İslam Devleti ortaya çıkmıştır. Devletleşme ile birlikte fetihler gerçekleştirilmiş ve İslam dini yayılmaya başlamıştır. Bu fetihler ile beraber kurulan İslam Devleti’nin sınırları Hz. Muhammed döneminde; doğuda Horasan, batıda Trablusgarp ve kuzeyde Kafkasya’ya kadar uzanmaktaydı.

Emanetlerin Ehline Verilmemesinin Ortaya Çıkarabileceği Sorunlar Neler Olabilir?

Ehil; bir işi en iyi şekilde, layığıyla yapabilecek düzeyde olan ve bu kabiliyete, yeteneğe sahip olan kimselere verilen isimdir. Bu nedenle emanetleri de ehline vermek oldukça önemlidir. Metinde geçen Kâbe’nin anahtarlarının da ehline verilmesi gerekir çünkü bu iş ehline verilmezse toplumsal huzursuzluklara yol açar. Görev layığı ile yapılmadığı için toplum içerisinde çatışmaya ve kavgaya yol açar. Bunun yanı sıra çalışma düzgün olmayacağı için sosyal hayatta aksamaların gerçekleşmesine sebebiyet verecektir.

Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde Değindiği Konularla İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde Yer Alan Maddeleri Karşılaştırınız.

Veda hutbesinden kısaca bahsetmek gerekirse; Veda Hutbesi, Hz. Muhammet’in son kez verdiği hutbedir. Bu hutbeye veda hutbesi denilmesinin başka bir sebebi ise bu hutbenin Hz. Muhammet’in artık öleceğini söyleyen hutbedir, bu yüzden “Veda Hutbesi” denmiştir. Veda Hutbe ’sinin ilkeleri ise sırasıyla şunlardır,

  • Bütün insanlar eşittir.
  • İnsanın malları ve canları dokunulmazdır.
  • Faiz kaldırıldı.
  • Kan davası kaldırıldı.
  • Kadın hakları korunacak.
  • Müslümanı Müslümanın kardeşidir.
  • Bir Müslümanın malı rızası olmadan alınmaz.
  • Herkes ancak kendi yaptığı suçtan sorumludur.
  • Miras İslam’a uygun olarak dağıtılacaktır.
  • Ödünç alınan şeyler geri verilmeli.
  • Zina yasak.
  • Borçlar ödenecek.
  • Emanet sahibine verilmedir.

Şimdi de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne bakalım, aslında genel olarak düşündüğümüz zaman yukarıdaki İslam dinine özgü olan şeyler dışındaki her şey buraya girebilir fakat birkaç tane tamamen bu maddelerden bazılarına giriyor. Bunlar;

  • Bütün insanların eşit olması.
  • İnsanların mallarının ve canlarının korunması.
  • Suç şahsiliği.
  • Kadın haklarının korunması.

gibi ilkeleri ile bağdaştırabiliriz çünkü bütün dinlerde temel olarak istenen belirli kavramlar vardır. Bunlara, eşitlik, hak yememek, yalan söylememek, şiddet kullanmamak gibi kavramlardır ve iyi bir insanın az çok tanımını yapan kelimelerdir. İslam dininin içinde bulunan şeyler de bu yüzden insan haklarında bulunan şeylere çok benzer. Sadece İslam dini farklı bir din olduğu için kendine özgü şeyleri vardır ve veda hutbesinde de bunlara da yer verilmiştir. Zaten İslam dini de dahil olmak üzere bütün dinlerde “iyi” bir insan olmak için yapılması gereken şeyler neredeyse aynıdır. Hepsinde hak yememek, yalan söylememek, yani iyi insan olmak vardır aslında. Dinlere bakıldığında da bunların yanında dinlere özgü gereklilikler gelmiştir fakat ateist bir insan içinde Müslüman veya Hristiyan biri içinde iyi bir insanın tanımı bunlardan oluşur. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile dine, dile, ırka, ten rengine bakılmaksızın bütün insanları kapsadığı için Müslümanlıkta bulunan iyi bir insan olmak için gereken temel bilgiler orada da vardır.

Dört Halife Dönemi’nin “Cumhuriyet Dönemi” Olarak Nitelendirilmesinin Gerekçeleri Neler Olabilir?

Öncelikle biraz Dört Halife Dönemi’nden bahsedelim. Dört Halife Dönemi, Hz. Muhammet’in İslam’ı yaymaya çabaladığı dönemlerde Hz. Muhammet aynı zamanda da Müslüman olan kişilerin hayatlarını ve işlerini de düzene koymayı denemiştir. İslam devletinde bulunan ordu işlerinde de ilgileniyordu ve Hz. Muhammet’in ölmesi İslam Dünya’sını her yönden sarsmıştır. Bu yüzden Hz. Muhammet’in ölümünden sonra İslam Devleti’ne bir nevi kimin yöneteceğine karar verilmesi gerekiyordu. Bu yüzden de İslam Dünyasında bir seçim meydana geldi ve kararı Müslümanlara bırakıldı. Seçimin Müslümanlara bırakılması ise tamamıyla zorunluluktan olan bir şeydi.

Hz. Muhammet öldükten sonra bu Devletin yani başka bir deyişle “tahtın” kime kalacağını kimse bilmediği için seçim yapmak zorunda kalınmıştı. Yoksa seçim yapmak gibi bir seçenek hiç gündemde olmamıştı. Cumhuriyet kavramının tanımına gelirsek ise kısaca halkın kendi kendini yönetmesidir. Yani halkın kendi yöneticisini seçip egemen olmasına denir. Bu durumda ise halk kendisini kimin yöneteceğini seçtiği ve ilk kez seçim gibi bir olay ile karşılaşıldığı için “Cumhuriyet Dönemi” denmiştir. Cumhuriyet Dönemi denmesi aslında her açıdan bakılınca da mantıklı çünkü o döneme göre bu seçim denen olay yeteri kadar büyük bir yeniliktir. Sürekli toplumun alt katmanlarının ezildiği bir toplumda her ne kadar zorunluluktan dolayı bile olsa seçim yapılması aslında toplumun ileriye dönük bir toplum olduğunu da açıkça gösteriyor.

Ayrıca her ne kadar zorunluluktan yapılsa bile o dönemde bunun için çeşitli çözümler yapılabilirdi fakat bunun yerine seçme yapıldı bu da yukarıda dediğim gibi ileriye dönük bir toplum olduğunu kanıtlar çünkü yeni şeyleri deneyen ve yeni olayları yaşamaya hazır olan toplumlar yeniliğe hazırlardır ve gelişmek isterler. Seçme de büyük bir yenilik olduğu için  toplumun daha bilinçli olduğunu söyleyebiliriz.

İslamiyet’in Kısa Sürede Geniş Alanlara Yayılmasının Nedenleri Nelerdir?

İslamiyet, genel olarak bakıldığında daha anlayışlı ve daha mantıklı bir dindir. Zaten İslamiyet’in hoşgörü dini olduğunu da biliyoruz. Bunun dışında islamın baskıcı olmaması tabiiki de insanların bu dine daha sıcak bakmasına yardımcı olmuştur. Bunlar dışında ise islamın insanlara duyurulduğu zamanları göze alırsak insanlar için tek tanrılı dine geçmek daha zorlayıcı olmuştur fakat zaman geçtikçe insanların bakış açıları değişmiş ve inanmaya başlamışlardır. Ayrıca islamda bulunan adalet, hoşgörü ve eşitlik gibi kavramlar toplumun belli bir kesimine etki büyük bir ölçüde etki etmiştir çünkü o zamanki topluma bakarsak kadınlara ve çocuklara yönelik bir şiddet vardır, ayrıca o zamanlarda “kölelik” gibi bir kavram olduğu için “siyahi” insanlara, eşitlik çok güzel gelmiştir.

O dönemdeki putperestlik inancı üzerinden yapılan zulmü de düşünecek olursak insanlara kendi yaptıkları bir şeye tapmaktansa onları yapan şeye tapmaları daha mantıklı gelmiş olabilir. Ayrıca başka yerlere bakacak olursakta Hz. Osman döneminde yapılan seferler yüzünden de İslam çoğu ülke de hızla yayılmış ve kabul görmüştür. Hz. Osman, 644 yılında İranlı bir köle tarafından öldürülen Hz. Ömer yerine halife olarak geçmiştir. Hz. Osman’ın halife olmasından sonra ise Hz. Osman ile Horasan, Azerbaycan gibi ülkeler fethedilmiş ve bunun sayesinde İslam, Gürcistan ve Dağıstan’a kadar genişledi. Bunlardan sonra ise yine Hz. Osman bu seferde Kuzey Afrika’ya baskın yaparak Tunus’u ele geçirmiştir. Tunus’un ele geçirilmesinden sonra ise Berberiler arasında İslam büyük bir ilgi görmüştür.

Bunun sebebi ise Berberiler ’inde Kuzey Afrika’da yaşıyor olmasıdır. Fakat bunlardan sonra maalesef ki İslam devleti arasında parçalanmalar baş göstermeye başlamış neredeyse çünkü Hz. Osman öldükten sonra belirli bir süre boyu halife seçilmediği için iç karmaşıklıklar başlamıştır ve bu sebeplerden dolayı ise Hz. Ali halife seçilmiştir fakat Hz. Osman öldükten sonra yaşanılan iç karmaşıklıklar, Hz. Ali halife seçildikten sonra bile bir süre devam ettiği için o dönemde çok fazla fethetme yaşanmamıştır. Bunlardan sonra İslam daha yaygın hale getirmek için ise daha kültürel aktiviteler yapılmaya başlamıştır. Bu aktivitelerin başında ise Kur’an-ı Kerim’i iki kapak arasında bir hale getirmek yani Kur’an-ı Kerim’i kitap haline getirmek geliyor. Kur’an-ı Kerim’in kitap haline getirilmesi ise günümüze kadar bozulmadan ve doğru bir şekilde gelmesini sağlamıştır.

Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar bozulmadan gelmesi dinin bozulmamasında önemli rol oynamıştır. Yıllar geçtikçe yeni jenerasyonlar dünyaya geliyor ve eğer Kur’an-ı Kerim gibi yazılı bir kaynak değil de sadece kulaktan dolma bilgilerle din yayılsaydı ortada aslında din diye bir şey kalmazdı. Çünkü herkes bir üstünden duyduğunu yarım unutarak veya kafasına estiği gibi değiştirerek anlatacaktı ve bu da dinin bozulmasına sebep olurdu. Dinin bu şekilde bozulmadan ve yazılı bir kaynakla beraber gelmesi de insanların içinde ki güven duygusunu artırmış olabilir çünkü ortada doğruluğu kanıtlanabilir kaynaklar olduğu için insanların buna yanlış demesi veya uydurma demesi için bir sebep bulunmaz, bu yüzden de bu dinin tamamıyla gerçek ve güvenilir olması da insanların İslam dinine girmesi için bir sebep olmuş olabilir.

Dört Halife Dönemi’nde Siyasi Alanlarda Hangi Gelişmeler Yaşanmıştır?

Dört Halife Döneminde yapılan şeyler biraz daha ülkeyi ve toplumu genişletmek ve kültürü yaymak adına yapılmıştır, buna örnek olarak verilen kararlardan şunu söyleyebiliriz; “Dört Halife Dönemi’nde, Müslümanlar için stratejik ve mantıksal önemi bulunan, kültür ve medeniyeti ile İslam toplumuna yararlar sağlayacağı düşünülen ülkeler ve bölgelerin fetihleri amaçlanmıştır.” Bu cümleden çok rahatlıkla İslam Devleti’nin kendini geliştirmek ve büyütmek istediğini ve bunu yaparken de kendi çıkarına olacak yerleri fethederek yapmayı düşündüğünü anlayabiliriz. Aslında bakıldığında gayet mantıklı da bir karar çünkü tastamam doğru olduğu düşünülen bir dini hem bu şekilde kolayca yayabilirler hem de bu sayede toprak kazanıp daha güçlü bir devlet haline gelebileceklerdi.

Bunun yanı sıra hem İslam’ı yaymaya çalışırken hem de İslam’ı sevmeyen ve kötüleyen toplumu da yok etmeye çalışıyordu. Yani İslam’ı desteklemeyip İslamın yolunda bir bağ olan her şeyi söküp atmak istiyordu devletini büyütebilmek için. Bu yüzden de tehdit oluşturan bölgelere asker birlikleri yollamış ve o bölgeleri kontrol altına almaya çalışmıştır İslam Devleti. Bu bölgelerin bir kısmı barışçıl bir şekilde İslam’ı kabul etmiş ve oralar feth edilmiştir. Fakat bazı bölgeler de sorun yaşanmıştır. Bu sorun biraz kaba kuvvet kullanılarak yani savaşılarak feth edilmişti. Bu feth edilen yerlerden sonra ise İslam Devleti bu bölgelere bir hak tanımış ve onları İslam’a zorlamamıştır. Aksine din konusunda serbest bırakmış ve baskıcı politika izlemekten vazgeçmiştir. İslam devletinin yaptığı bu davranış sonrası -hoşgörü politikası, istediği dine inanma hakkı- çoğu bölgede Müslüman hakimiyeti kalkmasına rağmen insanlar bu hoşgörüden dolayı bu dinden vazgeçmemiştir. Eski dinlerine geri dönmemişlerdir.

Hz. Ali’nin, İslam Devleti’nin Merkezini Medine’den Kufe’ye Taşımasının Nedenleri Nelerdir?

Peygamber (a.s) ölümünden sonra dört halife dönemi başlamıştır ve Hz. Ali’nin bu 4 halife döneminin son halifesi olarak son halife döneminde İslam devletinin merkezinin Medine’den Kûfe’ye taşıma kararı alarak İslam devletinin merkezini Medine’den Kûfe’ye taşımıştır. Hz. Ali İslam Devleti’nin merkezini Medine’den Kûfe’ye taşımasının nedenleri vardı. peki ya Hz. Ali’nin islam devletinin merkezinin Medine’den Kûfe’ye taşınmasının nedenleri nelerdir. Hz. Ali İslam Devleti’nin merkezini Medine’den Kûfe’ye taşımasının nedenlerinin genel kapsamı olarak Hz. Ali için daha elverişli olmasıydı. Peki İslam Devleti’nin yeni merkezi Kûfe neden İslam Devleti’nin eski merkezinden daha elverişli olarak görülmektedir.

Bunlara örnek olarak toprak verimliliği, stratejik konumu, Hz. Ali taraftarlarının fazlalığı, ordu konuşulanma yeri ve buna benzer örnekler verebiliriz. Bunun yanında Kûfe’nin konumunun Medine ye göre daha iyi ve kullanışlı olmasının nedenlerine ticari merkezlerin yakın olması, sosyal ve kültürel ihtiyaçlara cevap vermesi, saldırılara Medine ye göre daha korunaklı olması gibi nedenleri de örnek olarak gösterebiliriz.

Hz. Ali’nin taraftarlarının Kûfe de Medine’ye göre daha fazla olmasının Hz. Ali’ye faydaları nelerdir sorusuna Hz. Ali taraftarlarının daha fazla olduğu yere yani Kûfe ye geçince ona karşı gerçekleşecek olan ayaklanmalara daha az maruz kalacaktır ve İslam devletinin merkezinde daha az sorun çıkacaktır cevabını verebiliriz.

Peki bunlar Hz. Ali için neden önemli Hz. Ali İslam Devleti’nin halifesi yani lideri olduğu için halifesi yani lideri olduğu İslam dinini korumak istemiştir ve İslam Devleti’nin merkezini Medine’den Kûfe’ye taşımaya gerek duymuştur. Zaten halifenin görevi korumak sorunları gidermek ve bunun gibi görevlerdir bu görevlerin en az olduğu yere geçerse uğraşacağı derdi azalacak başka sorunlarla ilgilenmeye daha çok zaman olacak, en azından İslam Devleti’nin yeni merkezi Kûfe’ye taraftar çoğunluğu nedeniyle merkezde huzur sağlanacaktı diye biliriz. Huzur sağlanması sadece Hz. alinin iyiliğine değil merkezde yaşayan (eskiden Medine şu an Kûfe de yaşayan) insanların da huzur bulması için yapılmış olan bir faaliyet olduğu için toplum içi huzuru daha elverişli olmada birinci sıraya koyabiliriz.

Dört Halife Devri’nin Sona Ermesiyle İslam Toplumunda Yaşanan Sorunlar Neler Olabilir?

İlk olarak 4 halife dönemi nedir? sorusu ile başlayalım. Dört halife dönemi Hz. Muhammed’in vekil olarak atamış olduğu kişilerin Hz. Muhammed öldükten sonra İslam devletine liderlik edecek olan halifelerin bulunmuş olduğu 632 ile 661 yıları arasını kapsayan döneme denir.

Peki 4 halife kimdir, kimlerdir? sorusuna cevap verecek olursak 4 büyük halife sırası ile Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. 4 Halife döneminin sona ermesinin nedeni ise son halife olan Hz. Ali’den sonra saltanat sistemine geçilmiş olmasıdır. Peki Saltanat sistemi nedir? Saltanat sistemi yönetimin babadan oğula geçerek halkı yönetimden uzaklaştıran bir sistemdir. Peki ya İslam toplumunda halife sisteminden sonra saltanat sistemine geçişin yaratabileceği sorunlar nelerdi?sorusuna cevap verecek olursak ilk başta halifeyi Hz. Muhammed seçmiştir. Hz. Muhammed toplumuna zarar vermek istemeyeceği ve bu görevi layığı ile yapacağını düşündüğü için halife seçmesi toplumun başında iyi birinin olmasına neden olmuştu.

Sonraki halifeler ise halkın oylaması ile seçildiği için herkes kendine göre kendisini en iyi yönetecek olan kişiyi seçiyordu ve oylama yaptığı için söz hakkına sahip oluyordu hiç kimse kendisini kötü yöneteceği bir kişinin halife olmasını istemeyeceği için çoğunluğa göre 4 büyük halife seçilmişti ama saltanat sistemine geçildiğinde toplumun söz hakkı ortadan kalktığı ve eğer başa geçecek olan kişi başa geçmeyi toplumu iyi yönetmek, sorunlarına çözüm bulabilmek gibi nedenler yerine kıskançlık, hırs, zorunluluk gibi nedenler ile yönetiyorsa toplum bu konuda kötü bir şekilde etkilenecekti.

Maalesef saltanat sistemi yüzünden  liderin nasıl bir lider olacağını bilemiyordunuz ve kötü olacağını biliyorsanız bile bilmenize rağmen yapabileceğiniz bir şey olmuyordu buda toplumda ayaklanmalara, kötü yönetime, toplumdaki huzurun bozulması gibi olaylara yol açabilir. Bunun yanında halife döneminin bitip saltanat döneminde yaşanabilecek olaylar gibi geçiş sürecinde fikir ilk ortaya sunulduğunda gerçekleşebilecek olan ayaklanmalarda toplumun düzenin huzurunun bozulmasına yol açmış olabilir. Bunun nedeni ise halkın başka bir yönetim sistemine geçiş istememesi, yönetimdeki değişikliye ayak uyduramaması olabilir.

Mevali Siyasetinin İslamiyet’in Yayılmasına Etkileri Neler Olabilir?

Mevali Siyaseti nedir? Mevali siyaseti Arap olmayan Müslümanlar’ın Arap değerinde görülmemesidir. Yani Müslümanlığın sadece Araplara özel olduğu düşünülerek ayrıcalık yapılmasıdır. Bu olay ve daha öncesine dayanarak Hz. Muhammed tün sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmış ve cahiliye dönemine geri dönülmemesi konusunda uyarmıştır. Bu cümleden Hz. Muhammed’in daha önceden de sınıf farklılıklarını kaldırdığını çıkara biliriz. Yani toplum ayrımını, sınıf ayrımını bir cahillik (cahillik bilgisizliktir yani bilgisiz olma durumudur) olarak görmektedir.

Peygamber efendimizin yapmış olduğu bu hareket, bu tavrı, bu tepki dikkat çekmiş olabilir ve İslamiyet’in araştırılmasına neden olmuş olabilir. Sınıf farklılığının ortadan kaldırılması sınıf farklılığında, ayrımında alt sınıfta bulunan insanlar haklarını savunan kişinin kim olduğunu ve neden alt sınıfın haklarını savunduğunu merak edecekleri ve bunun doğrultusunda daha fazla bilgi edinmek için İslamiyetin detaylarına gireceklerdir bunun sonucunda İslam’ın adı İslam’ın ne olduğu İslam’ın insanlara bakış açısı daha hızlı yayılacak ve büyük ihtimalle hakkının savunduğunu ve bu dini öğrenen toplumsal sınıf ayrımı yapıldığında alt sınıfta kalan insanların büyük bir kısmı Müslüman olabilir. Bunun yanında toplum farkına karşı olan üst sınıfların da dikkatini çekebilir ve araştırmaları sonucu onların da Müslüman olmalarını sağlayabilir.

Merakın yanında buna karşı çıkacak düşünceyi saçma bulacak olan insanlar da olacaktır ve bunlar büyük bir ihtimale üst sınıflar olabilir. Çünkü bir alt sınıf olarak değerlendirilen, düşünülen insanlar neden haklarının savunmasına karşı çıksın ve bu olay onları hoşnut etmesin ama kendi düşünceleri belki de alt sınıf olarak görülmeyi benimsemiş ve üst sınıfa kadar hakka sahip olmak istemiyor olabilir. Üst sınıflar üst sınıf olduğu için çoğunlukla ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda ihtiyaçları alt sınıf tarafından  giderildiği (alt sınıf üst sınıfın ihtiyaçlarını gidermek üst sınıfa hizmet etmekte zorunlu olarak görünen sınıftır) için alt sınıfın oluşmaması onları  zor duruma düşürecektir. Üst sınıfın zor duruma düşmesi ayaklanmalara neden olabileceği gibi İslam’a olan nefretin artmasına da neden olabilir daha fazla kişinin nefret etmesi İslamiyet’in daha fazla gündeme gelmesine neden olarak insanlar birbirlerine nefretinden bahsederken daha fazla kişinin tanımasına yani yayılmasına neden olur.

İslam Dininin, Sanatın Gelişmesine Etkileri Neler Olabilir?

İslam dinin sanat konusunda ilk örneğimizi mimari sanat konusunda İspanya’ya su buharlaşarak azalmasın diye ilk olarak Müslümanlar’ın yer altından su götürmesi örnek olarak gösterile bilir. Edebiyat alanında ise Müslümanların Allaha olan sevgileri minnetleri için yazmış oldukları şiirleri örnek olarak gösterebiliriz. İslam dini öğüt, tavsiye veren bir din olduğu için öyküler, destanlar gibi öğüt, tavsiye veren yazıları da edebi sanat olarak nitelendire biliriz. Kuran-ı Kerim’in basılması için kullanılan ebru kağıdı sonrasında sanat içinde kullanılmıştır. Avrupa’ya kağıt üretimi için ağaçlardan katran elde edilmesini Avrupa ya gösteren Müslümanlar olmuştur.

Hayal kurmakta bir sanattır ve dua ederken Allaha şükürlerimizi ve hayallerimizi sunarız. İslam dininin sanata olan alakasını cami üzerindeki süslemeleri desenleri örnek verebiliriz. Cami üzerindeki motiflerin yanında camileri de mimari bir sanat olarak gösterebiliriz. Müslümanlar ın mimarı sanattaki etkisi çok fazla olmasıyla beraber çok fazla ülke ve din bu mimari sanatı kullanmıştır. Bu  mimari sanata örnek olan Endülüs mimarisi tesirlerini örnek vere biliriz ve olan Endülüs mimarisi tesirleri İspanya gibi ülkeler ile sınırlı kalmayıp Kuzey Afrika’ya, Doğu’ya hatta Amerika kıtasına bile ulaşmıştır.

İslam dininde doğada bulunan bulunmayan çok fazla  şekil ve motifin kullanılması bir çok sanat dallının oluşumunda etkili olmuştur. Bunların hepsinin genel nedeni İslam dininde soyutlamanın ön planda tutulması olabilir.

Bunun yanında İslam dininde sanatla ilgili bazı şeylerin yasak olması başka dalların bulunmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. İslam dininde resim çizmek ve heykel yapmak (yüz bulunan, ahlaksız içerikli olan ve bunun gibi olaylar) yasak olduğu için daha fazla sanat alanları keşfedilmeye başlanmıştır. Sanat ve din ilişkisi olarak bakacak olursak dininde sanatın da insanlığın başından beri hep önemli bir parçası olmuştur. İnanç ve sanat her toplumda kendini göstermiş bir yapıdır. Din de sanata insana ilham ve yön verir.

Yer yüzünde insanları en fazla etkilemiş olan eserler çoğunluğunu dini duygularla ve inancın gücü ve etkisiyle yapılmışlardır. Yani İslam dininin sanat üzerinde etkilerine benzerliklerini ve yasaklar sonucunda yeni sanat dallarının oluşmasında etkili olmuştur ve bu sebeplerle sanat dalı İslam sayesinde az da olsa ilerlemesinde gelişmesinde etkili olmuştur.

Mevali Politikasının Emevi Devleti’nin Yıkılışına Etkileri Nelerdir?

Emevi Devleti; Şam vilayetinde eskiden valilik görevi yapmış olan Muaviye Ebi Süfyan adlı kişi tarafından 661 yılında yani Hz. Ömer Dönemi’nde kurulmuştur. Emevi Devleti’nin merkezi Şam olmak ile birlikte Emevi Devleti’nin sınırları Kuzey Afrika’dan kuzeyde Anadolu bölgesine ve Kafkasya içlerine ulaşmıştır. Doğu taraflarında ise Maveraünnehir’e kadar uzanmaktadır. Emevi Devleti yıkılana kadar olan dönemde Muaviye Ebi Süyfan ve beraberinde başa geçen Muaviye Ebi’nin oğlu Yezid zamanlarında Buhara bölgesini, Harzem bölgesini ve Türkistan’ı ele geçirmeyi başarmışlardır. Hatta bu bölgeleri ele geçirmelerinin ardından Hindistan’a kadar ulaşabilmişlerdir.

Mevali, eski zamanlarda, İslam tarihinden önce insanların bir kabileye katılarak kölelik yapmasına verilen addır. Mevali bir bakımdan da Kureyşliler’in başında olduğu köleleri temsil etmektedir. Mevali politikası köleliğin sürdürülmesi ve Arap Milliyetçiliği ile birlikte ırkçılık ile ilgili bir politikanın izlenmesine denir. Şiilik yıllarının başlarında bir ayaklanmaya sebep olmuştur. Etkilerinin arttığı, daha çok yayıldığı dönem Emeviler döneminde gerçekleşmiştir. Emevi Devlet’inin yıkılmasında birçok farklı neden bulunmaktadır. Halifeliğin son dönemlerindeki halifelerin insanları, ülkeyi kötü yönetmesi, haneden üyeleri arasında geçen mücadeleler, karışıklıklar, Kerbela olayının yaşanması, son dönemlerde başta olan kişiler, halifeler, hanedanlar ülkeyi kötü yönettiklerinden, toplumdaki kabilecilik algılamasından mevali politikası Emevi Devleti’nin yıkılmasının nedenlerinden birkaçıdır.

Emevi Devleti yıkılmadan önce Halife Mansur zamanında Araplar ve Mevaliler arasındaki ayrım farkları kalkmıştır. Bunun sonucunda Irak’ta yaşayan insanlar kendi ülkeleri içinde güçlerini arttırma fırsatı bulmuşlardır. Mevali politikası ve onun beraberinde uygulanmakta olan Mevali politikasının getirdiği iç çatışmaların, kargaşaların yaşanmış olduğu bilinmektedir. Kökü Mevali politikası olan bu iç karışıklıklar ve sorunlar Emevi Devleti’nin yıkılmasının nedenlerindendir. Mevali politikasının gelişmekte olduğu dönemlerde Emevi Devleti’nin mevali politikasını izlediği zamanlarda gücü gitgide kaybolan halk ve beraberinde Emevi Devleti’nin yıkılması birlikte olmuştur. Çıkan sıkıntılardan biri Emevi Devleti’nde bir süre sonra hanedanların arasında gerçekleşen iktidar mücadeleleri, tartışmalarıdır. Ayrıca uygulanma aşamasına getirilen politikalardan hoşnut bir durumda olmayan halkın çıkardığı isyanlar ile Emevi Devleti git gide zayıflamış ve son olarak da Abbasilerin çıkardığı isyan sonucunda yıkıma uğramıştır.

Orta Çağ’da Bağdat’ın Doğu’nun En Büyük ve En Önemli Ekonomik Merkezi Haline Gelmesinin Sebepleri Nelerdir?

Bağdat şehri İpekyolu üzerinde, Dicle ve Fırat nehirleri yakınlarında bulunur. İslam’ın yayılışın ardından beraberinde getirdiği askeri, ticari ve siyasi olan kültürel şehir merkezleri oluşturulmuştur. Bu durum insanlar tarafından olumlu bir şekilde karşılanmıştır. Bir sürü devletle ve kültürle iletişim, etkileşim konumunda bulunan bu şehirler, özellikle Müslümanların güçlenmesinde sağlam ve etkin bir rol oynamıştır. Bu şehirlerin en gözdelerinden birinin de Bağdat olduğu çoğu kişi tarafından bilinmektedir. Bağdat’ın Doğu’nun en büyük ve en önemli ekonomik merkezi haline gelmesinin sebeplerinden biri ticaret için gelen kervanların Bağdat şehrinden geçmesidir. Ticaret kervanlarının Bağdat’tan geçmesi Bağdat’taki insanların şehirde ticareti geliştirmek için kervanlardan bir şey alıp satması ya da takas yapıp eline geçen ürünü satmasıdır.

Ayrıca en önemli ve en prestijli limanların Bağdat’ın bulunduğu coğrafyaya çok yakın bir konumda olması İslam’ın merkez noktasının Bağdat olması durumuna sebebiyet vermiştir. Bağdat şehri bu durumlardan ötürü Müslümanların uzun yıllar boyunca Bağdat şehrini siyasi, sosyal, ticari, askeri, kültürel olarak hayatlarının merkezinde tutmuşlardır. İkinci olarak Bağdat’ın Doğu’nun en büyük ve en önemli ekonomik merkezi hale gelmesinin nedeni şehrin Dicle şehrinin kıyı taraflarındaki sıcak olan bir iklim yapısına sahip olan coğrafi yapısı, ayrıca askeri anlamda ve ticari anlamda büyük bir önem taşımasıdır.

Üçüncü olarak Bağdat’ın Dicle nehrine ve aynı zamanda da Fırat nehirlerine yakın bir konumda bulunması Bağdat’taki ticareti kolaylaştırmıştır. Dördüncü nedenlerden biri Asya ve Avrupa kıtaları arasında yer alan Bağdat şehri, bu stratejik konum sayesinde Asya ve Avrupa arasında oluşan ve karayolu ile yapılan ticaretin başlıca bölgelerinden biri haline gelmiştir. Bağdat’ta ticaret yollarının bulunması ve ana merkezlerden biri olması Bağdat şehrinde büyükçe ve rağbet gören ticaret panayırlarının kurulmasına vesile olmuştur. Bağdat şehrinin yeni inşa edilen şehirlerden biri olması ve ek olarak güvenliğinin Abbasi Devleti’nin Şam şehrinden Bağdat şehrine taşınmış olmasıdır. Abbasi Devleti o zamanlardaki Harun Reşid’in başta olduğu zamanlarda en görkemli günlerini yaşamışlardır. Bağdat’ın Doğunun en büyük ve en önemli ekonomik merkezi haline gelmesinin nedenlerinden biri Harun Reşid’in başta olduğu dönemlerde ziraatin, bilimin, ticaretin, eğitim düzeyinin artmasıdır ve bu yaşananlar çoğu kişi tarafından büyük bir mutluluk ile karşılanmıştır.

Abbasi Halifesinin Sadece Türklerin Yaşadığı Bir Şehri Kurmasının Nedenleri Neler Olabilir?

Emeviler Dönemi zamanında Türk vatandaşlar için yapılan seferlerde Müslüman olan Arapların kaba ve sert olan davranış şekilleri Müslümanlara karşı Türklerin bir tepki yaratmasına sebebiyet vermiştir. Fakat Talas Savaşı’nın ardından bunun tam zıttı bir şekilde Türkler Müslümanlığa ısınmaya başlamıştır. Bunların ardından Abbasilerin uygulanmakta olan politikaları sebebi ile Türk vatandaşlara da devlet içinde görevler verilmiştir. Abbasilerin Halifesi konumunda olan Harun Reşid cephane birliklerini Türklerden oluşturmuştur. O zamanlarda Bizans’tan tehdit geleceğini düşündükleri için bu tehditleri önlemeye dayalı olarak Türklerden meydana gelen askeri teşkilatı Avasım şehrine yerleştirilmiştir.

Harud Reşid’in ardından ülkenin başında oğlu olan Halife Mu’tasım geçmiştir. Halife Mu’tasım zamanlarında Türklerin durumu devletin içerisinde daha da iyi bir konuma gelmiştir ve bulundukları durum daha da güçlenmiştir. Bazı Türk komutanlar ülke içerisinde çıkan isyanların bastırılmasında aktif bir rol oynamışlardır. Ayrıca yine Türk komutanlardan birkaçı Anadolu’ya yönelik gerçekleşen seferlere de katılım göstermişlerdir. Bu sıralarda Halife Mu’tasam Bağdat’ın kuzeyinde bulunan ve sadece Türklerin bulunduğu, yaşadığı Samarra’yı kurdurtmuştur. Bunun nedenlerinden biri Türklerin başka uluslara karışmasını, onların tarafına çekilmesini ve ayrıca bu durumdan ötürü var olan savaşçı özelliklerinin yok olmasını önlemek olabilir. İkinci bir neden ise Türklerin önceden bulunduğu, yaşadığı yerlerin onlar için biraz zor olması ve yeni bir yer kurarak Türklerin rahat bir şekilde hayatlarını sürdürmek istemeleri olabilir.

Bu zamanlarda Türkler sadece ordu, askerlik alanında değil, idari alanlarda ve ek olarak siyasi alanlarda da katkı sağlamışlardır. Devletin yönetim şeklinde söz sahibi olmaları Türklerin idari konularda da katılım sağlamasının sonuçlarından biri olmuştur. Bunun üstüne Halife Mütevekkül’in başta olduğu zamandan beri halifelerin belirlenmesinde bile söz sahibi olmuşlardır. Bu olay Hanedan olan Büveyhilerin Bağdat şehrini ele geçirmesinin sonunda son bulmuştur. Bağdat’ın ele geçirilmesinin ardından Abbasi halifeleri tüm siyasi otoritelerini ve askeri otoriteleri ellerinden kaçırmışlardır. Yaşanan bu olaydan sonra Büveyhiler Abbasilerin halifelik durumuna istedikleri gibi karışabiliyor, istediği kişileri halife yapıp istedikleri kişileri halifelikten çıkarabiliyorlarmış. Daha öncelerde Bağdat şehri İslam dünyasının bir parçası iken bu süreçten sonra Bağdat şehri İslam dünyasının bir parçası olmaktan çıkmıştır.

“İslam Bir İlim Dini ve Onun Vücuda Getirdiği Medeniyet, Bir İlim Medeniyetidir.” Sözünden Hareketle “İslamiyet ve Bilim” İlişkisi Hakkında Neler Söylenebilir?

İslam dini; Müslüman halka gönderilen kitaplarda da açıkça ifade edildiği üzere direkt olarak ilmi ve bilimi emreden bir inanç çeşididir. İslam bilimi yöneten bir dindir ve bilimsel bilginin hikmet olarak takip edilmesi gereken bir olgu olduğunu ortaya koymaktadır. İslam ve bilim ayrılmaz iki kavramdır. Allah’ın tek yaratıcı olduğu gerçeği bilimsel verilerle de doğrulanmakta ve bilimin yaratıcısının Allah olduğunu göstermektedir. İslam medeniyeti bilimin, sanatın, kültürün ve siyasetin gelişmesinde etkili olmuştur. İslam ve bilim iki ayrı kavram değil, bir gerçek olarak bilim, bilim ve din arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bir bilgelik olarak İslam’ın öğrenmesi gerekir. Din ve bilim ayrılmaz bir bütündür.

Avrupalılar, Eski Yunanlıların Eserlerini Bin Yıldan Fazla Bir Süre Ellerinde Tuttukları Halde Rönesans’ı Neden Çok Daha Önce Başlatamadılar?

Yunanlıların eserlerini Avrupa bin yılda tutup da Rönesans’ı başlatmamalarının sebebi toplum olarak yeteri kadar kültürel olgunluğa gelememeleri olabilir. Toplumun buna hazır olmaması, bu tür medeni olaylara ilgi duymaması olabilir. Ayrıca o zamanlarda halk böyle bir çağı gerçekleştirmek için yeterince maddi duruma sahip olamayabilir. Ayrıca ekonomik olarak diğer ülkeler tarafından ezilen bir devletin ve kalkınmak için yanında destek olması gereken bir devletin böyle bir yenilenmeyi yapması fazla olanaklı değil. Elbette eserlerine hala sahip olmasının ve bunu koruyabilmesinin Rönesans’a büyük bir etkisi var ancak tek başına yeterli değil.

Rönesans’ın gerçekleşmesi için toplumun medeniliği, siyasal ve ekonomik gücü, siyasi yalnızlığı, toplumun değişime hazır olması ve toplumdaki sınıf ayrımlarının çok olmaması gibi birçok şart vardır. Zaten Rönesans’ı gerçekleştiren devlet olan İtalya o zamanlar İngiltere ile ittifak içindeydi ve ezilen taraftı. Hep İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerin yanında olmak zorundaydı kendi kendini idare edebilecek bir güce sahip değildi. Zaman geçtikçe toplumu değişime hazır olmaya başladı ve bilime ve sanata önem veren bir yapı oluşmaya başladı. Böylece toplum yeni oluşan devrimi kabullenmişti. İtalya’dan sonra da Avrupa ülkelerine yayıldı. Bu ülkelerin hepsinin de ekonomik gücü fazlaydı ve Rönesans ardından da reformu gerçekleştirebildiler. Önceki zamanlar İtalya yukarıda da açıkladığım gibi İngiltere ile müttefikti ancak toplum ve ekonomik şartları uygun değildi. Eğer Rönesans gibi köklü bir devrimi gerçekleştirmeye çalışsaydı ülke bunu kaldıramazdı.

Mesela kurulan sanat veya bilim toplantılarında birçok masraf harcanırdı ve bunu zengin kesim yapardı. Fakir kesim bu devrime dâhil olamazdı ve bu devrim yarım kalırdı. Tıpkı Avrupa gibi zamanında Osmanlı’da eserlerini korumuştu ancak siyasi yalnızlık çekiyordu. Bunun yanında bir de ekonomik olarak Avrupa devletleri tarafından ezilince Rönesans gerçekleşmedi. Belki de Osmanlı’da güçlenmeyi ve ezilmemeyi bekliyordu böylece Rönesans’ı gerçekleştirecekti ancak ondan önce İtalya başlattı bu devrimi. Kısaca Avrupa devletleri toplumu, siyasi gücü ve ekonomik gücü elde etmeyi beklemiş olabilirler. Çünkü siyasi ve ekonomik güç olmadan o devrimin etkilerini tüm dünyaya ve öncelikle kendi ülkesine yaymakta güçlük çekerdi.

Biruni’nin Düşüncesinin İslam Kültür ve Medeniyetinin Gelişmesindeki Etkileri Nelerdir?

“Ben Her Kişinin Kendi Çalışmasında Yapması Gerekeni Yaptım: Öncekilerin Başarılarını Minnettarlıkla Karşılamak, Onların Yanlışlarını Ürkmeden Düzeltmek, Kendisine Gerçek Olarak Görüneni Gelecek Kuşağa ve Sonrakilere Emanet Etmek.”

Öncelikle Biruni’yi tanıyalım. Biruni Harezm’de yüzyıllar önce doğan bir çocuktur. Biruni, Gaznelilerin himayesi altındadır. Uyruğu Türktür. Ünlü bir bilim adamıdır. Gök bilimi, astroloji, matematik gibi dallara ilgi duymaktadır. Aslında çok genç yaşta ölmüştür. Biruni, 1017’de doğup 1048’de ölmüştür. Söylediği söze gelirsek aslında insanın herhangi bir araştırma yaparken kendinden öncekilerin yaptığı çalışmayı incelemesi gerektiğini sonra yaptığı kendi çalışmaları doğrultusunda öncekilerin yaptığı çalışmalarda bulunan eksik veya yanlışları düzeltmesi veya gidermesi gerektiğini sonra da bu çalışmayı öne sürmesi gerektiğini anlatmaktadır. Ve böylece gelecek nesle sunduğunda gelecek nesilin de kendi çalışmasını inceleyip, eksik ve hataları gidermesi sonra da onlardan sonraki nesle sunması gerekir.

Böylece bilgi her geçen gün doğruluk yüzdesi ve miktarı artmış bir şekilde ilerler. Aslında bilgi döngü içindedir her defasında birileri tarafından düzeltilir ve bir sonraki nesle sunulur. Bu sözün İslam kültür ve medeniyetine etkileri şöyledir; eğer Müslüman insanlar Biruni’nin sözüne uyup da kendinden önceki neslin bilgilerine bir şeyler katarsa ve bu döngü şeklinde devam ederse toplumdaki bilgi düzeyi artar. Bu da kültür seviyesinin artmasına yol açar. Belki bu söz doğrultusunda çalışmalar yapılsaydı İslam devletleri Avrupalı devletlere göre kültür seviyesi daha çabuk artardı. Rönesans ve Reform Avrupalı devletlerden daha önce gerçekleştirebilirlerdi.

Medeniyet olarak da Rönesans ve Reform’un dışında ülkenin refah seviyesi daha çabuk ve daha fazla artardı. Böylece örneğin bir tane tarih makalesi yazılıp Avrupalı ülkelere satışı yapılacaktı. İslam devletleri de bu olaydan para kazanmış olacaktı. Böyle böyle yazdığı birçok makale ve araştırmaları yabancı ülkelere satınca ülkedeki para miktarı artacaktı. Böylece toplum daha zengin bir hale gelebilecekti. Buradan yola çıkarak fazla parası olan ülke fazla silah, fazla mermi, fazla kale yapabilecekti. Bunların sayesinde de savaşlarda diğer ülkelere göre üstün sayılacaktı. Savaş kazanınca da toprak ve daha çok para kazanacaktı. Sonra daha çok para daha çok silaha yol açacaktı ve üstünlük devam edecekti.

Ay’daki Büyük Kraterlere Adı Verilen Diğer Türk İslam Bilim İnsanları Kimlerdir?

“Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), Ay’daki Büyük Kraterlere Genellikle Bilim Tarihinde Önemli Yeri Olan Bilim İnsanlarının İsimlerini Vermektedir. Bu İsimler Arasında Yer Alan Türk İslam Bilginlerinden Biri de İbn-İ Sina’dır.”

Öncelikle ay kraterinin ne olduğunu açıklamak istiyorum. Ay krateri, ayda bulunan girinti çıkıntılar, çukurlar ve bombelerdir. Kraterler, dünyadan bakıldığında açık ve koyu renkli olanlar olarak iki şekilde gözükür. Kraterlere, krater dışında lunar ve kameri de denir. Bu ay kraterlerine birçok ünlü insanların; askerlerin, bilim adamlarının, padişahların, kral ve kraliçelerin adı verilmektedir. Aynı zamanda ayda bulunan kraterlerden bazılarının adı Atatürk, Fatih Sultan Mehmet gibi adlar verilmiştir. Ayda bulunan kraterlerde Türk İslam bilginlerinden Ali Kuşçu krateri; tastamam bir daire şeklindedir ve dünyadan bakılınca koyu renkte gözükür.

Bunun yanında Timur’un torunu olan ve gökbilimci olan Uluğ Bey’in adı da aydaki kraterlerin birine verilmiştir. Hatta Uluğ Bey’in krateri 6’ya ayrılmaktadır. Bunlar Uluğ Bey, Uluğ Bey A, Uluğ Bey B, Uluğ Bey C, Uluğ Bey D ve Uluğ Bey M’dir. Uluğ Bey A büyükçe daireye benzeyen ama şekli biçimsiz olan ve dünyadan bakılınca açık renkli gözüken bir kraterdir. Uluğ Bey B, yerin altında açılmış bir golf deliğini andırmaktadır. Uluğ Bey C, diğer kraterlerin aksine ana hatları daha az belirgin olan ve ortalama boyutta bir kraterdir. Uluğ Bey D’ de Uluğ Bey A’ya benzemektedir. Uluğ Bey M ise Uluğ Bey B’yi andırmaktadır ve birbirlerine çok benzemektedir.

Uluğ Bey krateri hepsinden daha büyüktür ve koyu renklidir. Fergani krateri, yarısı koyu yarısı açık bir kraterdir. Büyük bir boyutu vardır ve yaklaşık bir metre derinliğe sahiptir. Bettani krateri, diğer birçok kratere benzemez ve bir düzlüktür. Bu düzlüğün içince birkaç tane küçük küçük çukurlar bulunur. Türk olan ancak Mısır’da hayatını geçiren matematikçi ve astronomi bilimci olan İbnü’l Heysem’in adı da bir kratere verilmiştir. Bu krater halka şeklinde bir düzlüktür ve hatları çok belli olmaz. Cabiir bin Eflah’ın da adı bir kratere verilmiştir. Cabiir Bin Eflah Arap kökenli bir İspanyoldur. Onun adına verilen kraterde yassı aynı zamanda dairesel bir kraterdir. Son olarak da Ebül Fida’nın ismi yukarı doğru çıkan bir tümseğe benzeyen kratere verilmiştir.

Günümüzde İslam Sanatı Adına Ortaya Konulan Eserlerin İstenilen Seviyeye Gelememesinin Nedenleri Neler Olabilir?

İslam sanatının istenilen seviyeye gelememe sebepleri; öncelikle herhangi bir dinin bilim veya sanat eserlerinin dünyaya yayılma olasılığı çok yüksek değildir çünkü insanlar aynı dine mensup değildir. Farklı inançları vardır ve bu yüzden herhangi bir dine mensup birisi başka bir dinin kaynağına veya ortaya çıkardığı bilimsel ve sanatsal eserlere inanmaz. Örneğin Rusya’da doğan, Hıristiyan bir ailenin üyesi İslam’ın kaynaklarına ve İslam’ ın ortaya çıkardığı eserlere inanmaz. Aynı şekilde bir Müslüman da bir Hristiyanın dini kitabına inanmaz. Yani doğal olarak dini kitapların öne sürdüğü bilimsellik kimseye gerçekçi gelmez.

Bunun yanı sıra eskiden İslam devletleri bilime ve sanata önem vermemekteydi. Toplum sadece dine odaklanmıştı ve batıya yönelememişti. Bu zamanda çıkarılan eserler de toplum tarafından ve yöneticiler tarafından desteklenmiyordu. Böylece eserler toplum tarafından incelenmiyordu. Zaten toplum tarafından incelenmeyince de başka ülkelere yayılma olasılığı azalıyordu. Sırf eskiden değil şu anda da bilime ve sanata diğer Avrupa ülkelerinde göre daha az önem veren bir Türkiye var. Bu da eserlerin altının doldurulamamasına yol açıyor ve eserler biraz zaman geçtikten sonra unutuluyor. Böylece İslam sanatı ve bilimi istenilen noktaya gelemiyor. Eğer ki toplumlar din kitaplarından veya dini baz alan kaynaklardan vazgeçip bilimselliği daha doğru kaynaklarda ararsa insanlar bu kaynağa ve bilgiye inanır. Eğer şu anki gibi bilimsel kaynaklar yerine dini kaynaklar çoğunlukta olsaydı belki de bilim diye bir şey olmazdı.

Çünkü herkese göre bilim farklı olurdu. İslam sanatına örnek olarak camilerin içinde minareye bakınca (yukarı doğru) görünen dekoratifler, minyatürler vb. bunların tüm dünyaya yayılmama sebeplerinden biri de eski yıllarda bu tarz İslam sanatlarını yapan çok fazla insan olmamasıydı. Bu insanlar ise sanatını ülkesine ve dünyaya yayacak kadar imkan bulamıyordu. İmkan bulan nadir insan vardı ancak o zamanlar insanlar dinlerine fazla önem vermekteydi ve fazla bağlıydı yani kendi dininin dışındaki her şeye karşı çıkmaktaydı. Şu an ise bu tür İslam sanatları daha fazla yayılmış durumda ancak arkasında durulmuyor ve yayılması sağlanamıyor. Sadece bu sanatlara ilgi duyan turistler (genellikle Asyalı insanlar) sayesinde öne çıkıyor.

Ölçme ve Değerlendirme Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabının beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Ölçme ve Değerlendirme bölümünde yer alan tüm soruları yanıtladık.

A Bölümü Cevapları

Aşağıdaki terimleri birer cümleyle açıklayınız.

Hadari Nedir?

İslamiyet’ten önce Arap yarımadasında yerleşik bir şekilde yaşayan insanlara hadari denir.

Mevali Nedir?

Cahiliye döneminde insanların isteğiyle topluluğa katılan köleye denir.

Beytü’l-Mal Nedir?

İslam Devletlerindeki devlet hazinesidir.

Samarra Nedir?

Bağdat’ın 125 km kuzeyinde Irak’ta bir şehir.

Beytü’l-hikme Nedir?

Beytü’l-hikme, Bağdat’da Abbasiler tarafından kurulmuş kütüphanedir.

B Bölümü Cevapları

Aşağıdaki soruları cevaplayınız.

İslam Tarihinde Hicret’in Siyasi Hayata Etkileri Nelerdir?

İslamiyet yayılıyor. Hicri Takvim için başlangıç oluyor. Hz. Muhammed bir anayasa çıkarıyor. İnsanlar Müslümanları siyasi bir güç olarak görüyor.

Arabistan’da Düzenlenen Panayırların Kültür Hayatına Etkileri Nelerdir?

Bir çok topluluğun arasını düzeltmiş olup Arap yarımadasında önemli bir yer edinmiştir panayırlar.

Hz. Ömer Dönemi’nde Yapılan Teşkilatlanma Çalışmaları Nelerdir?

Valilik sistemi kuruldu. Mahkemeler oluşturuldu. Düzenli ordular kuruldu. Askeri posta sistemi kuruldu. Askeri ikta sistemi kuruldu. Beytü’l-Mal ismi kullanılmaya başlandı. Hazine için, vergiler sistemli hale geldi. Hicri takvim oluşturuldu.

Hz. Osman Dönemi’nde Müslümanlar Arasında İlk Ayrılıkların Çıkmasının Nedenleri Nelerdir?

O dönemde askeri hareketlerin masrafı artınca halkın maaşından para kesilmiş halk da bundan hoşlanmamıştır. Bu yüzden ayrımlar oluşmuştur ve Hz. Osman öldürülmüştür.

Emeviler ve Abbasiler Dönemi’nde Uygulanan Politikaların İslamiyet’in Yayılmasına Etkileri Nelerdir?

Askeriyede ve ticarette gittikleri yerde Müslümanlığı da tanıttıkları için İslamiyet daha hızlı yayılmıştır.

Hz. Ebu Bekir Dönemi’nde Devlet Otoritesinin Sağlanması Amacıyla Yapılan Çalışmalar Nelerdir?

Yalancı peygamberleri ortadan kaldırıp, zekat vermeyen ve ayaklananları bastırmış ve otoriteyi tekrar sağlamıştır.

Türklerin İslamiyet’i Kabul Etmesinde Talas Savaşı’nın Önemi Nedir?

Talas Savaşı ardından Arap kültüründen etkilenen Türkler, İslamiyet’i benimsemişlerdir.

İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Etkisi Hangi Yollarla Olmuştur?

İslam medeniyeti yayılıp fethederken Avrupa kıtasını da etkilemiştir. Avrupa kıtasında İslam medeniyetinin etkisi olmuş, fetihler nedeniyle kütüphaneler taşınmış, İslam âlimlerinin eserleri Batı dünyasında ilgi uyandırmıştır. İslam tüm dünyayı etkisi altına alan bir din olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam dinini yaymak için kâğıtların kullanılması ve matbaaların kurulmasıyla birlikte birçok eser Avrupa’ya yayılarak etkisini göstermiştir. Ayrıca birçok İslam âliminin çalışmaları Avrupalı âlimler tarafından merak edilmiş ve tercüme edilmiştir.
İslam medeniyetinin Avrupa’yı etkilemesinin en büyük yollarından biri de Haçlı Seferleridir. Bu seferden sonra Avrupalılar tıp, mühendislik, eğitim, astronomi gibi birçok alanda İslam dünyasından etkilenmişlerdir.

C Bölümü Cevapları

Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.

1. Cevap: E Müşrikler bunların hepsini yapmışlardır.

2. Cevap: D Diplomatik bir amaç gözükmüyor.

3. Cevap: E İlk donanma bu dönemde kurulmuyor.

4. Cevap: B Sadece Endülüs ve Sicilya’daki medreseler etkili olmuştur burada.

5. Cevap: E Hepsi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

6. Cevap: D Burada sadece farklı medeniyetlerle etkilendiği ve bilim için yeni teknikler bulduklarını söyleyebiliriz.

7. Cevap: E Burada 11. yüzyılda iki İslam devletinin aynı coğrafyada bulunduğunu söyleyemeyiz.

Ç Bölümü Cevapları

Aşağıdaki soruları “Yeryüzündeki Cennet” başlıklı metinden hareketle cevaplayınız.

El-Hamra Sarayı’nın Dünyanın En Romantik ve En Büyülü Yerlerinden Biri Olarak Gösterilmesinin Nedenleri Nelerdir?

Bu sarayın her tarafı bahçesinden tutup manzaralarına kadar her şeyi muazzam gözüküyor.

Ressam Henri Regnault’un El-Hamra İçin Söylediği Söz Hangi Anlamları İfade Etmektedir?

Bu yapının üstün bir sanat eseri olduğunu vurgulamış.

Nakşetmek Ne Demektir?

Nakşetmek, resimlerin ve yazıların belirli bir zemine çizilmesidir.

Endülüs’te, Müslümanların Varlığını Tehdit Eden Unsurlar Nelerdir?

Bazı Katolik kiliseleri, Müslümanları zorla Katolikleştirmeye çalışıyor.

Uydurulan Barbar Bir Doğu İmajının Günümüzde Doğu-Batı İlişkilerine Etkileri Neler Olabilir?

Günümüzde de hala doğu kısım Türkiye de dahil Batı tarafından terörist olarak görülüyor.


Not: 9. sınıf tarih ders kitabı cevaplarının tamamı için 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları – Tüm Üniteler başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Soru Sor: 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı içinde yer alan diğer soruları destek@derstarih.com e-posta adresini kullanarak bize iletebilirsiniz. Sorularınızı bize gönderin Ders: Tarih Ekibi sizin için yanıtlasın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.