Türkiye Yunanistan İlişkileri Tarihi – Türk Yunan Dostluğu
Yunanistan ve Türkiye arasında yıllar boyunca nüfus mübadelesi, çakışan siyasi çıkarlar ve coğrafi hedefler gibi birçok sebep yüzünden bir kavga, çekişme var olmuştur. Birbiriyle uyuşmayan dini, siyasi ve tarihi görüşleri sebebiyle bu iki millet birbirine sık sık düşmanca yaklaşmış ve birbiriyle karşı saflarda yer almıştır. Bu duruma rağmen 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının Yunanistan topraklarına girmesi ve çok kısa sürede tüm ülkeyi işgal etmesi üzerine Türkiye Cumhuriyeti, gerek Yunanistan’da yaşayan Yahudilerin ülkeyi terk etmesine yardım ederek, gerekse Kızılay gibi yardım örgütleri ile ‘Büyük Açlık’ sırasında erzak yardımında bulunarak çok güzel bir komşuluk örneği göstermiştir. Bu yazımızda tarih boyunca Türkiye Yunanistan ilişkileri ele alınacak ve yapılan dayanışmanın geleceğe olabilecek etkileri tartışılacaktır.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Türkiye Yunanistan İlişkileri Tarihi
1. Dünya Savaşı sonrasında baştan çizilen sınırlar ve imzalanan antlaşmalar uzun süreli huzur ortamı oluşturmak için yeterli olmadı. Birçok devlet, imparatorluk kurma isteği, antlaşmaların milliyetçi duygularıyla çatışıyor olması, savaşta istediğini elde edememiş olma ve savaş sonrası ‘barışı sağlama’ amacı ile kurulmuş olan Milletler Cemiyeti’nin görevlerini yerine getirmemesinden duydukları rahatsızlık gibi sebeplerle ayaklanmaya, birbiriyle yeni antlaşmalara imza atmaya ve gelişmemiş ülkelere saldırarak yeni sömürgeler edinmeye başladı. 18 Eylül 1931 tarihinde Japonya’nın Mançura’yı, Mayıs 1936’da ise Faşist bir politika izleyen İtalya’nın Etiyopya’yı işgalinin ardından 25 Ekim’de İtalya ve Nazi Almanyası arasında bir iş birliği antlaşması imzalandı. Bu olayı takiben, 1 Kasım’da Roma-Berlin Mihver İttifakı dünyaya duyuruldu.
Aynı ayın sonunda, 25 Kasım 1936’da, Japon İmparatorluğu da AntiKomintern Paktını imzalayarak Komünist Hareket ve Sovyetler Birliğine karşı Mihver Devletler tarafına katılmış oldu. Bu olaydan yaklaşık 8 ay sonra, 7 Temmuz 1937’de, Çin’i işgal ederek 2. Dünya Savaşı’nı resmi olarak başlattı. Savaşın başlamasının ardından yaklaşık üç yıl boyunca Mihver Devletler, birçok ülkeyi işgal ettiler, fazlaca antlaşma imzaladılar ve bolca toprağı bölüştüler. İtalya, 28 Ekim 1940’da bir kısım Yunan Topraklarının kendilerine teslim edilmesi talebiyle Yunanistan’a ultimatom gönderdi. Aldığı red sonucunda işgalinde olan Arnavutluk toprakları üzerinden Yunanistan’a girmeye çalıştı fakat oldukça güçlü bir direniş ile karşı karşıya kaldı. Yunan Ordusu, yalnızca İtalya’ya karşı vatanını başarıyla savunmakla kalmadı, aynı zamanda İtalya kontrolündeki Arnavutluk Topraklarının da bir kısmını işgal etti. Bunun üzerine Mart 1941’de yapılan İtalyan Taarruzu da başarısızlıkla sonuçlandı ve İtalyanların biraz daha toprak kaybetmelerine sebebiyet verdi. Söz konusu olay, 2. Dünya Savaşı’nda Müttefik Devlet topraklarında alınan ilk zafer olarak tarihe geçti.
Yunanistan’ın İşgali
İtalya’nın üst üste ikinci kez başarısız olması üzerine, Almanya devreye girdi. 6 Nisan 1941’de nispeten güçsüz olan Yugoslavya-Bulgaristan sınırından Yunanistan’a girdi. Sınır İhlalini takiben 20 Nisan’da kuzeydeki Yunan direnişi alt edildi. 27 Nisan’da Atina düştü ve son olarak Girit’in 1 Haziran’da düşmesi ile Yunanistan tamamen işgal edilmiş oldu.
İşgalin tamamlanması sonucunda Yunanistan toprakları üçe bölündü ve İtalya, Almanya ve Bulgaristan’ın denetimi altına girdi. Tüm bölgelerde başta Yahudiler olmak üzere halka çok büyük baskılar uygulandı ve on binlerce kişi öldürüldü. Öyle ki, savaş öncesi 77.377 Yahudi’nin bulunduğu Yunanistan’daki Yahudi nüfusu savaştan sonra sadece 10 bin civarında idi. Tüm bu baskılar ve katliamlar süresince Türkiye, Yunanistan Halkına, özellikle Yunanistan sınırlarında yaşayan Yahudilere fazlaca yardımda bulunmuştur. Buna örnek olarak birçok riski göze alarak, hatta hamile eşinin hayatını da riske atarak altmış küsur Yahudi’yi kurtaran konsolos Selahattin Ülkümen örnek olarak gösterilebilir. Türkiye’nin yardımları yalnızca Yahudileri kurtarmak konusunda değil, aynı zamanda Alman işgalinin ardından yaşanan ‘Büyük Açlık’ sırasında Kızılay gibi örgütler aracılığıyla Yunanistan’a yiyecek, giyecek gibi malzemeler gönderme konusunda da olmuştur.
1. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye Yunanistan İlişkileri
Yunanistan, 1914 senesinin yaz mevsiminde başlayan 1. Dünya Savaşı’na 1917’de dahil olmuştur. Bu gecikmenin ana sebebinin Konstantin’in uygulama taraftarı olduğu tarafsızlık politikası ile çatışan ve 1. Dünya Savaşı’na İtilaf Devletlerinin tarafında katılmanın gerekliliğine inanan Venizelos olduğunu söylemek mümkündür. Venizelos’a göre savaşı İtilaf Devletlerinin kazanacağı kesindi. Ayrıca savaşa katılmak Yunanistan’ı hem bir tehdit olarak görülen Osmanlı Devleti’ne ve Bulgaristan’a karşı koruyacak, hem de Kıbrıs ve Küçük Asya topraklarını el geçirerek Megalo İdea (Milli ve Büyük Hayal) idealini gerçekleştirmeye yaklaştıracaktı. Megalo İdea’yı gerçekleştirmek konusunda Venizelos ile hemfikir olan Kral Konstantin, savaşı hangi tarafın kazanacağı meselesinde onunla ters düşüyordu. 1. Dünya Savaşı’nın galibinin kesinlikle İttifak Devletleri olacağı görüşünde olan Konstantin, Yunanistan’ın toprak bütünlüğü ve huzuru için kesinlikte herhangi bir tarafa mensup olmaması gerektiğini düşünüyordu. Bu fikir ayrılığı yıllar içerisinde gittikçe şiddetlenecek ve 1915 yılında İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Çıkartmasından hemen önce Yunanistan’ı da davet etmesiyle doruk noktasına ulaşacak ve Milli Bölünme olayına sebebiyet verecekti.
Ege Adaları Sorunu
Bu süreç boyunca Yunanistan’ı savaşa sokmak için elinden geleni yapan Başbakan Venizelos, İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletleri ile sık sık görüşmeler düzenliyordu. Bu görüşmelerde Yunanistan’ın iki temel hedefini açıkça belirtiyordu: Azınlık meselesi ve Ege Adaları. Ayrıca bu hedeflere ulaşmak için bir an önce Osmanlı Devleti üzerinden bir askerî harekât düzenlenmesinin gerekliliğini vurguluyordu. Venizelos’a göre “Osmanlı Devleti Batı Trakya ve Küçük Asya’da yaşayan Hıristiyan nüfusu yok etme konusunda oldukça kararlı adımlar atıyordu. Osmanlı Devleti’nin savaşa dahil olmasından sonra durum daha da şiddetlenmişti. Küçük Asya adeta bir vahşet meydanına dönüşmüştü. Çaresiz bir şekilde kıyılara akın etmiş olan Hıristiyan nüfus yardım talep ediyordu. Bu acı haykırışlara Yunanistan’ın duyarsız kalması mümkün değildi”.
Nihayetinde savaşa çok katkı sağlamamasına rağmen Yunanistan da İstanbul Kuşatması sırasında boğaza gemi çıkarır ve İngiltere’nin yanında galip sayılır. Kendisine vaat edilmiş olan Ege Adaları, Trakya’nın büyük kısmı ve İzmir çevresine hızlıca çıkartma yapar. 1919 ile 1922 yılları arasında yaşanan bu Küçük Asya Serüveninin sorumlusu Yunanistan gibi görünse de perde arkasında bu bölgelerdeki çıkarlarını gözeten bir İngiltere figürü vardır.
Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye Yunanistan İlişkileri
Kurtuluş Savaşı süresince Türk-Yunan Cephesi veya Türk-Yunan Savaşı olarak da bilinen Batı Cephesi, çok büyük öneme sahiptir. Türk Milleti, doğuda Ermeniler, güneyde Fransızlar ve batıda Yunanlılar ile uzun soluklu ve son derece çetin mücadeleler etmiştir. Fakat bu üç cephede yapılan savaşların en uzun ve zorlayıcı olanı şüphesiz Yunan Askerine karşı yapılan Türk-Yunan Savaşı’dır. Millî Mücadele’nin kesin sonucu Batı Cephesi’nin sonuçlanmasıyla belirlenmiştir, bu sebeple Kurtuluş Savaşı’na Türk-Yunan Savaşı dendiği de görülebilir.
1. Dünya Savaşı’nı sınırlarını doğuya doğru genişletmek için harika bir fırsat olarak gören Yunanistan, 1915 yılında İngiltere tarafından vaat edilen Batı Anadolu topraklarından büyük bir payın da etkisiyle Sırbistan’a yardım teklifini kabul ederek 11 Haziran 1917’de savaşa girmişti. Savaşın sonuçlanmasının hemen ardından Mondros Mütarekesi’ne dayandırılarak Yunan Askerleri İzmir’e çıkarma yapmaya başlamıştır.
Kurtuluş Savaşı ve Batı Cephesi
Büyük vahşet ve katliamlara imza atarak İzmir ve çevresini işgal eden Yunanistan, Anadolu’da büyük bir tepkiye yol açmıştır. Hem Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri hayata geçirilmeye, hem de Kuva-yı Milliye, yani gönüllü kuvvetler kurulmaya başlandı. Halkın silahlarını teslim etmek yerine saklayarak Kuva-yı Milliye’ye katılması istendi. Yunanlıların saldırılara devam ederek gittikçe daha fazla toprak alması ve düzenlenen Gediz Taarruzu’nun disiplinsizlik ve düzensizlik gibi sebeplerle başarıya ulaşamaması sonucunda Batı Cephesi ikiye ayrıldı, başına yeni komutanlar (İsmet İnönü ve Refet Bele) getirildi ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanarak düzenli ordu sistemine geçilmiş oldu.
Düzenli orduya geçişin ardından art arda yapılan savunma savaşları ve en son Büyük Taarruz sonucunda 18 Eylül 1922’de Anadolu toprakları tamamıyla Yunan Askerlerinden temizlenmiş oldu. Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanistan ve Türkiye ilişkilerinin daima gergin olduğunu söylemek mümkündür. 1. Dünya Savaşı’nın bitişinden Yunanlıların Anadolu’dan uzaklaştırılmasına kadar geçen yaklaşık 3 yıllık süreçte birçok katliam ve zorbalığın yaşandığı görülmüş, düşman durumundaki bu iki millet sıkça birbirine zarar vermiştir.
Cumhuriyet Sonrası Türkiye Yunanistan İlişkileri
1923 ve sonrası ilişkileri Yunanistan ve Türkiye açısından değerlendirmek için öncelikle mutlaka Mübadele olayına bakılmalıdır. Mübadele, Lozan Barış Antlaşması’na ek olarak yapılan sözleşmeden hareketle Yunanistan ve Türkiye devletlerinin kendi milletlerine ait olan kişileri zorunlu olarak ülkelerine döndürmesi olayıdır. Bu nüfus mübadelesi ile ülke değiştiren kişilere mübadil denmektedir.
Bu sözleşme, İngiltere temsilcisi Lord Curzon’un teklifi ve Milletler Cemiyeti görevlisi Nansen’in raporu ile İstanbul’da yaşayan Rum Ortodokslar ve Batı Trakya’daki Müslümanlar haricinde iki ülkede yerleşmiş olan Müslüman ve Rum Ortodoks halkların göç etmesini zorunlu kıldı. Yaklaşık iki milyon kişi, bu sözleşme doğrultusunda yurtlarından koparıldı ve oldukça zor koşullar içerisinde diğer devletin sınırları içinde yaşamaya zorlandı.
Mübadele yıllarında iki millet de büyük acılar yaşamış, geride birçok değer ve öge bırakmıştır. İlber Ortaylı, bu konuya ilişkin Hürriyet Gazetesindeki bir yazısında, “İmparatorluklardan geriye bir miras kalır. Bu miras, günlük dilimizde de yer alır. Mesela Türkiye Türkçesindeki pek çok kelime… Bir binaya baktığımda ilk anda aklıma gelen kelimelerden bazılarını söyleyeyim: Anahtar, kilit, temel… Bunlar Rumcadır. Azerbaycan’da ‘anahtar’ diye bir kelime yoktur örneğin, ‘Açkı’ derler, ‘Bağlamak’ derler. Yine mesela ‘çatı’ kelimesi Farsçadır. ‘Yalının fenerini poyrazda yaktım”’diye bir cümle kurduğumuzda orada sadece yakmak Türkçedir. Yalı, fener ve poyraz… Üçü de Rumcadır.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.
Türk Yunan Mübadelesi
Mübadele süresince iki devletin ilişkileri gerginliğini korumuştur. Bu gerginliğin en büyük sebeplerinden biri de malların likidasyonu meselesidir. Mübadele sözleşmesine göre mübadiller yanlarına alabildikleri eşyaları alacak, alamadıklarını ise yerleştikleri ülkelere yollatabileceklerdi. Kâğıt üzerinde başarılı olan bu sistem, maalesef uygulamaya geçildiğinde memnuniyet getirememiştir. Kimi kaynaklara göre iki tarafın da görevlendirdiği kişilerin bu malların kayıtlarını tam olarak almadan işe başlamasından kaynaklı olarak birçok sorun yaşanırken, Emekli büyükelçi Vyron Theodoropoulos malların likidasyonu hususundaki sorunların Türkler tarafından çıkarıldığını iddia etmiş ancak bu konuda bir kanıt göstermemiştir.
1925 yılına kadar güçlü bir şekilde devam eden bu gergin ortamın bu yılda imzalanan Ankara Anlaşması ile çözüleceğinin sinyalleri verildi. Bu anlaşmaya göre Yunanistan, mübadele süresince direttiği bazı konularda olan ısrarın son verdi. Bu anlaşmayı 1926 yılında imzalanan ve 1927 yılında kabul edilen Atina Anlaşması izledi. İki devletin de barışın sağlanması için elinden geleni yapacağı belirtildi. Bu anlaşmaları takiben 1928 yılında iki devletin başbakanları da bir yakınlaşma politikasının izlenmesinin ve aradaki sorunların çözülmesinin gerekliliğini belirttiler. Mübadele meselesini bir sonuca kavuşturan anlaşma, 30 Ekim 1930’da imzalandı ve eski düşmanlar, yeni dostlar haline gelmeye başladı. Bu tarihten Atatürk’ün ölümüne kadar (1938) geçen zamanda iki devlet de ilişkileri geliştirmek için çalıştı.
2. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye Yunanistan İlişkileri
1939 senesinde patlak veren İkinci Dünya Savaşı, ülke ilişkilerini derinden etkileyecekti. Bu sırada Türkiye, savaştan uzak durarak kendi sınırları içinde çağdaş bir devlet kurmaya ve Lozan Barış Antlaşması’ndan geriye kalan problemleri çözüme ulaştırmaya çalışıyordu. Çözülen problemlerin en büyüğü kuşkusuz Türk-Yunan dostluğuydu. 1930’da imzalanan antlaşmayı 1938 senesinde imzalanan başka bir antlaşma güçlendirmiş, Ege Denizi’nin iki tarafı arasında samimiyet bağı kurulmuştu. 1941’de Almanya öncülüğünde Mihver Devletlerin Yunanistan sınırına girerek ülkeyi işgal etmesi sonucunda Yunanistan hızlı bir şekilde sefalet ve açlığın pençesine düştü. ‘Büyük Açlık’ ismi verilen dönem, hali hazırda ithal edilen yiyecek kaynaklarının ülkeye ulaşmasının sekteye uğraması sonucu başladı. Yunanistan’ı çok zor günler beklemekteydi.
Yunanistan’a yardım hareketlerinin önündeki en büyük engel İngiltere’nin uyguladığı abluka idi. Fakat 1941 senesinde uluslararası kamuoyundan gelen tepkiler sonucunda abluka içinden bir devletin devreye sokulması kararı alındı. Bu devlet ise Türkiye idi. Atatürk’ten kalan en kıymetli emanetlerden biri olarak görülen Türk-Yunan dostluğunu korumakta kararlı olan Türkiye, komşusu Yunanistan için başta Kızılay olmak üzere birçok kuruluşu devreye sokarak bir yardım vapuru hazırladı. Kurtuluş Vapuru, 13 Ekim 1941’de yüklendiği tonlarda yiyecek ile Yunanistan’a doğru yola çıktı. Yardım için son derece memnun ve müteşekkir olan Yunan Halkı, vapurun bir resmini yaptırıp Pire’nin en güzel yerine asacaklarını söyleyerek bu minnettarlığını dile getirdi. Kurtuluş Vapuru, Yunanistan’a ikinci seferini yapmak için 27 Ekim 1941’de Türkiye’den ayrılmıştır.
Kurtuluş Vapuru
Yunanistan’a yapılan yardımlar yalnızca vapur gönderilmesi ile de sınırlı kalmamıştır. 1942 senesinin Nisan ayında Türkiye tarafından Yunanistan’dan 800 çocuğun (13-16 yaşları arasında) savaştan korunma amacıyla Türkiye’ye getirilmesi ve savaş bitene kadar burada barındırılması teklif edilir. Birçok Türk aile tarafından bu çocuklara birer ikişer koruyucu ailelik yapmak için teklifler gelir. Koruyucu ailelik teklifleri reddedilir fakat söz konusu çocuklar için Baltalimanı civarında bulunan Damat Ferit Paşa Yalısı’nda konaklamasına karar verilir. Yalı, çocuklar için düzenlenir, karyolalar ve yemek takımları alınır. Hazırlıklar devam ederken, Yunan Kızılhaçı tarafından bu çocukların Türkiye’ye getirilmesinin dil ve aile yanından ayrılma gibi hususlarda sıkıntı yaratacağı sebebiyle projeden vazgeçilmesi istenmiştir. Bunun üzerine bu teşebbüsten vazgeçilmiştir.
Türkiye’nin Yunanistan’a yıllar boyunca gönderdiği yardımlar, dünya kamuoyunun Yunanlıların içinde bulunduğu sefaletin farkına varmasını sağlamıştır. Büyük bir örnek teşkil eden bir komşuluk ilişkisi oluşturmuştur. Bu durum Cumhuriyet gazetesinde şu şekilde özetlenmiştir: “Mahsulümüzün az ve kendimize zor yettiği zamanlarda bile, yiyeceğimizden keserek Yunanistan’a verdik. O zamanlar Yunanlılar açlıktan ölüyor ve kimse bu bedbaht halk kitlelerine yardım etmiyordu. Türkiye’nin yaptığı yardımlardır ki, medeniyet dünyasının Yunanistan’a muavenet elini uzatmasına ön ayak olmuş ve başka milletlere insanlık vazifesini hatırlatmıştır.”
2. Dünya Savaşından Sonra Türkiye Yunanistan İlişkileri
Savaşın Müttefik Devletler lehine ilerlemesi ve Mihver Devletlerin kaybedeceğinin öngörülmeye başlanması ile birlikte, Almanya tarafından Ege Denizi’ndeki 12 Ada’nın Türkiye’ye devredilmesi teklif edilmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında 12 Ada meselesinin iki devleti birbirine düşürmüş olması ve bu adaların üzerinde iki devletin de hak iddia etmiş olmasına rağmen Türkiye, savaşa katılmayan bir devletin savaştan herhangi bir şekilde pay almasının adil olmayacağı gerekçesiyle bu teklifi kısa sürede reddetmiştir.
Bu konu ile ilgili Tevfik Rüştü Aras, Tan gazetesindeki 12 Ada başlıklı yazısında, “… Haklı, adaletli, her millet hakkında güvenli bir barış esasının hakimiyeti mülahazası içinde, teklif yine bu esası koyup müdafaa edecek büyük devletlerden gelmek şekil ve şartıyla en az kendi komşularımız sayılan Meis vb. gibi adaların bervechi peşin Türkiye’ye bırakılması ve bunun asgarî bir emniyet sağlığı sayılması gerekir… Aras’ın teklifi son fakat pratik bir tedbir olarak incelenebilir… Ancak, genel barışı düzenlemek mevkiinde bulunanların bu bahis mütalaa edilirken Anadolu topraklarının bir devamından ibaret olan ve burnumuzun dibinde duran Adaları Türkiye’ye, bir hak, adalet ve emniyet esası icabı olarak bırakmayı düşünmeleri ve teklif etmeleri de yukarıda da işaret edildiği gibi muhakkak ki yersiz olmaz…” şeklinde bir açıklama yapmıştır.
Türk Yunan Dostluğu
Savaş dönemi sona erdiğinde bile bu yıllarda çoğu ülke görmezden gelirken Yunanistan’a birçok yolla yardım gönderen Türkiye, Yunan Halkı tarafından unutulmamıştır. Atina’nın en büyük sokağına Kurtuluş Vapurunun ismi verilmiş, ülkenin dört bir yanı bu olaya dokunan heykeller, resimlerle süslenmiştir. Özellikle soğuk savaş döneminin şartları bu iki devletin birbirine biraz daha yakınlaşmasına sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman, 1947’de Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım yapılması için yetki talebinde bulunmuştur. 1952 senesinde NATO ittifakında birlikte bulunmaları, bu iki ülke arasındaki ilişkileri daha da samimileştirmiştir. Öyle ki, 9 Ağustos 1954’te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Bled’de Balkan İttifakı’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. İki devlet arasındaki ilişkiler, 1955’te Kıbrıs Sorunu sebebiyle yeniden gerilmiştir ve bu sorunlar günümüze kadar geçerliliğini sürdürmüştür.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Geçmişten Günümüze Türkiye ve Suriye İlişkileri başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.
Türk Yunan dostluğu geliştirilmeli. Türkiye ile Yunanistan ilişkileri hep dostane olmalı artık.
türk yunan dostluğu diye birşey yoktur bizim saflığmız vardır ilk eline geçen fırsatta tepebize binmeye fırdat kollayan bir ülke sakarya muharebesi gibi