İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Dünya
İslamiyet’in doğduğu dönemde dünya nasıldı? İslamiyet’in doğuşu şüphesiz tarihte önemli yer tutan olaylardan birisidir. Somut örneklere rağmen bu olayın o coğrafyaları etkilemediğini savunanlar da vardır. Bu yazımızda bu yargının ortadan kalkması için argümanlar verip, çürütmeler yapacağız.
İslamiyet’in doğduğu dönemde Arap Yarımadası, Asya, Avrupa ve Afrika’da genel bir sosyal veya siyasal bir karışıklık bulunmamaktadır yargısı ne kadar doğrudur? İslamiyet’in doğuşunda belirli coğrafyalarda sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir? Karışıklık kelimesine tanım getirerek bu yazımıza başlamak istiyoruz. Karışıklık kelimesi bir şey düzensizliğinden ortaya çıkan; zihinsel ve somut olabilen sorun ve sıkıntılardır. Belirteceğimiz coğrafyalarda iç ve dış olmak üzere bulunan toplumsal sıkıntılara kanıtlar göstererek, var olan karışıklığı kanıtlamaya çalışacağız.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
İslamiyet’in Doğuşu
İslam’ın doğuşunu her basit izahın üzerinde tutmak gerekir. İster din, ister etnik durum, ister medeniyet üzerine dayanılsın, meselenin bütünü değil bazı yönleri ele alınmış olur. Hz. Muhammed (571-632), kendisine 610 yılında ilk vahyin gelmesiyle peygamber olmuştur. Bu olay ile birlikte İslamiyet doğmuş ve onu yayma çalışmalarına girilmiştir. Hz. Muhammed’e inanıp İslamiyet’i kabul eden kişilere İlk Müslümanlar adı verilir. İlk Müslümanlar’ın yaptığı İslamiyet’i yayma adı altında yapılan çalışmalar bir süre sonra açığa çıktı. Bu durum Mekkeliler tarafından pek de hoş ve taviz verilebilecek bir durum olarak karşılanmadığından, Müslümanlara baskı uygulamaya başladılar.
Mekkelilerin Müslümanlık’ı kabul etmemelerinin birçok nedeni vardır. Bunlardan ilki; Putperestlik’e karşı olan Müslümanlık’ın, Putperestlik sayesinde Mekke’ye yapılan ziyaretlerden elde edilen kazancı bitirecek olmasıdır. Diğer bir nedeni, Mekke’de yapılan köle ticaretini bitirecek olmasıdır. Köle ticareti o zamanın zengin Mekkelilerinin ana geçim kaynaklarından birisidir. Ayrıca, İslamiyet’in tamamen kabulü ile Hz. Muhammed siyasi üstünlük kazanacak ve zengin Mekkelilerin diğer Mekkelilere yaptığı siyasal baskı ortadan kalkacaktır. Zamanla Müslümanlar üzerindeki baskı arttı. Daha sonra Müslüman halk bu baskıya dayanamayıp kendileri için en uygun yer olan Habeşistan’a göç ettiler (615).
İslam Devleti’nin Kurulması
Hz. Muhammed, Hac için Medine’ye gelen Medinelilere İslamiyet’i kabul ettirdi. Medineli Müslümanların önde gelenleri ile Hz. Muhammed Akabe’de görüştüler. 622 yılında gerçekleşen bu olay Akabe Biatları olarak bilinir. Akabe Biatları’nda Medineliler, Hz. Muhammed’e bağlılık yemini etmişlerdir. Bunun sonrasında Medineliler Hz. Muhammed’i Medine’ye davet ettiler. Ekonomik ve siyasal güçlerini kaybetmekten korkan Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin baskıları ve tepkileri artınca, Hz. Muhammed Medinelilerin çağrısı üzerine beraberindeki Müslümanlarla birlikte Medine’ye göç etti. 622’de gerçekleşen bu olaya İslam tarihinde Hicret adı verilir.
İslamiyet’in yayılma döneminde Müslümanlar ve karşı taraf arasında birçok savaş olmuştur. Bunlar; Bedir Savaşı (624), Uhud Savaşı (625), Hendek Savaşı (627), Hudeybiye Barışı (628), Hayber’in Fethi (629), Mute Savaşı (629), Mekke’nin Fethi (630), Huneyn Savaşı (630), Tais Seferi (630) ve Tebük Seferi’dir (631). Hz. Muhammed İslamiyet’in temellerini atmıştır. Daha sonra Hulefa-i Raşidin de denen Dört Halife Dönemi başlamıştır (632-661). Bahsettiğimiz gibi İslamiyet’in doğuş kısmı Hz. Muhammed hayattayken yaşanmıştır. Dört Halife Dönemi’nde gerçekleşen olaylar daha çok İslamiyet’in geniş coğrafyalara yayılması olarak gelişmiştir.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Arap Yarımadası
İslamiyet’in doğuşu sırasında Arap Yarımadası’ndaki Araplar henüz millet haline gelemedikleri için kabileler halinde yaşıyorlardı. Her kabile birbirinden ayrı devlet gibiydi ve şeyhler tarafından yönetiliyorlardı. Arap Yarımadası’nın en önemli bölgeleri Hicaz, Necid ve Yemen’dir. Yemen, tarıma elverişli topraklara sahiptir. Necid bölgesi ise hayvancılığa elverişlidir. Bu üç yer önemli ticari yolların üzerinde bulunmuştur. Elbette ki konu verimli coğrafyalar olunca rekabet kaçınılmaz olur. Bu yüzden kabileler arasındaki sınır anlaşmazlıkları kan davalarına, kan davaları da savaşlara dönüştü. Yılın sadece dört ayında (Zilka, Recep, Zilhicce ve Muharrem) savaşmak ve kan dökmek haram olduğu için savaşılmazdı.
Arap Yarımadası’ndaki bu kan davaları birçok can kaybına neden olduğu için -ki bu can kayıplarının bir kısmı kabile reisleri veya kabilede değer gören kişilerdir- kabileler sıkıntıya girmiştir. Ayrıca bu davalar adadaki her yönden birliğin sağlanmasını geciktirmiştir.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Asya
İslamiyet’in doğduğu dönemde Asya’da Göktürler, Hindistan, Çin, Japonya ve Sasaniler gibi güçlü siyasi organizasyonlar bulunmaktaydı. Özellikle Göktürkler ticaret yolları üzerinde büyük bir egemenliğe sahipti. İslamiyet’in doğduğu dönemde Asya’da var olan devletleri biraz daha ayrıntılı inceleyelim.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Göktürkler
Orta Asya Türklüğünün en önemli temsilcisi olan Göktürk Devleti’nde Hristiyanlık, Zerdüşlük, Budizm, Maniheizm ve Yahudilik dinleri kabul görmesine rağmen Gök Tanrı inancı hakimdir. Kısaca Gök Tanrı inancına göre Tanrı kainatın yaratıcısıydı, tekti ve ebedi idi. O coğrafyada birden fazla dinin benimsenmiş olmasının en büyük nedeni coğrafyanın bulunduğu konumdur. Göktürk Devleti’nin o zamanki kağanlarından olan Tapo Kağan, yönetime geçtiği zaman ağabeyi gibi Çin ile iyi ilişkiler kurarak, kazanç elde etmek istemektedir. Bu isteğinde Çin’in o zaman içinde bulunduğu zor koşullar onun lehinedir. On bin kadar Türk tüccar Çin’e yerleşir ve daha sonra bu tüccarlar Çin ekonomisini yavaş yavaş ele geçirmeye başlarlar. Çin ile olan bu içli dışlı ilişki sebebiyle Çin kültürü yayılır ve Türk beyleri arasında bu kültüre biz özentilik oluşur.
Bunun üzerine Tapo Kağan Budist olur ve bu dini korumak için seferberlik ilan eder. Fakat Türk halkının yaşam tarzına uymayan bu din, halk tarafından kabul edilmez. Bu sebeple Tapo Kağan halk tarafından eskisi kadar değer görmemeye başlar. En belirgin örneği Budizm ile verebildiğimiz Göktürklerin İslamiyet’in doğuşu sırasında din ve inanç konusunu şu şekilde özetleyebiliriz. Göktürkler kendi coğrafyalarında birçok dinin bulunmasına rağmen sadece kendi yaşantılarına en uygun olan Gök Tanrı İnancı’nı benimseyebilmişlerdir.
Coğrafyada bulunan bu dinsel ayrım elbette ki bazı sorunlara neden olmuştur. Çünkü o dönemlerde kişiler genelde kendi dinlerine çok bağlı insanlardır ve bu dinsel ayrım onlar için büyük bir sorundur. Çin’in kendi prenseslerini entrika kurmak için Göktürk Devleti’ne sokmaları devletin içten içe çöküşüne sebep olmuştur. Göktürk tüccarlarının Çin kültürüne olan bu merakları devletin diğer bireyleri tarafından hoş karşılanmadığı için devlet içi siyasi itaatsizlik oluştuğunu söyleyebiliriz. Belki bazı kesimler küçük ayaklanmalar yapmış olsa da güçleri devlet reisinin bu arzusunu -aynı zamanda bu arzunun getirmiş olduğu her türlü fikir ve siyasi çatışmayı- engelleyememiştir.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Hindistan
Hindistan’da en eski devirlerden beri çeşitli ırk, dil ve kültürden insan bir arada yaşıyordu. Benimsenen din ise Hinduizm idi. Daha sonradan Budizm ortaya çıkmış olsa da fazla yaygınlaşamamış ve benimsenememiştir. Hinduizm Kast Sistemi’ne dayalı olan bir dindir. Kast kelimesinin kökeni ırk ya da soy anlamına gelir. Kast Sistemi ise toplumdaki insanların belirli ölçütlere göre sınıflandırıldığı sistemdir. Kast Sistemi’nde insanlar dört ana gruba ayrılmışlardır.
- Brahmanlar (Din adamları)
- Kşatriyalar (Hükümdar ailesi ve askerler)
- Vaisyalar (Tüccarlar, çiftçiler, esnaflar)
- Sudralar (İşçiler)
Kast Sistemi, toplumu kapalı sınıflara ayırmış, her sınıf kendi dilini geliştirmiştir. Kast Sistemi yüzünden Hint toplumu asla tek bir bütün olamamış ve siyasi birliğini sağlayamamıştır. Toplumun sınıflara ayrılmış olduğu ve siyasi birliğin bulunmadığı bir toplumda da sosyal sıkıntılar elbette kaçınılmaz olmuştur.
Bana göre Hindistan’da, Kast Sistemi’nin bu gibi zorluklar getirmesi kaçınılmazdır. Çünkü ortada bir demokrasi veya eşitlik yoktur. Eşitliğin olmadığı gibi sınıflar arasındaki farklar ve baskılar çok fazladır. Toplum en üst seviyedeki Brahmanlar için yaşanılabilir bir yer olsa da, daha alt seviyedeki insanlar için sefillik içerisinde olabilir. Elbette ki bu sistemin kendi içinde de bir yaşanmışlığı bir düzeni vardır. Çünkü bu sistem hatrı sayılır bir dönemdir uygulanmaktadır. Toplumsal sıkıntıların kaynağı sistemin katı olmasından kaynaklanmaktadır. Yani bu sistem isimsel bir ayrımdan daha fazlasıdır. Hindistan’da siyasi birliğin olmaması ayrı bir problemdir. Siyasi birliği olmayan bir ülke, yapılmamış bir yapboza benzer. Parçaların her ne kadar bir hikayesi olsa da, bir araya gelip yapboz olamadan kimse onları duvarlarına asmazlar.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Çin
İslamiyet’in doğuşu sırasında Çin’de siyasi birlik Si Hanedanı tarafından sağlanmıştı. Sui Hanedanı yönetimi sırasında Çinlilerin Göktürkler ile münasebetleri oldu. Tapo Kağan ölene kadar Göktürklerin Çinliler üzerindeki baskıları devam etmişti. Bu etki altında kalan Çin daha sonra Göktürk saldırıları karşısında kendi politikası olan iç savaş yaratmaya girişti. Türk boylarının arasına ikilik soktu ve Türk prensleri birbirine karşı kışkırttı. Bunun üzerine Göktürkler 582 yılında Doğu ve Batı Göktürkler olmak üzere ikiye ayrıldılar. Çin bu yıllarda Türkleri Çinlileştirmeye çalışmıştır. Şipi Kağan (609-619) zamanında Doğu Göktürkler, yeniden eski güçlerine kavuştular. Çin’e her yıl ödenen vergiler kesildi. Çin imparatoru yenilgiye uğratıldı. Çinliler ve Türklerin bu şekilde karşı karşıya gelmelerinin ana nedenlerinden bir tanesi İpek Yolu egemenliğidir. Tarım geniş ve verimli topraklarda önemli etkinliklerden bir tanesidir. En önemli ekonomik kazancı İpek Yolu’ndan almış olan Çin, elbette ki bu verimli topraklar için entrikalar düzenlemiştir.
Bu entrikaları düzenlerken kendi içerisinde siyasi karşıtlık ve çatışmalara maruz kalan Çin’de çatışmalar eksik olmamıştır. Bu gibi kumpaslardan önce bulunduğu sıkıntılı durumu yavaş yavaş atlatsa da toplum içi karışıklıklardan kurtulamamıştır. Aynı zamanda Göktürk baskısı nedeniyle savunmasız kalmıştır. Kesilen vergilerle ekonomik olarak da sıkıntıya girmiştir. Fakir kalmıştır. Yani Göktürkler Çin’i birçok bakımdan zor durumda bırakmıştır; bu da karışıklıklaların temel görünür nedenidir.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Japonya
İslamiyet’in doğuşu sırasında Japonya’da Yamato aileleri hakimdi. Japonya’nın o dönemde kuvvetli bir merkezi idaresi yoktur ve Çin’in etkisi altında kalmıştır. Bu nedenle Japonya derebeylik sisteminin kapılarını açmıştır. Derebeylik, temeli eşitsizliğe dayanan sosyal, ekonomik ve siyasal düzendir. Japonya, kendi bulunduğu coğrafyada durumu en kötü olan ülkedir. bunun nedeni siyasi bakımdan kuvvetli olmaması ve ekonomik açıdan gelişmiş olmamasıdır. Elbette ki çoğu açıdan gelişmemiş ve başka bir devletin adı altında -ki buna sömürgecilik de denebilir- yaşayan bir ülke olmak beraberinde sıkıntı ve karışıklık getirecektir. Bu merkezi idare yoksunluğu Japonya’nın gelişmesini uzatmış -şu an ne kadar gelişmiş olsa da- ve bir süre sefil kalmasına neden olmuştur. Zaten temeli eşitsizliğe dayanan bir sistem altında olan bir ülkede toplum içi sınıfsal kargaşalar veya hak sorunları eksik olmaz.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Avrupa
İslamiyet’in doğuşu sırasında Avrupa’da siyasi bir birlik bulunmamaktaydı. Kavimler Göçü ve Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’da merkezi krallıklar gücünü kaybetmeye başlamışlardır. Bunun yerine soyluların güç kazanması ile Feodalite Sistemi ortaya çıkmıştır. Feodalite, toplumsal eşitsizlik üzerine kurulu olduğu için toplumu sınıflara ayırmıştır. Bunların yanı sıra Avrupa’da hakim olan Skolastik Düşünce (Dogmatik Dini Düşünce), kilise hakimiyetinin fazlasıyla artmasını sağladı. Bunun sonucunda kendilerinde sosyal ve siyasi idare yetkisi gören Papalar kiliseye karşı gelenleri Aforoz ediyorlardı.
Kilise gün geçtikçe zenginleşti ve güç kazandı. Bu gelişme bilim ve gelişmede stabil olmanın yanı sıra Engizisyon Mahkemeleri, Enterdi (Papa’nın bir ülkeyi kralı ile birlikte cezalandırması) gibi yollarda birçok insanın Kilise’ye karşı gelme nedeniyle ölümüne neden olmuştur. Bu sınıfsal ayrım, siyasi birlikten yoksunluk ve Kilise’nin güç kazanması gibi nedenler Avrupa’da siyasi ve sosyal sıkıntılar yaratmıştır. Kilise’nin bu şekilde etkin olması sonucunda bilimsel gelişmeler gerilemiştir. Verilen can kayıpları insanların içinde Kilise hakkında kötü bir düşünce ve hakkını arama isteği yer etmiş bulundursa da, kimse can kaybı olamaması için sesini çıkartmamıştır. Bu da Kilise’nin kendisinde daha fazla güç bulmasına ve durumun daha kötüye gitmesine neden olmuştur.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Bizans İmparatorluğu
Bizans o zamanlar önemli Yakın Doğu devletleri arasındaydı. Bizans İmparatorluğu yıkılan Batı Roma İmparatorluğu’ndan sonra varlığını tek başına sürdürüyordu. En parlak dönemini Jüstinyen ile yaşamış olan Bizans, onun ölümünden sonra tekrar eski gücünü toplayamadı. İslamiyet’in doğuşu sırasında başında Heraklius varken yıpranmasına rağmen Orta Doğu’nun en güçlü devletlerindendi. Mısır ile arasında Hristiyanlık yüzünden sıkıntılar ortaya çıkmıştı. Ayrıca Afrika’nın kuzey kısımları Bizans’ın egemenliğindeydi ve Bizans ve Sasani rekabeti nedeniyle Mısır büyük bir baskı altında kalıyordu. O zamanlar Bizans, Hristiyanlık’ın Ortodoks mezhebine bağlıydılar. İslamiyet’in doğuşu sırasında Bizans’ın elindeki yerler hariç Avrupa’da siyasi bir birlik yoktu. Bizans ve Sasani devleti rekabetinde iki taraf da fazlasıyla yıpranmışlardı.
İslamiyet’in doğuşu sırasında Arap Yarımadası ve çevresi yukarıdaki haritada görülmektedir. Açık pembe ile gösterilen kısımlar Bizans İmparatorluğu’nun Asya, Avrupa ve Afrika’nın belirli bölümlerinde bulunan topraklardır.
Kendi içerisinde taht kavgaları ve siyasi karışıklıklar yaşayan Sasani Devleti, Bizans ile büyük bir mücadele içindeydi. Birbirlerine uzun süre boyunca akınlar düzenleyen bu iki devlet yine de yan yana yaşayabilecek şekilde birbirlerine eşitlik tanımışlardı. IV ile VII. yüzyıllar arasında iki rakip olarak dünya yönetimini paylaşan Bizans ve Sasani Devletleri dünya tarihine yön vermiş olan iki devletti. Bu iki devlet arasında askeri, siyasi ve diplomatik ilişkiler bulunmaktaydı ve özellikle nazik diplomatik söylemlerin arkasında derin düşmanlık yatmaktaydı.
İslamiyet’in Doğduğu Dönemde Franklar
Franklar, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra o coğrafyalarda yaşayan topluluklar kendilerine ait devletler kurmuşlardır. Bunlar; Fransa’da Franklar, İspanya’da Vizigotlar ve İtalya’da Ostrogotlar’dır. Franklar’ın yönetimi askeri güce dayanıyordu. Silah ve donatım yapımı nedeniyle maden işçiliğinde ilerlemişlerdi. Genelde yağmacılıkla geçinen bir kabileydi. Normalde Vizigotlar ve Ostrogotlar, Gotlar kavminin üyesiydi. Daha sonra bu kavmin ayrılması üzerine ikiye ayrılmışlardır. Bu üçü arasındaki savaşlar yüzünden binlerce kişi can vermiştir.
Kalan toplumun bu şekilde ayrılması tekrar birleşip eski gücüne kavuşması önünde bir engeldir. Verilen can kayıpları da toplumun zayıflamasına ve diğer devletlerin onlar üzerindeki egemenlik isteğinden dolayı yeni tartışma ve kargışalara neden olmuştur.
İslamiyet’in doğduğu Dönemde Arap Yarımadası, Asya, Avrupa ve Afrika’daki Sosyal ve Siyasal Karışıklıklar
Sonuç olarak, İslamiyet’in doğumu sırasında belirli coğrafyalardan gerek siyasi, gerek sosyal sıkıntılar olduğu kanıtlanmıştır. Avrupa’da derebeylik ve Papa’nın yetkisinin artmasına Roma İmparatorluğu’nun Kavimler Göçü nedeniyle yıkılması rahat bir zemin hazırlamıştır. Avrupa’da kilise ve krallıkların bir arada güçlerini arttırmaya çalışmalarından doğan bir siyasi birliksizlik vardır. Başka bir nokta ise Mısır ile Bizans arasında çıkmış olan ve Hristiyanlık’ın yanlış anlaşılmış olmasından kaynaklanan sıkıntılar olduğu açıktır. Göktürkler’in yaşadığı coğrafya birçok dine mensup insana ev sahipliği yapmaktaydı. Göktürkler ne kadar etkileşimde olsalar da diğer dinleri özümseyemediklerinden dolayı, coğrafyada inançsal bir karışıklık ortaya çıkmıştır.
Arap kabileleri arasında genelde toprak isteğinden kaynaklanan kan davaları mevcuttu. Vizigot, Ostrogot ve Franklar arasında geçen savaşlar ve tartışmalar birçok sıkıntıya neden olmuştur. Roma İmparatorluğu birçok sıkıntı altında kalmıştır. Çin Türk coğrafyasına hakim olmak istediği için -ki bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi İpek Yolu’dur- Türklerle birçok husumete girmiştir. Hinduizm, kast sistemine dayalı bir inanış olduğu için Hindistan’da gerek sosyal, gerek siyasi karışıklıkları ortaya çıkarmıştır. Son olarak Japonya, Dünya siyasetinde hatta kendi coğrafyasında bile etkin olamamış; bu da kendi içinde sıkıntıları ortaya çıkarmıştır.
Tarihin büyük bir kısmı yorumdan ibarettir; tarih sonradan yazıldığı için tarihçiler nasıl kabul etmek istemişler ise tarihi öyle yazmışlardır.
Hadi ordan 🙂 Tarih belgelere dayanan bir bilim dalıdır.