Engizisyon Nedir? Engizisyon Mahkemesi Yargılamaları
Engizisyon nedir? Engizisyon, Latince soruşturma anlamına gelen inquisitio kavramından gelmektedir. Engizisyon, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir yargılama sistemidir.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Engizisyon Nedir?
Engizisyon kavramı, “soruşturma, sorgulama ve bezdirici” anlamlarına gelen Latince “Inquisition” kelimesinden türetilmiştir. Bu kavram, Batı Avrupa ve Balkanlarda Katolik kilisesi tarafından yürütülen ve kilisenin inancının dışına çıkanları yargılama ve cezalandırma sistemi için kullanılmıştır. Engizisyon, Orta Çağ Hristiyanlığı için önem kazanmadan önce Roma’da bir yargı kurumu olarak kullanılmıştır. O dönemde, Roma İmparatorları sosyal düzeni bozan tüm faaliyetleri yasaklamış ve bu faaliyetleri gerçekleştirenlere ceza uygulamıştır. Bu yasaklı faaliyetlerden biri de Hristiyanlık dinine mensup olmaktı.
Hristiyanlığın haricinde resmi din dışındaki bir dine mensup olmak, devlete başkaldırmak, dine veya Tanrı’ya küfür ve büyücülük de yasak olan faaliyetler arasındaydı. Bu faaliyetlerde bulunanlara işkence, ateşte yakma, hapse atma, mallarına el koyma gibi çeşitli cezalar uygulanmıştır. Bu yasaklamalar fermanlar ile duyurulmuş ve uymayanlar görevliler aracılığıyla takip edilerek yargılanmıştır. Roma zamanında İmparatorluk namına yargılama yapılırken Orta Çağ’a aktarılan sistemde yargılama Papa namına yapılıyordu. Hatta Orta Çağ’da bu yargılamaların Tanrı için yapıldığı iddia edilmiştir.
Orta Çağ’da engizisyonun savunucularından biri olan Paroma, Âdem ve Havva’nın Tanrı tarafından cennetten kovulduğunu hatırlatarak Tanrı’nın ilk engizitör olduğunu söylemiş ve engizisyonun dini amaç güden gerekli bir sistem olduğunu savunmuştur. Roma’da Hristiyanlık yargılanmaya sebep olan bir din iken Orta Çağ’da yargılayan haline bürünmüştür. Orta Çağ’da, Roma’daki engizisyonun zıttı olarak Hristiyanlık dininden uzaklaşan, dine uygun davranmayan veya başka bir dine sahip olanlar heresy (Sapkın) olarak nitelendirilerek yargılanıyorlardı. Sapkınlar, sayılarının 11 ve 12. yüzyıllarda artmasıyla toplumun tepkisini üstlerine çekmişlerdir.
Bunun sonucunda dini ve siyasi otorite birtakım önlemler almıştır. Bu önlemlerden biri olan aforoz ile sapkınlar piskoposların sorumluluğunda yargılanmıştır. Ancak sapkınlık hareketleri artınca piskoposlar bu hareketlerle başa çıkamamış ve bu durumda papalık önlem almak zorunda kalmıştır. Papa ise özel olarak seçilen engizitörler aracılığıyla yargı sistemini yürütüyordu. Papalık engizisyonunun işlemesiyle piskoposluk engizisyonu yürürlükten kaldırılmış ve 13. yüzyılda Papa IX. Gregory tarafından resmi olarak kurulmuş ve yaygın hale getirilmiştir.
Engizisyon Mahkemesi Yargılama Sistemi
Orta Çağ Hristiyanlığında kilisenin baskısının her alanda hâkim olduğu bir düzen mevcuttu. O dönemde hukuk sisteminde aforoz kurumu etkindi. Kilise, zaman içerisinde bu kurumu geliştirmiş ve yeni iki kurum eklemiştir. Bu kurumlar kutsal hukuk ve engizisyondu. Kutsal hukuk, kilisenin 1100 yılından 1500 yıllarına kadarki siyasal düşüncesi oluşturmuştur. Orta Çağ’daki önemini kilisenin otoritesinin laik yöneticiler de dahil toplumun her sınıfı üzerinde yayılması ile edinmiştir. Bu hukuk sisteminin yasaları; önemli bazı papalık yasalarının ve daha önceden görev yapmış konseylerin hükümlerinin derlenmesiyle oluşturulmuştur. Kilisenin geliştirdiği diğer kurum ise engizisyondur. Geliştirdiği bu kurumlar sayesinde siyasi iktidarın üç organı da kilisenin eline geçmiştir. Hükümetin başındaki krallar aforoz ile tehdit ediliyordu. Dolayısıyla kilise çerçevesinde hareket eden krallığın koyduğu her yasa kilisenin hukukuna uygun olmak zorundaydı.
Engizisyonun gelişim sürecinde ortaya çıkan sapkınlık hareketleri ile engizisyonun temel yargı usulü de biçimlenmiştir. Bu olayda konsül kararı ile seçilen her bir papalık emri birer yargı emrini oluşturuyordu. Bu yargı usulünün oluşmasında ve uygulanmasındaki en fazla pay engizitörler tarafından yazılmış el kitaplarına düşmektedir. Bu el kitapları engizitörler tarafından engizisyon sisteminin düzenli bir şekilde çalışabilmesi ve yargı karmaşasının ortaya çıkmaması için yazılmıştır. Bu kitaplara göre engizisyon yargı usulü altı aşamadan oluşuyordu: genel yemin, af zamanı, mahkemeye celp, sorgulama ve deliller, zorlama ve işkence safhası, hüküm verme süreci.
Genel Yemin
Genel yemin, engizisyon yargılama usulünün ilk aşamasıdır. Her engizitör ve piskopos sorumlu olduğu bölgeleri dolaşıp sapkınları tespit etmek zorundadır. Bu kişiler yılda dört defa sorumlu oldukları bölgeleri gezerek şikayetleri ve suçlamaları topluyor ve değerlendirmeye alıyorlardı. Engizitörler ve piskoposlar sorumlu oldukları bölgedeki halkı şüpheli bir kişi gördüklerinde gizlice ihbar etmeleri üzerine yemin ettiriyordu. Sapkın ihbarı gelince bölgenin sorumluluğunda olan engizitör, içinde yargı yardımcılarının ve korumaların bulunduğu bir ekiple ihbarın geldiği bölgeye gidiyordu. Burada engizitör sapkınları bildirmeyenlerin cezalandırılacağı ve sapkınlar hakkında vaaz veriyordu. Yani bu aşamada engizitörler ve piskoposlar sorumlu oldukları bölgedeki sapkınları tespit etme, ihbarları alma ve suçlamaları değerlendirme görevi yapıyorlardı.
Af Zamanı
Genel yemin aşamasında engizitörlerin verdiği vaazdan sonra kendisini sapkın olarak hisseden kişiler kilisede toplanıyor ve 15 ila 30 günlük bir süre içinde yargılanıyorlardı. Bu süreçte sapkın kişi kendisine merhamet ile davranılacağına inanarak suçunu itiraf edebiliyordu. Suçu daha öncesinde bilinmeyen ve suçunu hemen itiraf edenler cezalardan kurtulabiliyor, yalnızca bir tövbe cezasına tabi tutuluyorlardı. Sapkınlığı bilinenler ise sapkınlıklarını itiraf ederse müebbet hapis veya ölüm cezasından kendileri kurtarabiliyorlardı. Bir aylık süre sonunda ise mahkemenin affı son buluyordu. Geriye kalan şüpheli şahıslar takibe alınıyor ve en küçük şüpheli harekette mahkemeye çağrılıyordu. Bu çağırma üç defa tekrarlanıyordu eğer şüpheli kişi bu çağrıyı reddederse aforoza veya hapis cezasına tabi tutuluyordu.
Mahkemeye Celp
İlk iki aşama sonunda suçunu hala itiraf etmeye inat edenler bölgenin sorumlu engizitörü tarafından mahkemeye çağırılıyordu. Eğer bu kişi sözlü çağrıları dikkate almazsa yazılı bir çağrı yapılıyor ve yine dikkate almazsa tutuklanıyordu. Bu tutukluluk durumu bir yıl sonunda bitiyordu.
Sorgulama ve Deliller
Sapkınlıkla suçlanan kişiler mahkeme huzuruna yargılanmak üzere çıkarıyordu. Mahkeme sırasında sapkın hakkında aleyhine olan tüm deliller okunuyor ve ihbarlar sunuluyordu. Sapkınların ise bu delilere cevap vermesi gerekiyordu. Burada sapkınlara avukat tutma hakkı tanınmış olsa da zamanla sapkınları savunan avukatlar da sapkın olarak değerlendirilince avukatlar bu işiten çekilmiştir. Ayrıca mahkemede bir dönem denetleyici olarak “Engizisyon Jüri Üyeleri” altında bir grup yer almıştır.
Zorlama ve İşkence
Mahkemede suçunu hala itiraf etmeyen kişiler mahkemeye özgü işkenceler ile suçunu itiraf ettirilmesi çalışılıyordu. Engizisyon mahkemelerinde işkencelerin gerekliliğini kutsal kitaplara dayandırarak savunuyorlardı. Tanrı’nın Âdem ve Havva’yı cezalandırmasını kendilerine göre yorumlayan engizitörler kutsal kaynak ile kendi fikirlerini destekliyorlardı. Bu işkenceler şunlardı: Ordalia işkencesi, Flagellation işkencesi, Chevalet İşkencesi, Faloride boğası işkencesi, Nuremberg Vierji aleti işkencesi, Museliere de Commeres işkencesi, organları ezme işkencesi, Estrapade işkencesi, Charbonts Ardents işkencesi, su işkencesi, tahta at işkencesi, yuvarlak işkencesi, gemi direği işkencesi, kazığa oturtma işkencesi, işkence tabutu, Brodequin işkencesi vb.
Hüküm Verme Süreci
Deliller ortaya çıktıktan ve suçlu bu delilleri kabul ettikten sonra sıra engizisyon mahkemelerinin son aşamasına gelmektedir. Bu aşamada sapkınlar için kesin bir karar verilir. Bu karar ceza verici veya bağışlayıcı olabilmektedir. Bu karar bölgenin engizitörünün ve piskoposunun ortak kararı ile veriliyordu. Ancak bu hüküm yalnızca engizitörlerin ve piskoposların kararına bırakılmıyordu. Ek olarak bir kurul tarafından belirlenen bu karar tartışılıyordu. Kararı verecek kişilerin masalarında doğru karar verebilmeleri için İnciller bulunurdu. Bu İnciller üzerinde adaleti sağlayacaklarına dair yemin ediyorlardı. Meclis hüküm konusunda anlaşamazsa oylama yapılıyordu. Alınan hükmün açıklanması ise kutsal gün olan Pazar günü büyük törenler ile duyuruluyordu.
Orta Çağ Engizisyonu
Engizisyon düşüncesi temelde Tanrı’nın Âdem ve Havva’yı cennetten kovmasına kadar gitmektedir. Tanrı’nın Âdem ve Havva’yı cennetten kovması sapkınlık yapanların cezalandırılabileceğinin temel örneğidir. Orta Çağ’da da bu düşünce üzerinden Hristiyanlık inancına aykırı davrananlar kilise tarafından sorgulanmıştır. Bu sorgulama sistemi her ne kadar 13. Yüzyılda başlamış olarak bilinse de bu tip akımlara yönelik baskılar Konstantin’in Hristiyanlığı tanımasıyla başlamıştır. Hristiyanlık, Roma tarafından tanınmadan önce ağır bir baskıya maruz kalmıştır. Bu sebeple Hristiyanlık, Konstantin’den sonra yönetimi ele geçirmiş ve geçmişte kendisine zulmedenlere karşı intikam almıştır. Bu intikam başlangıçta Yahudi ve putperestlere karşı olsa da zamanla kendisinden türeyen mezhep ve akımlara karşı kendisini göstermiştir.
Hristiyanlığın ilk zamanlarında bazı Kilise babaları dini hürriyeti reddeden fikirler öne sürmüştür. Örneğin, önemli bir kilise babası olan Augustin “tek Tanrı, tek inanç, tek vaftiz” sözü ile sapkınlığa karşı olan savaşın temel idealini yaratmıştır. Augistin’e göre sapkın, iktidarı ve şöhreti için sahte fikirlerin tesirinde kalarak sahte fikirler icat eden veya o tip fikirleri takip eden kişidir. Augustin’in öncesinde de kilisede bu tip düşüncelere sahip kilise babaları var olmuştur. Bu düşüncedeki kilise babalarından biri olan Aziz Ignatus, Hristiyan inancının dışında bir yol izleyenlerin ve sapkınlığa meyilli olanların kurtuluşu olmadığını iddia etmiştir. Sapkınlığa karşı olan görüşleriyle Thomas Aquinas’da engizisyonun resmileşme sürecinde önemli bir kaynaktır. O sapkınların yalnızca kiliseden atılmasıyla kalınmamasını aynı zamanda dünyadan atılması gerektiğini savunmuştur. Ona göre ruhun hayatının sürüp gitmesini sağlayan imanın bozulması, dünyevi hayatı sürdüren paranın bozulmasından çok daha ciddidir.
Hristiyanlık dininden ayrılmanın ve karşısında bulunmanın ölüm cezası ile sonuçlanacağı ilk olarak Roma İmparator I. Theodosios tarafından 382’de açıkça duyurulmuştur. 12. Yüzyıla kadar olan süreçte din hakkında işlenen suçların cezalandırılması devlet tarafından yapılsa da 11. Yüzyıldan itibaren Hristiyanlığa karşı ciddi çıkışlar ortaya çıkmıştır. Bu çıkışlar yalnızca dini alanda değil, ekonomik, siyasi ve sosyal alanlarda da ciddi meselelere sebep olmuştur. Bu çıkışlardan devlet ve kilise üzerinde tehlike yaratanlar maniheizm düşünceyi benimsemiş olan akımlardır. Kathar heretikleri, kilisenin öğretisine karşı çıkmış ve kiliseyi boykot etmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’da yayılmaya başlayan Katharların fazlalığı zaman içerisinde kiliseyi tehlikeye atmış ve kiliseyi zor bir çatışmanın içine sürüklemiştir.
Bu yüzden Orta Çağ’da sapkınlara karşı daha yerel bazda yanıt veren kilise 12. Yüzyılda sapkınlığın daha ciddi boyutlara ulaşmasıyla daha katı yanıtlar vermiştir. Bunun örneklerinden biri olan Papa III. Innocent sapkınlığa karşı ilk önlemleri yetersiz kalınca mücadelesini genişletmiş ve daha katı önlemler almıştır. Bu süreçte halkı sapkınlara karşı birleştirmeye çalışan ruhban sınıfı kilisenin siyasi ve ekonomik olarak güçlenmesiyle paralel olarak değişmiş ve daha refah ve zenginlik içerisinde yaşamaya başlamıştır. Heretikler ise ruhban sınıfın bu değişimini halka İsa’nın yolundan uzaklaşmak olarak anlatmış ve halkı onlara karşı birleştirmiştir.
Papa bu önemlerinde başarısız olunca Dominiken ve Fransisken tarikatlarından destek almıştır. Papa bu tarikat üyelerinin heretikler hakkında rapor tutmalarını istemiştir. Bu sebeple Dominiken ve Fransisken tarikatı engizisyonun temelini oluşturmuşlardır. Kilise bu şekilde durumunu kısmen de olsa iyileştirebilmiştir. Bu durumda Katharlar Kilisenin önlemlerinden rahatsızlık duymuş, mahalli idarecilere ve kilise görevlilerine karşı suikast girişimlerinde bulunmuştur. Tüm bu yaşananlar her iki tarafın da alevlenmesine sebep olmuştur. Kilise, aldığı önlemlerinin heretik hareketleri engelleyemeyeceğini anlayınca sapkınlara işkencelerin yanında hapis ve aforoz gibi cezaların verilmesini gerektiğini kabul etmiştir.
12. yüzyılda başlayan ayaklanmalar kilisenin yanında devlet yöneticilerine ve piskoposlara karşı da baskı uygulamaya başlamıştır. Bu dönemde Papa III. Lucius sapkınlara karşı yapılacak müdahaleler hakkında düzenlediği toplantıda piskoposlara sorgulama hakkı verilmiştir. Bu sebeple engizisyonun temellerinin III. Lucius ile atıldığı kabul edilmektedir. Papa III. Innocent zamanında da sapkınlığa karşı katı önlemler sürdürülmüştür. Onun döneminde Yahudilere çeşitli iddialar sonucunda baskı uygulanmıştır. III. Innocent döneminde gerçekleşen IV. Lateran Konsülü’nde de Yahudilerin onları halktan ayıracak kıyafetler giymesi gerektiği gündeme getirilmiş ve daha öncesinde sapkınlar hakkında alınan kararlar tekrarlanmıştır.
Papa III. Innocent, sayıları hızla artan Katharlara karşı haçlı seferi çağrısında bulunmuş ve bu sefere katılacaklara endüljans belgesi verileceğini duyurmuştur. Dolayısıyla haktan pek çok kişi bu seferlere katılmıştır. 20 yıl süren bu savaş sonucunda Katharlar’ın gücü azalmıştır. Innocent’ten sonraki bir dönemde Papa olan IX. Gregory, sapkınlıkla mücadelede yeni yasalar oluşturmuş ve engizisyonun gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Papa IIX. Gregory’nin 20 Nisan 1233’te yayınladığı bildiri ile ise engizisyon resmen kurulmuştur.
Roma Engizisyonu
Hristiyanlık Roma İmparatorluğu döneminde ortaya çıkmış ve yayılmaya başlamıştır. Fakat, yeni bir dinin ortaya çıkışı yöneticiler tarafından hoş görü ile karşılanmamış hatta 4. Yüzyıla kadar Hristiyanlar Roma İmparatorluğu tarafından sapkın olarak adlandırılmıştır. Bu durumun sebebi o dönemde imparatorun aynı zamanda dini şef olmasıdır. Dolayısıyla dine karşı çıkmak imparatora karşı çıkmak anlamına geliyordu. Hristiyanlar, İmparatorluğun inancından farklı bir inanca sahip olduğu için toplumun güvenliğini tehlikeye atan unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple Hristiyanlar Roma İmparatorluğu döneminde ağır baskılara maruz kalmış ve cezalara çarptırılmıştır. İmparatorluğun bu tutuma karşı Hristiyanlar ise kendilerini savunmaya devam etmiş hatta kendilerinin vergisini veren, devletin yasalarına uyan vatandaşlar olarak tanımlamıştır.
O dönemde her ne kadar Hristiyanlık devlet tarafından baskılansa da dini özgürlüğü savunanlar da vardı. Bunlardan biri olan Kilise babası Tertulien 212 yılında yazdığı bir mektupta herkesin istediği Tanrıya tapmasının insanın en doğal hakkı olduğunu ve bir kişiye inandığı din sebebiyle zarar verilmemesini, hizmet de edilmemesini savunmuştur.
Hristiyanlar her ne kadar dini özgürlüğün savunucuları olsa da kendi cemaatlerinde farklı inanç ve yorumlara sahip kişileri aforoz etmiştir. Bu tutumlarının sebebini de kutsal metinlere dayandırmıştır. Yani Hristiyanlar devletin dini baskısına maruz kalsalar da aynı baskıyı kendi aralarındaki kişilere uygulamıştır. Onların bu düşüncesi ise Hristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini haline gelmesiyle daha çok artmıştır. 313 yılında İmparator Konstantin’in Milan Fermanı ile din özgürlüğünü ilan etmiştir. Ancak Konstantin’den sonra gelen İmparatorların kendilerini Hristiyanlığın koruyucusu olarak görmesiyle Hristiyanlık; Roma’nın resmi dini haline gelmiş ve dinin siyasallaşmasına sebep olmuştur.
Bu dönemden sonra daha önceden savundukları din özgürlüğü düşüncesinden sapan Hristiyanlar diğer dinlere mensup kişileri tehdit olarak görmüş ve zamanında kendilerine uygulanan baskıyı bu kişilere uygulamıştır. O dönemden sonra İmparatorlar kendilerini hem devlet hem de din işlerinde yetkili görmüştür. İmparatorlar dini yetkileriyle konsüller toplamış ve bu konsüllerde sapkınlara karşı çeşitli cezalar verilmiştir. İmparatorların bu şekilde kendilerini din işlerinde yetkili görmeleri devlet ile ilişkisi iyi durumda olan Hristiyanlar için yadırganacak bir durum olmamıştır. Çünkü sapkınların ülkeden atılmaları ülkedeki çatışmayı ve bozgunluğu azaltarak halkın kiliseye duyduğu güvenin artmasını sağlamıştır. Tarihçiler tarafından bu görüşe “Sezaro-Papizm” adı verilmiştir.
İspanyol Engizisyonu
Güney Fransa’ya yakın olan Argon ‘da engizisyonun kurumsallaştığı dönemde bir engizisyon kurumu oluşturulmuşsa da bu kurum 15. Yüzyılın sonları kadar pek işlek olmamıştır. Dolayısıyla Fransa’da kurumsallaşan engizisyon sistemi, İspanya’ya daha geç ulaşmıştır. Engizisyonun İspanya’ya gelişinin 14. Yüzyılın sonlarına doğru Yahudilerin yaşadığı “aljama” adlı mahallelerde katliamların yapılması ve Hristiyanlık dinine baskılanmaları ile olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Yahudilere yapılan katliamlardan Yahudiliğin yasaklanmasına kadar olan süreçte birçok Yahudi’nin Hristiyanlığa dönmesi (Converso) ve İspanya’nın Yeni Hristiyanlar tehlikesiyle (Converso danger) karşı karşıya kalması engizisyonun İspanya’ya gelişinin nedenlerindendir.
Kastilya kraliçesi I. Isabella’nın ısrarı üzerine Papa IV. Sixtus’un 1478’de üç engizitörü İspanya’ya göndermesi ile İspanya’da engizisyon mahkemelerini kurmuştur. İspanya engizisyonu her ne kadar Güney Fransa’daki engizisyonu temel almış olsa da baskın bir ırkçı sisteme sahipti ve merkezi hükümetin denetimi daha fazlaydı. İspanyol engizisyonun Fransa’daki engizisyondan farkı ise sistemin kralın isteklerine göre biçimlenmesi ve monarşinin daha fazla etkisi altında kalmasıdır. Dolayısıyla Krala olan bağlılığı sebebiyle İspanyol engizisyonu döneminde bir otorite aracı olarak çalışmıştır.
İspanya’daki engizitörler, gittikleri yerde bir Pazar ayni sırasında tüm halkı toplayarak onları yasadışı olan bir durum gördüklerinde veya hükümetin istemediği kişileri gördüklerinde bildirmeleri için yemin ettirmiştir. Bu sebeple engizitörler halkta korku salan bir araca dönüşmüştür. Bu durum krallığın halk üzerinde otoritesini sağlaması adına büyük önem taşımıştır. Bu denetim krallığın lehine iki durumun oluşmasını sağlamıştır. Conversolardan zengin olanlarının mallarına el konulup tacın hazinesine ekleniyordu. Ayrıca yarımadanın Müslüman ve Yahudilerden temizlenmesini sağlamıştır. Dolayısıyla krallık bu otoriter denetim sayesinde siyasi, sosyal, ekonomik ve birçok alanda yarar sağlamıştır.
İspanyol engizisyonu, 1808’de Napolyon tarafından kaldırılmıştır. VII. Ferdinand, 1814’te engizisyonu tekrar yürürlüğe koymaya çalışmışsa da 1820 yılında Kortez tarafından tümüyle yürürlükten kalkmıştır.
Portekiz Engizisyonu
Etkisini en fazla İspanya’da gösteren engizisyon İspanya’da uzun bir süre var olmuştur. 13. Yüzyılın sonlarına doğru İspanya’da zorla Hristiyanlaşmış Müslüman ve Yahudi toplumun dorumu gündeme geldi. İspanya’da özellikle Yahudi ve Müslüman kesime karşı duyulan bir nefret vardı. Bu nefret ekonomik sıkıntılar artınca daha belirgin hale gelmiş ve sarraf Yahudilere, Müslüman Araplar’a karşı duyulan nefret artmıştır. Bu nefret ve dini otoritelerin baskısı sebebiyle pek çok Yahudi din değiştirmiştir.
Bu conversoların takibini ve eski dinlerine geri dönmeleri halinde cezalandırmalarını ise engizitörler yapıyordu. Başlangıçta küçük bir alanda etkili olan bu sistem zamanla genişlemiş ve yalnızca conversolar ile ilgilenen engizisyon mahkemeleri Yahudi ve Müslüman kesimi de baskı altına almaya başlamıştır. İleriki dönemlerde ise Yahudilere ve Müslümanlara iki seçenek verildi. Bunlar vaftiz edilme veya sürgüne gönderilmeydi. Dinlerini terk etmek istemeyenler bu seçenekler arasından sürgüne gönderilmeyi seçti. Ancak vaftiz edilenlerin takibi devam etti. 1481’de yürürlüğe konan yakma cezasında da yakılanların büyük bir kısmı conversolardan oluşuyordu.
Bu cezalandırma işlemleri ve baskılar ise süreçle paralel olarak sürekli artış göstermiştir. Başlangıçta engizitörlerin görevi şüpheli kişileri sorgulayıp onları resmi makamları teslim etmek iken sonrasında tüm yargılama sürecini üstlenmiştir. Engizitörler suçladıkları kişilerin suçlarını itiraf etmeleri için işkence yöntemleri kullanıyordu. Ancak bu yöntemler işe yaramayınca mahkumların hücrelerine casuslar gönderilip suçunu itiraf ettirmeye çalışıyorlardı. Bu mahkûmlardan suçunu itiraf edenlere hapis cezası, etmeyenlere ise “auto da-fe” adı verilen bir ceza veriliyordu. Bu ceza mahkûmun bir kazığa bağlanıp halk önünde yakılması ile gerçekleşiyordu. Tüm bu işkencelere karşın mahkûm hala suçunu itiraf etmezse beraat ediyor ancak tüm mal varlığı elinden alınıyordu.
Portekiz’de Hristiyan varlıklı kişilerin tüm önleme çabalarına rağmen Diogo da Silva 1532 yılında ilk engizitör olarak görevlendirilmiştir. 1536’da ise İspanya engizisyonunun örneğinde Portekiz’de engizisyon kurulmuştur. Portekiz engizisyonun ilk üç yılında zoralım yoluna gidilmiştir. Portekiz engizisyonunda da engizisyon yetkisi Kralın yetkisindeydi. Papanın seçtiği elçi engizisyonu yönetirken kral da kardeşini genel engizitör/büyük engizitör ilan ederek mahkemenin otoritesini güç kazanmasını sağlıyordu. Portekiz’de ilk auto de-fe cezası 1540 yılında Lizbon’da uygulanmıştır. 1547’de ise engizisyon Portekiz’de kurumsallaşmıştır. 1683 yılında ise Lizbon’da Hristiyanlıktan sapan kişilerin çocuklarının elinden alınması ve onların Katolik inancına göre yetiştirilmesi kararı alınmıştır.
19. yüzyılda tamamen kaldırılan engizisyon, Portekiz’de yaklaşık olarak 29.600 kişiyi çeşitli şekilde cezalandırmış, 1180 kişiyi bizzat, 650 kişinin büstünü yakmış, 800 kişiyi auto da-fe uygulamasına tabi tutmuştur.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Skolastik Düşünce Nedir? Tarihi ve Özellikleri başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.