Bozkurt Lotus Davası Nedir? Nedenleri ve Sonuçları
Bozkurt Lotus Davası nedir? Bozkurt-Lotus davası, 2 Ağustos 1926’da Türkiye Cumhuriyeti vapuru Bozkurt ile Fransa vapuru Lotus’un Ege denizindeki Midilli adası açıklarında çarpışarak batması sonucunda başlayan uluslararası bir davadır.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Bozkurt Lotus Davası Nedir?
Bozkurt-Lotus davası, 2 Ağustos 1926’da Türkiye Cumhuriyeti vapuru Bozkurt ile Fransa vapuru Lotus’un Ege denizindeki Midilli adası açıklarında çarpışarak batması sonucunda başlayan uluslararası bir davadır. Bozkurt Lotus olayında iki geminin kaptanı da Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri tarafından tutuklanmıştır.
Ayrıca Bozkurt Lotus olayında 8 Türk vatandaşı ölmüştür. Çarpışma sonucu vefat eden Türk vatandaşları şunlardır; İkinci kaptan Hasan, tayfadan Sinoplu İsmail, ateşçi Gerzeli Ahmet, Arap İbrahim, Hakkı, Gerzeli Hasan, kamarot Büyük Limanlı Osman ve vapurdaki kömürlerin nakline nezaret eden emekli bahriye kaymakamı Ada’da sakin Tahsin Efendi.
Bozkurt Lotus Davası Nedenleri
Bozkurt Lotus Davası, Midilli Adası yakınlarında Türk Bozkurt ve Fransız Lotus gemilerinin yaşadığı bir kaza sonucu açılan bir davadır. Bozkurt Vapuru bu kazadan önce 12 Kasım 1924’te Gülnihal gemisi ile de çarpışmıştı. Bu kazanın can ve maddi kaybı, Lotus gemisi ile yaşadığı kazaya kıyasla bu kadar büyük değildi. Bu kazanın üzerine çok durulmadı. 2 yıl sonra 31 Temmuz 1926, cumartesi günü Kuruçeşme’den Mersin’e kömür taşımak amacı ile yola çıkan Bozkurt Vapuru, Beyrut’tan İstanbul’a gelmekte olan Fransız Lotus Ticaret Vapuru ile Midilli Adası sularında bir kaza yaşadı. Çarpışma, Bozkurt Vapurunun batmasına ve 8 kişinin vefat etmesi ile sonuçlanmıştır.
Bozkurt Lotus Olayı Hukuki Süreç
Lotus Vapuru, Bozkurt’un batmasının üzerine kurtulanları rotası olan İstanbul’a kadar götürmüştür. Vefat eden 8 kişinin yakınları Lotus Vapurundan şikayetçi olmuştur. Bunun üzerine İstanbul Mahkemelerince, o sırada vardiyasını yapan Lotus Vapurunun nöbetçi kaptanı Jan Demons ile Bozkurt Vapurunun kaptanı Hasan Efendi tutuklanmıştır.
Türk Ceza Mahkemesi Süreci
Jan Demons’un tutuklanmasının üzerine, Fransız hükümet karara karşı çıkmıştır. Türk Mahkemelerinin, Fransız vatandaşı olan kaptanı yargılama ve tutuklama hakkı olmadığı konusunda protesto etmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesine (TCK’nın 6. Maddesinde “Davanın açılması için Adalet Bakanı’nın talebi veya mağdur kişinin yakınlarının şikayetçi olması yeterlidir” ibaresine dayanaraktan, davaya Türk Mahkemeler bakmıştır.) dayanaraktan, davaya Türk Mahkemelerinin bakacağı belirtilmiştir. 6. maddeye dayanaraktan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, dava açılmasını talep etmiştir. Davayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi devralarak 28 Ağustos 1926’da başlatmıştır.
Dava’nın ikinci celsesinde stratejik açıdan hatalı taraf hakkında raporlar sunulmuştur. İkinci celsenin sonucu olarak iki taraf da haksız bulunmuştur. Mahkeme kararı açıklanmadan önce çıkabilecek propagandalara önlem amaçlı savcı Cevad Hulusi Bey bu sözlerle Türkiye Cumhuriyeti’nin bu husustaki adli yetkisini açıklamıştır:
“İnkılabın, biliyoruz ki ilk hedefi salâhiyet-i Adliye’ye temas eden kapitülasyon kabusunu atmak oldu, Lozan’daki murahhaslarımızın teklifleri umumen makul görüldü … Tarafımızdan ve düvel-i müteakide tarafından büyük bir teveccüh gördü. Bugün Türkiye teşrih ve kaza sahasında tabi ki bir Fransa ve bir İtalya ve İsviçre gibi medeni ve ilmi bir istiklal-i tam sahibidir.”
Başsavcı, davada her iki tarafın da adli yetkinin eşit olduğunu belirtmiştir. Yapılan 18 mahkemenin sonucu olarak iki tarafa da cezai yaptırım uygulanmıştır. Fransız Geminin kaptanı Jan Demons’a 22 lira para cezası ve 2 ay 22 günlük ağır hapishane cezası verilmiştir. Türk Geminin kaptanı Hasan Efendi’ye ise 33 lira para cezası ve 4 ay hapis cezası verilmiştir.
Mahkeme Kararının üzerine Fransa, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kabotaj Kanunu’nu Lozan Antlaşması’nda kesinlikle reddetmesine rağmen antlaşmayı hiçe sayıp Türkiye’nin bu konuda hukuki üstünlüğü ve adli yetkisi olmadığı konusunda itiraz etmiştir. Fransa’nın talebi reddedilmiştir. Fransa Demons‘un tahliyesi hususunda itiraza devam etmiştir. Bunun üzerine Ağır Ceza Mahkemesi, bilirkişi heyeti raporu hazırlanmış olana dek Demons‘un tahliyesine gerek duymadığını belirterek Fransa’nın tahliye talebinin reddetmiştir.
Bilirkişi raporu, 12 Eylül 1926 günü olan celsede görüşülmüştür. Rapor içeriği her iki kaptanın da olayda stratejik hata yaptığına karar verilmiştir. Her iki kaptan da raporda belirtilen hususları kabul etmiştir. Ancak Fransız kaptan Jan Demons, raporun görüşüldüğü mahkeme sonrası tutuksuz yargılanmak ve tahliye olmak üzerine mahkemeye dilekçe vermiştir. Mahkeme dilekçeyi savcıya iletmiştir. Savcı kararı 6 bin liralık kefalet ücretinin ödendiği durumda Jean Demons‘un tutkusuz yargılanabileceğini belirtmiştir. 13 Eylül 1926 günü belirtilen kefalet ücretini ödeyerek Jean Demons tahliye olmuştur.
Lahey Daimi Adalet Divanı süreci
Her iki hükümetin de onayı ile dava, Adalet Divanı’na taşınmıştır. 12 Ekim 1926 günü hususu Adalet Divanı’na taşımak adına her iki taraf da altı maddeden oluşan bir tahkim name imzalamıştır. Tahkim namede imzalanan maddeler her iki hükümetin de verilen kararları kesinlikle kabul edecekleri ve Türkiye’nin Jan Demons’u yargılarken Uluslararası Hukuk kuralları çerçevesinde bir hareket yapıp yapmadığının tespit edilmesi hakkındadır. Türkiye’nin uluslararası hukuk kurallarının dışında bir hareket yapmış olması durumunda Jan Demons’a ödenecek tazminatın kararlaştırılması gerektiği de belirtilmiştir.
Türkiye Tarafından Adalet Divanı’na Verilen Muhtıra
Türkiye’nin divana verdiği muhtırada 3 farklı husus üzerinde durulmuştur;
Birinci hususta; Türkiye, Türk Ceza Kanunu’nun 6. Maddesi gereğince, Jan Demons‘un yargılandığını belirtmiştir. TCK’nın 6. Maddesi, İtalya’nın İtalya Ceza Kanunu’ndan alınmış olduğunu belirterek, yapılan yargılamanın uluslararası hukuka uygun olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’ne özel bir madde olmadığını belirtmiştir. Mahkemeden önce hukuk alimlerinin açık denizde ortaya çıkan çarpışma durumlarında Türk adliyesinin takibat yapmasında uluslararası hukuk ilkelerine aykırı yapacak bir hukuk düsturu bulunmadığı hususu hakkında görüşleri alınmıştır.
İkinci hususta; Türk Bayrağı taşıyan Bozkurt gemisinin açık denizde her Türk bayrağı taşıyan gemide olduğu gibi, Türk topraklarının hayali bir uzantısı olmasından dolayı, açık denizde yaşanan bir çarpışmadan sonra zanlıların Türk topraklarında sekiz Türk vatandaşını öldürmek suçundan dolayı Türkiye’nin bu konuda hukuki olarak dava açma yetkisi olduğu belirtilmiştir.
Üçüncü hususta; açık denizde iki farklı bayrağı taşıyan gemi arasında yaşanan bir kaza olması durumunda ceza takribinin yalnızca geminin taşıdığı bayrağın temsil ettiği ülke tarafından yapılması gerektiğini belirten uluslararası bir hukuk düsturu bulunmadığı belirtilmiştir.
Fransa Tarafından Adalet Divanı’na Verilen Muhtıra
Fransız hükümeti verdiği muhtırada iki farklı husus üzerinde durmuştur. Birinci hususta; Fransız Hükümeti, Türkiye’nin Jan Demons’u yargılamasının Lozan Antlaşması’nın İkamet ve Adli Salahiyet Sözleşmesi’nin 15. Maddesine aykırı bir hareket olduğu için uluslararası hukuk prensiplerini çiğnediğini belirtmiştir.
İkinci hususta ise; Türkiye’nin başka bir ülke vatandaşı tarafından kendi vatandaşına yapılan suçun yargılanmasında kendini hükümlü kılmasının, uluslararası hukuka aykırı davrandığını kanıtlamaya çalışmıştır.
Her iki muhtıra da verildikten sonra temsilciler kendilerini savunmuştur. Fransa’nın temsilcilerinden Mösyö Basdevant, savunma olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yargı sürecinde, uluslararası hukuk prensiplerinden hangisine dayanarak bu yargıyı yaptığını sormuştur. Mösyo Badsevant’ın yönelttiği soruya Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi Mahmut Esat Bey, Türkiye’nin kendi vatandaşlarına karşı olan bir suç hakkında uluslararası hukuka uygun davranmak zorunda olmadığını belirtmiştir. Eğer var ise Fransız Hükümeti’nden Türkiye Cumhuriyeti’nin hangi uluslararası hukuk prensibine aykırı davrandığını kanıtlamalarını istemiştir. Türkiye’nin Lozan Antlaşması ile kapitülasyonları kaldırıp diğer medeni devletler ile eş seviyede olduğunu ve adalet konusunda diğer medeni devletlerden geri olmadığını belirtmiştir.
Sonuç olarak; 7 Eylül 1927 tarihinde Lahey Adalet Divanı, Lozan Antlaşması’nın 28. Maddesi ile Türkiye’nin kapitülasyonları kaldırdığı ve Türk Ceza Mahkemelerince yapılan yargılamanın Lozan Antlaşması’nın İkamet ve Adli Salahiyet Sözleşmesi’nin 15. Maddesine aykırı hiçbir durum olmadığı kararı alınmıştır.
Hayali Türk toprağı sayılan Bozkurt gemisi ile hayali Fransız toprağı sayılan Lotus gemisi arasında yaşanan kaza durumunun bir sonucu olarak olaydan etkilenen taraf Türk toprağı olarak sayılan Bozkurt gemisi olmuştur. Bu durumda Türk adli makamlarının yargıda yetkisi olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuka aykırı bir hareket yapmadığı kararı alınmıştır. Mösyö Demons’a bu durumda bir tazminat ödenmemiştir. Karar, Divan Başkanı’nın da oyu dahil olmak üzere oy çokluğu ile alınmıştır.
Bozkurt Lotus Davası Sonuçları
Bozkurt Lotus davasının kazanılması ile, yeni kurulmuş Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuka uygun olduğu ve diğer medeni devletler ile eşit olduğu görülmüştür. Lozan Antlaşması’nın geçerliliği ve varlığının sadece kağıt üstünde olmadığı gözlemlenmiştir. Genç Türkiye’nin reddettiği kapitülasyonların tekrardan oluşmasının önlenmesinde Türkiye’nin tüm dünyaya gösterdiği gücü olmuştur. Uluslararası Lahey Adalet Divanı, Milletler Cemiyetleri tarafından kurulmuştur. Bu divanın üyelerinin seçimini Milletler Cemiyeti Konseyi yapmaktadır. Milletler Cemiyeti’nde söz sahibi olan iki büyük devletten biri olan Fransa’ya karşı bu davanın kazanılmış olması, Türkiye’nin adli yetkinliğinin büyüklüğünü gösterir.
Fransa dahil olmak üzere birçok devlet, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin bir uzantısı olduğu fikri ile Lozan Antlaşması ile kapitülasyonları kaldırılmasını ciddiye almıyordu. Ancak bu davanın kazanılması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kapitülasyonlar hususundaki kararlılığı görülmüş oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu hakkında Fransa müdahale etmek istemiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Fransa’nın, “Hiçbir suretle Türk Hakimine ve Türk Hakiminin almış bulunduğu kararlara müdahale edecek durumda olmadığını” kesin bir dil ile ifade etmiştir. Bu dava ile Türkiye tam bağımsız bir devlet olduğunu ve kapitülasyonlara göz yummayacağını tüm dünyaya göstermiş ve saygınlık kazanmıştır.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Kapitülasyon Nedir? Kapitülasyonların Kaldırılması başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.