9. Sınıf Tarih

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 5. Ünite

2023-2024 Yeni Baskı

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 5. Ünite başlıklı bu yazımızda tarih ders kitabı içindeki soruların cevaplarını hazırladık.

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 5. Ünite başlıklı bu yazımızda 9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) içinde yer alan 5. ünite sorularının cevaplarını hazırladık. 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 5. Ünite yazımızda aşağıdaki bölümlerde yer alan soruların cevaplarını hazırladık;

  • 5. ÜNİTE BAŞINDA: “Hazırlanalım” bölümünde yer alan soruları yanıtladık ve “Kavramları Öğrenelim” bölümündeki kavramları açıkladık.
  • 5. ÜNİTE İÇİNDE: “Düşünelim-Söyleyelim”, “Okuyalım”, “Etkinlik”, “Düşünme-Çıkarımda Bulunma” bölümlerindeki soruları yanıtladık.
  • 5. ÜNİTE SONUNDA: “Ünite Değerlendirme” bölümündeki tüm soruları yanıtladık.

Ders: Tarih Ekibi tarafından hazırlanan 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 5. Ünite hakkında eklemek istediklerinizi yorum bölümünü kullanarak bize iletebilirsiz.

Bu Yazının İçindeki Başlıklar:

9. Sınıf Tarih Ders Kitabı (Tuna Yayınları) 5. Ünite Cevapları

9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu, beş kazanımdan oluşmaktadır. Aşağıda bu beş kazanıma yönelik soruların cevapları bulunmaktadır.

Kavramları Öğrenelim Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Kavramları Öğrenelim bölümünde yer alan 8 kavramı yanıtladık.

Avasım Nedir?

Abbasi döneminin en parlak en gelişmiş ve en güzel dönemi halife Harun dönemiydi. Abbasi döneminde hükümdar Harun Reşit Abbasilerin Hazarlar ile mücadelesine son verdi. Bu savaşın son vermesi iki taraf için de önemli bir sonuç doğurdu. İki taraf içinde hem siyasi iş birlikler gelişti hem de dini iletişimler gerçekleşti ve en önemlisi ekonomik olarak ticari gelişmeler yaşandı. Bu şekilde kendi dinlerini hazarlara empoze edebildiler ve en büyük rakipleri o dönemdeki en üstün güç olan Bizans devletine bir sefer düzenlendi. Bizans Devleti bu Sefer’in üzerine sınırlarını güçlendirerek Doğu Anadolu Bölgesi’nde olan şehirlerde yani Tarsus, Adana, Maraş ve Malatya’yı içine alan bir bölge kurdu. Bu bölgeye “Avasım” adını verdi. Bu bölgeye savaşta iyi özellikleri ile bilinen Türk ırkından askerler yerleştirdi ve yine Türklerin savaşçı özelliklerini kullanarak Muhafız Birliğine de Türk askerlerini koydu.

Beytü’l-Mal Nedir?

Hz Ömer fetihler aracılığıyla İslam devletini genişletiyordu. Devlet yönetiminin kolaylaşması lazımdı. Ve bu amaçla devletin merkezinde bir meclis olarak Divan teşkilatını kurdu. Ülkenin bölgelerini belli sınırlarla ayırarak her yeni bölgeye valiler ve yargıçlar atadı. Ekonominin düzenli bir şekilde ilerleyebilmesi için vergi sistemini Bir plana oturttu. Artık devlette çalışan insanların belli bir maaşı yani gelirleri vardı. Devletin tüm gelir giderlerini, kazandıklarını, kaybettiklerini, kullandıklarını belli bir düzende ve sistemde tutabilmek için Beytülmal Denilen devletin resmi kasasını kurdu.

Ekol Nedir?

Büyük şehir merkezlerinde Şam, Mekke, Basra, Kahire Horasan gibi büyük din eğitim kurumları olan yerlerde verilen dini eğitim Kur’an-ı Kerim’in okunurken herkesin farklı yorumlayabilmesinden ötürü bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Her din hocasının Hazreti Muhammed’in hareketlerini ve Kur’an-ı Kerim’in anlattıklarını farklı yorumladığı için sonucunda felsefi yeni Ekoller ortaya çıkmıştır. Kısaca ekol‘ün anlamı konuyla ilgili farklı görüşler veya farklı akımlar gibi yorumlanabilir.

Halifelik Nedir?

Halifelik bir diğer adıyla Hilafet, İslam dininin peygamberi olan Hz Muhammed’in ölümünden sonra İslam dininin temsilciliği için kurulmuş bir makamdır. Bu makamın başındakilere halife denir. Hz Muhammed’in ölümünden sonra İslam âlemi için de halifelik için çok fazla kavga ve savaş gerçekleşmiştir. Ve bir süre sonra halifelik asıl amacı olan İslam’dan çıkıp siyasi bir güç olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Hicret Nedir?

Hicret, İslam dininin Peygamberi olan Hz Muhammed diğer ona inananların 622 yılında Mekke bölgesinden Medine’ye göç etmelerine verilmiş isimdir. Aynı zamanda bu göç Hicri takviminde başlangıcı olarak kabul edilir. Kısaca hicret İslam dininde göç etmek veya terk etmek anlamında kullanılmıştır.

İhtida Nedir?

İhtida kelimesi İslam dininde kullanılan Kur’an’da geçen bir kelimedir. İhtida kelimesinin anlamı önceden inandığın dini bırakıp doğru yol olan İslam’a geçmektir. Özetle ihtida kelimesi din değiştirmek ve değiştirdiğin dinin sonucunda Hz Muhammed’in dini olan İslam dinin bir mensubu olmaktır (Müslüman olmaktır).

Mevali Nedir?

Mevali kelimesi İslamiyet öncesi Arap toplumlarında kullanılan bir kelimedir. İslamiyet öncesi Arap toplumlarında sınıf ayrılıkları vardır ve sınıf ayrılıklarından ötürü böyle bir kelime çıkmıştır. Mevali kelimesi en üst düzey olan hür insan ile en alt tabaka olan esir insanlar arasında bulunur. Asıl anlamı esirlikten yarı hürlüğe geçiştir. Sahip eserini Azad ederse o esir artık bir mevalidir.

Peygamberlik Nedir?

Peygamber, bir yaratıcı tarafından yaratıcının öğretilerine topluma sunmak ve anlatmak için görevlendirilmiş kimsedir. Peygamberler ayrıca özel güçleri ve mucizelere sahip insanlardır. İnanılan varlık tarafından bu güçlerin verildiği düşünülür. Peygamberler yarı mitolojik varlıklardır.

Hazırlanalım Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Hazırlanalım bölümünde yer alan 4 soruyu yanıtladık.

İslamiyet Öncesi Döneme, Neden Cahiliye Dönemi Denilmiş Olabileceğiyle İlgili Düşüncelerinizi İfade Ediniz.

İslamiyet öncesi döneme cahiliye dönemi denilmesinin sebebi o dönemde insan hakları, hukuksal haklar gibi kavramların daha gelişmiş olmamasıdır. İslamiyet öncesi dönemde Arabistan’da kabileler ırklara göre sınıflanmıştı ve bu ırklara göre sınıflanmış Arap kabilelerini şeyh adı verilen ailenin reisi yönetirdi. Adalet kavramı örf ve adetlere göre (geleneklere göre) her kabilede farklılık gösterirdi ve bu adalet kavramının şartlarını ailenin reisi şeyhler belirlerdi. Kabilenin reisi olan şeyhlerin belirlediği kurallara uymayan kabile üyeleri kabileden dışlanır ve kabileden atılırdı. İslamiyet öncesi dönemdeki Arabistan’da kabile korumasında olmayan insanlar yakalanıp esir durumuna düşebilirdi ve koruyan bir kabile olmadığı için kimse bir şey söyleyemezdi.

Bu durumdan ötürü İslamiyet öncesi Arap kabilelerinde kabileden atılıp dışlanmak en ağır suçun sonucu ve cezasıydı. İslamiyet öncesi Arap kabilelerinde saygı duyulan bir insan olmanın şartı okumuşluk veya bilgili olmak değildi. Tek şartı önde gelen bir kabilenin üyesi olmaktı. Evlendirme durumlarında ilk bakılan şey evlenilecek kimsenin kabilesinin seviyesiydi. Kendi kabilenden daha düşü seviyede bir kabile ile evlenmek utanılan bir durumdu. Eğer kabile üyelerinden bir kimse suç işlerse bu bütün kabile üyelerinin sorumluluğundaydı. İslamiyet öncesi Arap kabilelerinde yerleşimden ötürü sınır anlaşmazlıkları ve kan davaları yüzünden çok fazla çatışmalar gerçekleşirdi.

Bu anlaşmazlıklar sonucunda her iki taraftan da ölen üyelerden ötürü kalan üyeler arasında normal olarak öç alma isteği oluşurdu. Öç alma isteğini azaltmak veya yok etmek için farklı bir kabilenin üyesini öldüren kabile tarafından üyesi öldürülmüş kabileye kavgayı sakinleştirmek için deve veya o dönemde değerli olan şeyler verilebilirdi ancak anlaşarak öç almaktan vazgeçmek diğer kabileler tarafından güçsüzlük olarak yorumlanırdı bu yüzden anlaşarak öç almaktan vazgeçmek olmazdı. O yüzden eğer iki kabilenin arasında bir tür savaş başlamışsa bu savaş yüz yıllar boyu devam edebilirdi. Cahiliye döneminde insanlar üç sınıfa ayrılırdı. Bunlar hürler, mevaliler ve esirlerdi. Hürler günümüzdeki insanlar gibi hakları olan diğer kabile üyeleri ile eşit olan insanlardı. Mevaliler esirlikten çıkmış, sahipleri tarafından azat edilmiş insanlardır ama hürler kadar hür değillerdir ve hürler ile evlenemezler. Esirler ise hiçbir hakları olmayan, ölümleri ve yaşamları sahiplerine bağlı olan, bir mal gibi alınıp satılan veya miras bırakılabilen insanlardır.

İnsanların Temel Hak ve Özgürlüklerinin Neler Olduğunu Açıklamaya Çalışınız.

Temel hak ve özgürlükler her vatandaşın bilgi sahibi olması gereken, karşısındaki bireyin ve kendisinin özgürlüğünü sınırlandırmamak amaçlı uygulanması gereken, anayasaya göre uygun olan maddelerdir.

Hak: Hukuka göre uygun olan, demokrasinin gerektirdiği ve birisine ayırdığı şey, kazanç.

Özgürlük: Herhangi bir sebeple zorlamaya, sınırlanmaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın davranma ve düşünme durumu, hürriyet.

Temel Hak ve Özgürlüklerimizin Özellikleri:

  • Doğduğumuz andan, öldüğümüz ana kadar devam eder.
  • Evrenseldir. Dünya’nın her ülkesinde geçerlidir.
  • Devredilemez, dokunulamaz, vazgeçilemezdir.
  • Hepsi bir bütün halindedir. Eğer bir tanesi bile olmazsa diğerlerinin de geçerliliği kaybolur.
  • Sınırlandırılması yasaktır. (Savaş, nüfus sayımları, sıkıyönetim, bulaşıcı hastalıklar gibi olağandışı durumlarda, insan hayatının tehlikede olduğu durumlarda ‘yaşama hakkımız’ dışında diğer haklarımız ve özgürlüklerimiz yetkililer tarafından kısıtlanabilir.)
  • Her devletin düzenlediği yasalara ve kanunlara göre, devlet insan haklarını güvence altına almakta zorunludur.

Temel Haklar:

  • Yaşama Hakkı: En temel hak, yaşamaktır. Özgürlük ve hakların uygulanması için insanın önce yaşaması gerekmektedir. Aynı zamanda her insan diğer kişinin yaşama hakkına saygılı olmalıdır.
  • Kişi Dokunulmazlığı Hakkı: Kişinin hem ruhen hem de bedenen bütünlüğüne, dokunulmaması gerekir ve hiçbir insana işkence yapılamaz.
  • Özel Hayatın Gizliliği: Kişinin kendi yaşadığı her şey sadece kendini ilgilendirir ve bu durum da devlet tarafından kanunlarla güvence altına alınmıştır.
  • Konut Dokunulmazlığı: Her birey, kendi evinde ailesi ile yaşama özgürlüğüne sahiptir. Hakim ya da savcı kararı olmadan hiçbir yetkili izinsiz bir şekilde kimsenin evine de giremez.
  • Eğitim Hakkı: İnsan, eğitilebilen canlılardan birisidir ve bu özelliğini geliştirmesi de bir hakkıdır. Ülkemizde hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamazdır.
  • Sağlık Hakkı: Çoğu hak gibi, sağlık hakkı da insanın temel haklarından birisidir. İnsanların hayatlarında sağlıklı olabilmeleri için, öncelikle devlet koruyucu önlemler almalıdır.
  • Dilekçe Hakkı: Demokratik bir ülkede yaşayan her insanın dilekçe hakkı vardır. Bu hak da diğer haklar gibi devlet tarafından anayasa ile güvence altına alınmıştır. İnsanların herhangi bir hakkı ihlal edildiğinde devletin ilgili kuruluş ve kurumlarına dilekçe yazabilir.
  • Seçme ve Seçilme Hakkı: Demokrasinin en önemli hak ve özgürlüklerinden birisidir. Bu hak kanunlar tarafından belirli şartlarla belirlenmiştir.

Temel Özgürlükler:

  • İfade Özgürlüğü: Kim ne nedenle olursa olsun küçük düşürülemez ya da bu sebepten suçlanamaz. Fakat bazı ifadeler devlet tarafından sınırlandırılmıştır. Bunun nedeni ise devlet bütünlüğüne ve toplumun yapısına zarar vermemektir.
  • Basın Özgürlüğü: İnsanın ifadelerini ve düşüncelerini kitaplara, dergilere, gazetelere ya da internet gibi sosyal medya mecralarında rahatlıkla yayınlayabilmesidir. Aynı zamanda basın özgür bir mecradır ve sansür getirilemezdir.
  • Din ve Vicdan Özgürlüğü. İnsanların kendi seçimlerine göre bir dine inanmakta ve bu dinin onlardan istediği şeyleri yerine getirmekte özgürdürler. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve laik bir ülke olduğunu gösterir.
  • Haberleşme Özgürlüğü: Haberleşme gizliliği esas olan bir özgürlüktür ve diğer özgürlükler gibi kanunlarla desteklenmektedir. Fakat bazı durumlarda bu özgürlüğe el konulabilir ya da kısıtlama getirilebilir.
  • Yerleşme ve Seyahat Özgürlüğü: Aynı şekilde bu özgürlük de anayasa ile belirlenmiştir. Fakat; gecekondulaşmayı önlemek, kent düzenini sağlamak gibi sebeplerden ötürü kısıtlanabilir.
  • Toplantı Hak ve Özgürlüğü: Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes bir bilgiyi çevresindekilerle paylaşmakta özgürdür. Bulundukları yerde düşüncelerini, bilgilerini, açıkça söylemekte özgürdürler. Aynı zamanda gösteriler ve toplantılar da düzenleyebilirler.
  • Bilim ve Sanat Özgürlüğü: Devletimizde yaşayan herkes bilim ve sanatı öğrenmekte serbesttir. Bu konu hakkında hiçbir sakınca yoktur.

Tercüme Faaliyetlerinin Medeniyetlerin Gelişimine Etkilerine İlişkin Görüşlerinizi Belirtiniz.

İslam düşünce ve bilim tarihi, vahiy merkezli olarak başlamıştır. İslam bilim ve düşünce tarihinin önemli dönemlerinden birisi felsefenin İslam dünyasına girmesidir. Müslümanlar, felsefenin İslam’a girmesiyle beraber aralarında bilimi yaygınlaştırmışlardır. Ayrıca Emeviler Dönemi’nde başlamakta olan tercüme faaliyetlerinin de müslümanlar arasında bilimin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Üstelik felsefenin İslam dünyasına girmesi, Emeviler Dönemi’ndeki tercüme faaliyetlerinin bir sonucu olarak gösterilmektedir.

İbn-i Sina Hakkında Bildiklerinizi Sınıfınızda Arkadaşlarınızla Paylaşınız.

İbni Sina; tıp adamı, astronom, filozof ve yazarlık gibi birçok donanıma sahip bir insandır. Buhara yakınlarında bulunan Efşane köyünde dünyaya gelen İbni Sina, Hamedan şehrinde takvimler 1037’yi gösterirken vefat etmiştir. Özellik etıp ve felsefe alanına ağırlık vererekten 200’ü aşkın eser yazmıştır. Ayrıca İbni Sina, Kuşar isimli bir doktorun yanında tıp eğitimi alma şansına sahip olmuştur. Böylelikle tıp alanını birinci kişiden gözlemleyebilmiştir. İbni Sina, Samanoğulları sarayından katip olan Abdullah Bin Sina’nın oğludur.

Konu İçindeki Sorular

9. sınıf tarih dersi kitabı (Tuna Yayınları) beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin konu başlıkları altında yer alan tüm soruları yanıtladık.

İslamiyet’in Doğuşu Öncesinde Arabistan’daki Siyasi ve Sosyal Durum Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunulabilir?

(Bu Soru Sayfa 133’teki Söze Göre Yanıtlanmıştır.)

Ülkede bir siyasi bölünmüşlük hakimdir. Komşu ülkelerle iletişim çok kurulamamaktaydı. Devlet örgütlü olmayıp kabileler halinde yaşaması sıkıntılar oluşturmuştur. Arap Yarımadası’ndaki sosyal hayatta kabileler halinde yaşamanın getirmiş olduğu göçebe yaşam ortaya çıkmıştır. Bedevi denen göçebe Araplar çadırlarda yaşar hayatlarını hayvancılıkla sağlarlardı. Hadari denen göçebe olmayarak yerleşik hayatta olan yerleşik Araplar kasabalar gibi yerlerde yaşarlardı. Hayatlarını tarımdan ve ticaretten devam ettiren Medineli göçebeler gibi kabileler bulunmaktaydı. Arabistan’da Main, Sebe, Himyeri, Hire Krallığı, Gassaniler, Tedmürlüler gibi çeşitli devletler vardı. Yani Arabistan’da siyasi birlik yoktu.

İslamiyet’in Doğuşundan Önce Arabistan ve Arapların Yaşayışları Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?

(Bu Soru Sayfa 134’teki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

İslamiyet’in doğuşundan önce Arabistan’da yaşayan insanların bir çoğu hayatlarını ticaret yaparak kazanıyorlardı. Özellikle Mekke civarında yaşayan insanlar tarımdan para kazanamadıkları için ticaret yapmaya başlamışlardı. Oldukça kurak bir yerleşim yeri olan Mekke de yaşayan insanlar tarımsal faaliyetlerle uğraşamıyorlardı ve bu nedenle geçimlerini sağlarken tarımı kullanamıyorlardı. Mekke de insanların ticarete büyük bir ilgisi vardı. Özellikle Mekke’nin coğrafi konumu yani Mekke’nin yemene giden ticaret yolunun üstünde olması Mekke’yi ticaret için elverişli bir yer haline getirmişti.

Ayrıca Mekke’den kara yoluyla Irak, Şam gibi bir çok yerle bağlantılıydı bu sayede yerli halkın ticaret yapabileceği bir çok alan vardı. Mekkeliler daha çok Iraktan aldıkları kumaş, kilim, silah, zeytin yağı gibi ürünleri Şam’a götürüp orada satarlardı. Ayrıca Habeşistan’la da deniz yoluyla ticaret yapıyorlardı. Ayrıca Arabistan da İslamiyet den önce yaygın olan put inancının da Mekke ye ticaret ve turizm konusunda oldukça bir getirisi vardı. Putperestlerin ibadet yeri olan Kabe de insanlar dini ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar ayrıca kendine uygun putları bulup şehirden ayrılıyorlardı. Mekke halkı Kabe sayesinde büyük çaplı bir put ticaretine başlamıştı. Put ticaretinde putperestlerin geleneksel hac günlerinde Mekke halkı şehri büyük bir panayır alanına çeviriyor ve bu panayır alanında günlerce süren alışverişler devam ediyordu. Hac günleri Mekke halkı için oldukça karlı geçiyordu. İslamiyet’ten önce Arabistan yarımadasında insanlar dini ticaret aracı olarak da kullanıyorlardı ve bu sayede para kazanıyorlardı.

Kabe’nin Mekke de bulunması ve orasının putperestler için oldukça önemli bir ibadethane olmasından dolayı Mekke halkı Kabe üzerinden para kazanıyorlar ve ticaret yapıyorlardı. Arabistan’daki ülkeler arasında ticaret anlayışı yaygındı ülkeler bir biriyle ticaret yapıyorlardı. İnsanlar hem karadan hem de denizden bir çok ticari hareketi gerçekleştiriyordu. Arabistan halkının ticaret yaparak geçinmelerinin nedeni Arabistan’ın iklimi gereği çok az yağış alan genelde hep kurak olan yağmur yağınca da sağanak yağışlar halinde yağan yani tarıma elverişsiz ve tarımsal faaliyetlerin yürütülemeyeceği bir yer olmasıdır. İnsanlar Arabistan’da tarım yapamadıkları için geçimlerini sağlamak için ticareti kullanıyorlardı ticaret yaparken de ellerindeki tüm kaynakları kullanıyorlardı.

Şair Dünyanın Neresinden ve Tarihin Hangi Döneminden Söz Ediyor Olabilir? Neden?

(Bu Soru Sayfa 135’teki Şiire Göre Yanıtlanmıştır.)

Arabistan’da büyümüş olan, Müslümanların peygamberi rütbesinde bulunan Hz. Muhammed’in dünyaya geldiği doğum gününden bahsedilmektedir.

Şiirde Adı Geçen “Öksüz” Kim Olabilir?

(Bu Soru Sayfa 135’teki Şiire Göre Yanıtlanmıştır.)

Metinde geçen öksüz kelimesi, yüksek ihtimalle beraber, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i kast etme amacı gütmüştür.

Şair İnsanların Hangi Hareketlerini Eleştirmektedir?

(Bu Soru Sayfa 135’teki Şiire Göre Yanıtlanmıştır.)

İnsanların zor durumlarda nasıl insanlıklarından çıkıp yırtıcı konumuna büründüklerinden bahsedilmiştir. İnsanların öyle bir raddeye geldiklerini söyleyerek birbirlerini yemelerinden bahsedilmiştir. Özetle şair, insanların caniliğini eleştirmiştir.

Hz. Muhammed Peygamberliğinin İlk Dönemlerinde Hangi Tehlikeler ve Zorluklarla Karşılaşmış Olabilir? Neden?

Hz. Muhammed, küçük yaşta anne ve babasını kaybederek öksüz ve yetim kalmıştır. Hayatı bundan dolayı çok zor geçmiştir. Hz. Muhammed, amcasının yanında kaldığı sürece ticarete ilgi duymuştur ve ticaret yapmaya başlamıştır. Daha sonraki hayatında, geçimini ticaret yaparak sağlamıştır. Ticaret hayatı beraberinde zorluklar getirdiğinden dolayı ticaret hayatı süresince Hz. Muhammed, birçok zorluk çekmiştir. Kendisine peygamberlik görevinden sonra, halkın oldukça büyük bir kısmı kabul etmemiştir. Kendisine karşı çeşitli iftiralar atılmış, çeşitli tuzaklara maruz kalmıştır. Hz. Muhammed kendisine yapılan bu suikastlara karşın yine de yılmamıştır ve mücadelesini sürdürmüştür.

Medine Sözleşmesi ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Arasında Benzerlikler Kurulabilir Mi? Neden?

Medine Sözleşmesi ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi arasında gözle görülür bir benzerlik bulunmaktadır. İkisinde de belirli konular hakkında topluma yararlı olması amaçlanmıştır. Bu amaç toplumun refah seviyesini yükseltmek konusundadır.

Medine Sözleşmesi İslam dininin peygamberi olan Muhammed tarafından yazılmış bir sözleşmedir. Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanlar, Medine’ye vardıklarında ortada zor bir durum vardır. Müslümanlar ile birlikte Yahudiler, Hristiyanlar ve putperestler aynı ortamda beraber yaşıyorlardır. Bu neden ile herhangi bir durumda karışıklık olmaması için bir sözleşmeye ihtiyaç vardır. Sonuç olarak İslam peygamberi Muhammed 622 yılında Medine Sözleşmesi’ni çıkartmıştır.

Bu sözleşme ilk maddesinde Müslümanlar ve olağan dışı bir durumda Müslümanlar ile birlik olması gereken gayr-i Müslümanların bu toplumu oluşturduğunu belirtti. İslam peygamberi Muhammed kabile yaşamının olmaması gerektiğini gösterdi. Halk bir bütün olarak yaşamalıydı. Yani din ayrımı olmadan toplumun bir birlikte olduğunu söylemekte idi. Adalet olmayan ve toplumun zararın olan davranışlar yasaklandı. Bu da bireylerin haklarını korumaya yönelik bir kuraldı. Temelinde insanın haklarını korumaya dayanan, her bireye eşit davranılması gerektiğini savunan bir sosyal ortam geliştirildi.

Medine Sözleşmesi ile güvenlik alanında yenilikler yapıldı. Ordu; okçular, piyadeler ve askeri süvariler gibi bölümlere ayrıldılar ve bu bölümler adaletli bir şekilde yönetildi. Bu, şehrin insanlarının güvenlik ve ordu gibi konularda da eşit olduğunu gösterdi. Hz. Muhammed bir üniversitenin başına da geldi. Bu üniversite ilk İslam üniversitesi olarak nitelendirildi. Halkın eğitim hakkı bu üniversite ile güvenceye alındı. Mekke’den gelen insanların para kazanabilmesi için Medineliler ile eşit konuma getirilmesi sağlandı. Pazar yerlerinde Mekkelilere de yer verildi. Bu da şehrin hoşgörü ve eşitlikçi bir tutum izlediğini gösterdi.

Belirtildiği gibi Medine Sözleşmesi’nde yapılan ve hayata geçirilen hemen hemen bütün yasalar insan yanlısı ve en önemlisi eşitlikçidir. Gerek benimsenen adalet kavramı olsun gerek eğitim anlayışı olsun Medine şehri insan refahını bir üst seviyeye taşımak için çalışmıştır. Aynı şehirde bir araya gelmiş toplulukları ayrıştırmak yerine din, dil ve ırk ayrımı yapmadan “Medineli” adı altında herkesin eşit olduğu vurgulanmıştır.

Savaş Esirlerinin Okuma Yazma Öğretmeleri Şartıyla Serbest Bırakılmasına Bakarak Hz. Muhammed ve İslamiyet İle İlgili Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?

Hz. Muhammed bu hareketi ile savaştan daha önemli şeylerin olduğunu göstermiştir. Aslında bu benim şahsi fikrim değil. Benim şahsi fikrim Hz. Muhammed kendi çıkarları doğrultusunda bazı hareketler yapmış olduğu. Burada insanların okuması belkide Hz. Muhammed’in işine gelecekti. O yüzden de böyle bir hareket yaptı. Hz. Muhammed’in kendi çıkarı şu anda insanların çıkarlarıyla benzer olsa da yine de esirleri kendi çıkarları için kullandığını görebiliriz. Hz. Muhammed’in böyle yapması belki de İslamiyette böyle emredildiği için olabilir. Sadece kendi çıkarları için esirleri serbest bırakmanın şartının okuma yazma öğretmesi olduğunu düşünmek İslamiyette emredildiği için böyle br şey yaptı düşüncesine göre biraz daha saçma kaçtı. Çünkü Kuran’a bakarsak, Kuran “Oku” diyerek başlıyor. Bu da İslam’da okumaya değer verildiğini gösteriri. Yani insanların okuyup kendi akılları ile doğruyu ve yanlışı ayırt etmelerini istiyor.

Böylelikle Kuran’da da geçen hangi yolun doğru olup olmadığına karar verme olayı gerçekleşecek. En son ihtimal ise tarihin çarpıtılmış olması. Belki Hz. Muhammed hiç bir zaman böyle bir şey yapmadı. Belki de sadece bir efsaneden ibaretler. Bunu bilemeyiz ve tam olarak da doğru sayamayız. Sadece olsasılıklardan biri de bu. Fakat ikinci olasılık biraz daha gerçeğe yakın görünüyor. İslamiyet okuyan, bilgili olan insana değer veriyor. Çünkü okumuş, bilgili bir insan; okumamış ve bilgisiz birine göre daha rahat doğruyu ve yanlışı ayırt eder. Bu olayda da doğrunun İslamiyet dini olduğunu düşünürsek bu Hz. Muhammed’in İslamiyeti yaymasını kolaylaştırır. Yani bu olayda sadece insanları eğitme düşüncesi olmadığı rahat bir şekilde görülebilir.

Burada ki aslı amaç İslamiyeti yaymak. Yani insanlardan beklentileri var. İki taraflı bir iş yapıyorlar. Özgürlüklerine karşı bir araç olarak kullanılma. Yani insanlardan beklentileri var. İki taraflı bir iş yapıyorlar. Özgürlüklerine karşı bir araç olarak kullanılma. Buradan da benim çıkardığım sonuç İslam kendi çıkarları doğrultusunda bazı işler yapıyor, verdiği emeğin karşılığını bazen de verdiği emeğin iki katı kadar karşılığını almaya çalışıyor. Demek istediğim şey Hz. Muhammed bu olayda kendi çıkarlarını kullanmış. Fakat kendi çıkarları olumlu yönde olduğu için insanlar tarafından pek bir sorun teşkil etmemiştir. Ama yine de insanları kullanmıştır.

Hz. Muhammed’in Önemli Kararlar Alırken Yanındakilerin Görüşüne de Başvurması Onun Hangi Özelliklere Sahip Olduğunu Göstermektedir?

Hz. Muhammed bu olayda görüldüğü üzere başkalarının da görüşünü alarak kendi kaçırdığı noktaları başkaları tarafından fark edilmesini sağlamıştır. Bu da demek oluyor ki kendi yanlışlarından utanmıyor. Kendini insanlardan daha üstün görmüyor ve insanların görüşlerine önem veriyor. Bu da şunu bildiğini gösteriyor. İnsan olarak kendi görüşlerin ve kararların bir zaman sonra yetersiz kalabiliyor. Başkalarına danışılırsa eksik kalınan yönler daha hızlı bir şekilde anlaşılabiliyor ve buna yönelik bir düzeltme yapılınabiliyor. Burada da Hz. Muhammed önemli bir karar alırken bu durumları da göz önüne almış olabilir. Ayrıca bu davranışı ile dünyada “İnsanları dinleyen biri” olarak insanlar tarafından tanınmıştır.

Böylelikle islamiyeti yayması kolaylaşmıştır. Fakat bu düşüncelerin ne kadarını uyguluyordu. Aslında burada önemli olan verilen önerileri ve görüşleri uygulamak. Kaynaklara göre Hz. Muhammed bu görüşleri önemli kararlar alırken uyguluyormuş. Bu durumda Hz. Muhammed insanların görüşlerine tam anlamıyla önem veriyor. Çünkü onları dinliyor ve uyguluyor. Fakat kaynaklarda bu durumu günlük hayatında yaptığına dair bir bilgi bulunmuyor. Zaman geçtikte ve insanlar bunu fark ettiklerinde belkide Hz. Muhammed’in bu davranışları sadece göz boyamak için yaptığını düşünebilirler. Eğer bu bilgileri veren kişiler günlük yaşamında da bunları uyguladığına dair bilgiler bulursalar bunları paylaşmaları gerekir. Fakat elimizde şu anda böyle bilgi olmadığı için Hz. Muhammed’in günlük hayatında da insanların tavsiyelerini uyguladığını düşünürsek kendisinin de diğer insanlar olduğunun farkında ve bunula ilgili bir patronluk taslamıyor. Hatta kendi eksiklerini tamamlamaya çalışıyor.

Bu da bir canlıyı insan yapan özelliklerden biridir. Yani Hz. Muhammed’in bu olayda gösterdiği davranışlara bakarak şunları söyleyebiliriz; kendisi insanların görüşlerine önem veriyor, büyüklük taslamıyor, başkalarının fikirlerine saygılı. Bu özellikler Hz. Muhammed’i insan yapan özellikler aynı zamanda. Bu özellikler sayesinde insanlara daha rahat bir şekilde neler yapmaları gerektiklerini anlatabiliyor. İnsanlar da bu özellikleri görerek onun da kendileri gibi insan olduğunu fark edip onun söylediği bilgileri bir miktar da olsa dinliyorlar. Fakat bunların hiç biri yeterli değildir. Çünkü biri ulu olduğu söylenen bir varlıktan bilgi getirdiği söylüyorsa insan olduğunu insanlara daha fazla göstermeli.

İslamiyet’in Yayılışı Sırasında Yapılan Savaşların Müslümanlar Açısından Ortaya Çıkardığı Genel Sonuçlar Neler Olmuştur?

Savaş iki taraf içinde iyi bir şey değildir. İki taraf da kayıplar verir. Savaşın sebebi ne olursa olsun verilen kayıp miktarı azaltılamaz. Ayrıca verilen kayıp sadece insanlar olmaz. Hayvanlar kaybedilir, doğanın bir parçası kaybedilir. Fakat insanlar bunu yok sayar ve sadece kendi başarılarına odaklanır. Bu soruda savaşların müslümanlar için sonuçlarını soruyor. Verdikleri savaşlar onların amaçlarını taşıyan savaşlar olduğu için onların lehine sonuçlar doğurmuştur. Çünkü onlara göre insanları kendi doğru yollarına çekmeyi başarıyorlar bu sayede. Fakat verilen kayıplar yaptıklarına değer oluyor muydu? Bunu ancak savaşın verildiği zamanda yaşayan insanlar verebilir. Ayrıca bu savaşlar sebebiyle öldürülen müslüman olmayan kişileri dünya duyduğunda belkide müslümanlara karşı bir nefret oluşturacaktı belkide.

Bunun yanında kaynaklarda yazıldığına göre “Kendilerine yönelen tehditten dolayı savaşlar olmuştur” deniliniyor. Fakat bu ne kadar doğru ya da yanlış olsa da sırf böyle bir sebepten dolayı milyonlarca canlının ölmesine göz yummak ne kadar mantıklı olabilir ki! Sırf İslamiyetin karşısındaki tehditi kaldırmak için verilen bu savaşlar herkes için büyük zorluklar yaratmıştır. Bence günümüzde müslümanlara terörist denmesinin sebebi bu olaylardan geliyor olabilir. Yani günümüzde bile müslümanlar bu savaşlar sebebi ile etkileniyor. O zamanlarda verilen kayıplar insanların o zamanlarda yaşadığı zorluklar. Fakat bu savaşların sonuçları sadece o zamanı etkilemesinin imkanı yok. İntikam almaya çalışan insanlar şu anda masum müslümanlara sırf müslüman oldukları için saldırıyor, işkence yapıyor, dinlerini yaşamalarına izin vermiyor.

Yani müslümanlar ne olduğunu anlamadan böyle işkenceler yapılıyor. Belki savaşların olduğu zamanlarda bu çok büyük bir zafer olarak görülebilirdi. Ne de olsa İslamiyetin bir nebze de olsa yayıldığı düşünülüyordu. Fakat şu anda insanlar İslama inandıkları için işkence görüyor. Bence o zamanlar da asıl amaç İslamı yaymak değil İslamı yaşatmak ve doğru öğretmek olmalıydı. Eğer bu amaç ile savaşmayıp öğretmeye çalışsalardı şu anki müslümanlar bu halde olmayabilirdi. Bu tehditlerin savaşarak çözülmesine gerek yoktu. Çünkü her zaman savaştan daha başka çözümler de vardır. Bu kadar zarar veren bir yol seçilmesi herkesin aleyhine oldu çünkü.

Veda Hutbesi’nin Evrensel Bir İnsan Hakları Bildirisi Olduğu Söylenebilir Mi? Neden?

(Bu Soru Sayfa 144’teki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

Bence insan hakları bildirgesi olabilirdi. Fakat bir kaç madde bunu engelliyor. Mesela yaratandan korkma kısmı. Korku araştırmayı engeller. Korktuğun için araştırmazsın, bilgi almaya çalıştırmazsın ve öğrenmezsin. O yüzden korkulmasını değil de ilkelerine uyması söylenebilirdi. Böylelikle insanlar tam olarak bilgi sahibi olmadıkları bie şeyden korkup araştırmamazlık yapmazdılar. Fakat onun dışında kadınların hakları hakkında söylediği şeyler, insanların kardeş olmaları gerektiği, düşman olmamaları hakkında söylediği şeyler insanların dinlemesi ve uygulaması gereken ilkelerin arasında. Fakat söylediği ilkelerden ikisinde de yanlış var. İki tane bilgi kaynağı hiç bir zaman olmamıştır. Her zaman daha fazla bilgi kaynağı vardır. Bunlardan en önemlisi insanın kendi aklıdır. Kendi aklını kullanarak neyin doğru olup olmadığına karar verir. Bu özellik insanı diğer canlılardan ayırt eder. Ayrıca doğru yol demesi etik değildir. Çünkü herkesin kendi yolu o kişi için doğru yoludur ve bunun için hiç kimse zarar verilemez. Hz. Muhammed o ifade de yanlışlık yaptığı açıkça görülüyor.

Hz. Muhammed, Veda Hutbesi’nde İnsanların Temel Hak ve Özgürlüklerinden Hangilerini Vurgulamıştır?

(Bu Soru Sayfa 144’teki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

Hz. Muhammed’in Veda Hutbesi’nde değindiği insan hakları daha çok yaşama hakkı ve insanların eşit olmasıydı. İnsanların borçlarının anlamsız yere artmasını engellemeye çalışmıştır. Adelet konusunda bazı uyarılarda da bulunmuştur, insanları kanıt olmadan suçlayamayacaklarını, başkasının işlediği suçun cezasını başkasına vermemeleri konusunda uyarmışlardır. Bunun dışında insanların korkmasını söyleyerek bazı konularda haklarını kısıtlamıştır. Korkmalarını söylediği konunun ne olduğu pek önemli değil aslında. İnsanların bir davranışı yapmamaları korkutarak başarılamaz. Onun yerine daha başka ifadeler kullanabilirdi. Ayrıca Veda Hutbesi dışında ki konuşmalarında da yaratandan korkmalarını söylemiştir ve bazı konuları araştırmamaları hakkında uyarmıştır. Bu da insanların araştırma hakkını elinden almıştır. Bu yüzden günümüzde bile insanlar korktukları için her hangi bir araştırma yapmıyorlar. Yani bu Veda Hutbesi’nin ilkelerinin bazıları olumlu yönde insanları uyarırken bazıları olumsuz yönde uyarmıştır. Fakat geneli olumlu yönde olmuştur.

Hz. Ebu Bekir’in Yukarıdaki Sözüne Göre Halifede Bulunması Gereken Özellikler Neler Olmalıdır?

“Ey ahali! Üzerinize emir oldum; oysa aranızda en güçlünüz ve en hayırlınız ben değilim. Eğer iyilik üzere iş görürsem bana yardım edin. Kötü işler yaparsam bana doğru yolu gösterin.”

Kendisini beğenmemiş olmalı ve mütevazi olmalıdır. Örnek olarak Hz. Ebubekir, insanlardan yardım istemeye gocunmamıştır ve sık sık halkına kendilerinden biri olduğunu hatırlatmış ve gücünün onlardan üstün olmadığını anlatmıştır. Hz. Ebubekir dışındaki peygamberler de sıklıkla üstün olmadıklarını dile getirmişlerdir ve halk içinde aktif bir yaşam sergileyerekten ‘’halk adamı’’ olduklarını kanıtlamışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in Kitap Hâline Getirilmesine Neden İhtiyaç Duyulmuş Olabilir?

Hz. Ebubekir zamanında kitaplaştırılmış, Hz. Osman zamanında çoğaltılan Kuran-ı Kerim; sayfaların dağılmaması ve kaybolmaması adına kitap haline getirilmiştir.

Kudüs’ün Hz. Ömer’in Kendisine Teslim Edilmesinden Yola Çıkılarak İslam Devleti’nin Yönetim Anlayışı Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunulabilir?

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Muhammed, tecrübelerinden dolayı kadılık ve müşavirlik görevlerine hakimdirler. Bundan dolayı devleti yönetme hakkında belli bir bilgi birimine sahiptirler. Bu bilgi birikimlerininin sonucu halifeliklerine yansıma göstermiştir. Yani Hz. Ömer’in iktisadi ve idari yönetim anlayışı halifeliğe göre şekillenmiştir.

İslam Ordusu Komutanının Köprünün Halatlarını Kestirmesinin Nedeni Ne Olabilir?

Savaşlar insanların kendi topraklarındaki insanları topraklarından çıkarmak veya başkalarının topraklarını almak için yaptığı birçok insanın öldüğü kötü olaylardır. Bu olaylar yaşanırken bu işleri sürdürmekle görevli birçok insan vardır komutan asker gibi. Bu gruplar yöneticiler tarafından yönetilir yani belirli bir stratejileri vardır. Bu metinden de okuduğumuz üzere İran ordusuyla Müslümanlar arasında yapılan savaşta Fırat nehrini geçmek için insanlar salları bağlayarak üzerlerinden geçebilecekleri düzgün olmasa da bir köprü yapmışlar ve bu da geçmelerini sağlamıştır. Geçtikleri zamanda ise güçlü bir İran ordusu ile karşılaşmışlardır. O zamanlarda insanlarda silah ve tank gibi araçlar olmadığı için insanlara göre filler çok önemliydi ve İran ordusunu güçlü kılan özellik buydu.

Bu savaş sırasında Müslümanlar çok fazla kayıp verdi. İnsanların yaptığı savaşlar bir takım pes edene kadar devam eder veya askerlerini korumak için geri çekilir ama bu savaşta böyle olmamıştır. Çok kayıp veren Müslüman ordusu direnmeye çalışmıştır fakat direnemeyeceklerini anlayınca geri çekilmeye başlamışlar bunun nedeni hem askerlerin ölmek istememesi hem de o zamanlarda askerlere haber yollayabilecek telsiz gibi aletler olmadığı için kendi isteklerine göre geri çekilmişlerdir. Fakat olaylar ve başlıktaki sorunun olduğu olay buradan sonra oluyor. İran ordusu tarafından büyük kayıplara uğratılan Müslümanlar herkesin isteyeceği gibi geri çekilmişler fakat geri çekilirken sandallarla yaptıkları bu köprüyü kendi komutanları kırmış ve onların oradan geçmesini engellemiştir ve bu yüzden orada sağ kalan askerlerde ölmüştür.

Bu olay iki sebepten dolayı olmuş olabilir. İlki komutan İranlıların tarafında olduğu için veya ülkesini zora sokmak için o köprünün iplerini kesip askerlerin orada ölmesini sağlamıştır yada ikincisi iran ordusu kendi askerlerinden daha güçlü olduğu için ve daha büyük kayıplar verebileceği için onlarla karşılaşmak istememiştir ve askerleri donanımını güçlendirmek için yada daha iyi stratejiler geliştirmek için oradan geçiş olarak yaptıkları köprüyü yıkmışlardır. Askerlerini orada bırakmasının sebebi ise onlar geçerken ki zamanda iran askerleride geçeceği için ordusundan daha fazla kayıp vermemek istemiştir. Ne kadar kötü olsada savaşı kaybetmemek ve kendi ülkesinin güvenliğini sağlamak için gereklidir. Ayrıca birinci görüş olabilecek bir olay olsa da yine de bir komutan askerlerini öldürdüğü için ülkesi tarafından ceza alacağını bilir ve bunu yapamaz.

Hz. Ali Dönemi’nde Yaşanan Olayların Daha Sonraki Dönemlerde İslam Dünyasında Ne Gibi Sonuçlara Yol Açmış Olabileceğini Yazınız.

Hz. Ali halifeliğe Hz. Osman’ın şehit edilmesi gibi trajik sonucunda Müslümanların çoğunun isteği üzerine getirilmiştir. Ancak Hz. Osman’ın katillerini yakalamadığı ve cezasını vermediği gerekçesiyle Emevi ailesi üyeleri Hz. Ali’yi halife olarak kabul etmedi. İslam dünyasında önemli Müslümanlardan olan Hz. Zübeyr, Hz. Ayşe ve Hz. Talha da Emevilere katıldı. Şam üzerine sefer hazırlıkları yaparken; Hz. Zübeyr, Hz. Ayşe ve Hz. Talha’nın birlik olup kendisine karşı bir ordu topladığını ve Basra’yı ele geçirdiğini öğrenen Hz. Ali yolunu değiştirme kararı alarak Kûfe’ye geldi. Kûfe’de meydana gelen çatışmaya Cemel Vakası ( Deve Olayı ) adı verildi. Çünkü çatışmanın en şiddetli ve büyük çarpışmaları Hz. Ayşe’nin binmiş olduğu devenin etrafında geçmişti. Şiddetli çarpışmaların olduğu bu savaşta Hz. Zübeyr ve Hz. Talha’yla birlikte iki taraftan toplam 20.000 Müslüman şehit olmuştu. Savaş bittikten sonra Hz. Ali, Hz. Ayşe’yi yakalamıştı. Hz. Ayşe’ye zarar vermeyen Hz. Ali Hz. Ayşe’yi Medine’ ye sürgün etti. Savaşın sonuçlarından biri ise savaş bittikten sonra Hz. Ali’nin Kûfe’ye yerleşerek Kûfe’yi kendisine başkent yapmasıdır. Hz. Ali Dönemi’nde yaşanan önemli olaylardan biride Cemel Vakası’yla ilk iç savaşın yaşanmış olmasıdır.

Hz. Osman’nın katilini bulup cezalandırmadıkça Hz. Ali’yi halife olarak tanımayacağını ve itaat etmeyeceğini söyleyen Emevi ailesi üyelerinden olan Şam Valisi Muaviye Cemel Vakası’ndan sonra işleri ciddileştirmiş ve kendi halifeliğini ilan etmiştir. Yeni bir savaş ve Müslümanların ölmesini istemeyen Hz. Ali mektup yollayarak Muaviye ile anlaşmaya varmaya çalışmıştır. Ama Muaviye’den olumlu sonuç alamaması sonucunda da ordusuyla birlikte Suriye Seferi’ne çıkmaya karar vermiştir. Fırat Nehri kıyısında bulunan Sıffin Ovasında Hz. Ali ve Muaviye arasında yapılan şavaşta Hz. Ali’nin ordusu tam savaşı kazanmak üzereyken Amr İbnü’l-As’ın fikriyle savaş hilesine başvuran Muaviye askerlerine ellerindeki mızraklara Kuran’ın sayfalarını taktırmalarını istedi. Bu olaydan sonra Hz. Ali askerlerini savaşmaya ilan edemedi. Sonrasında olayı çözmek için iki tarafın seçtiği hakemler başvurulmasına karar verildi. Hakemler Hz. Ali’nin de Muaviye’nin de halife olmamasına karar verdi. Kararın tam açıklanacağı sırada Muaviye’nin hakemi halifeliğin Muaviye’ye verileceğini ilan etti. Nu olay Hakem Olayı diye adlandırıldı.

Hz. Ali Dönem’inde yaşanan bu olayın sonucunda Müslümanlar Hz. Ali’yi destekleyenler, Muaviye’yi destekleyenler ve her ikisini de desteklemeyenler olarak bölündü. Her ikisinide desteklemeyenler olarak bilinen Haricîler, Hz. Ali’nin , Muaviye’nin ve İbnü’l-As’ın aynı gün öldürülmesine karar verdiler ve suikastçı gönderdiler. Muaviye ve İbnü’l-As bu suikasttan sağ kurtuldu ama Hz. Ali şehit edildi ve Dört Halife Dönemi kapandı. Hz. Ali Dönem’inde yaşanan olayların İslama etkisi, ilk iç savaşın çıkması, binlerce müslümanın ölmesi, müslümanlar arasında ciddi bölünmelerin yaşanması ve Dört Halife Dönemi’nin kapanmasıdır.

Ahmet Cevdet Paşa Yukarıdaki Sözüyle Emevi Devleti’nin Hangi Özelliğine Dikkat Çekmek İstemiştir?

“Emevi Devleti, başı Hicaz’da, kalbi Şam’da olan bir kartaldı. Kartalın bir kanadı Mısır ve Irak’ta olup ayakları Anadolu’ya uzanmıştı.”

Emevi Devleti’nin yöneticisi ve kurucusu olan Muaviye fetihlere başlamadan önce ülkesinin içindeki problemleri çözüp bir düzen oturturduktan sonra fetih işlerine başladı. Hz. Muhammed Dönemi’nde ve Dört Halife Dönemi’de çok geniş alanlara yayılan İslam devleti Muaviye tarafındanda ciddi ölçüde genişletilmiştir. Sözün “Emevi Devleti, başı Hicaz’da , …” kısmı Hz. Muhammed Dönemi’nde bulunan İslam topraklarının içinde bulunan Hicaz bölgesini yani ilk İslam topraklarından olmasından ve İslam dininin çıkış yerlerinden birinden olmasından dolayı başı benzetmesi yapılmış olabilir. ve Halifelik makamının hala kendilerinde bulunduğunu ima eden bir bölümdür. “… kalbi Şam’da bir kartaldı …” kısmı ise Dört Halife Dönemi’nde fethedilmiş ve Emevi Devleti’nin son konumunun neredeyse ortasında bulunan önemli topraklarından biri olduğunu vurgular. Ortasında olmasından ve önemli bir şehir olmasından dolayı kalbi benzetmesi yapılmış olabilir.

“… Kartalın bir kanadı Mısır ve Irak’ta…” kısmı ise Dört Halife Dönemi’nde fethedilmiş topraklardan olup Emevi Devleti’nin konumu gereği bir ucunun bir bölgede, diğer ucunun başka bir bölgesinde olmasından dolayı kanat benzetmesi yapılmış olabilir. Yani bu düşünceye göre kartalın diğer kanadı ise İran üzerinde diyebiliriz. Aynı zamanda bu dönemde Muaviye kartalın kanadını daha da genişletmiş ve Afrika Kıtası’nın Kuzeyini kıta boyunca fethetmiştir. Muaviye kartalın diğer kanadını da aynı şekilde genişletmiş ve sınırlarını Afganistan ve Pakistan üzerinde ilerletmiştir. Sözün “… ayakları Anadolu’ya uzanmıştı.” kısmı ise İslam devleti Hz. Muhammed zamanında Suudi Arabistan’ın bulunduğu bölgeden yayılmaya başladığı için ve kartalın başının Hicaz’da olduğu Kabul edildiği için Anadolu Bölgesi devletin arka kısmında bulunduğundan ayak benzetmesi yapılmış olabilir.

Anadolu’ya gönderme yapılmasının sebebi de Muaviye Döneminde İstanbulun iki defa fethedilmesidir. Bu yüzden bir uçlarının Anadolu’da olduğu göndermesi yapılır. Toplu olarak düşünürsek Emevi Devleti’nin kartala benzetilme nedeninin şekli yüzünden olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü haritaya baktığımızdan Suudi Arabistan bölgesini kartalın kafası Kabul edersek Umman bölgesi kartalın gagası, Şam bölgesi tam ortada yani kartalın gövdesi, Mısır, Irak kısmını kartalın bir kanadı, İran, Afganistan kısmını kartalın bir kanadı ve Anadolu’yu da kartalın ayaklarına benzetebiliriz. Şekli dışında başka bir açıdan kartala benzetmemizin sebebi de kartalın Emevi Devleti’nin gücünü temsil etmesi olabilir.

Tarık Bin Ziyad’ın Kadiks Savaşı’nda Kazandığı Zafer Hangi Sonuçları Ortaya Çıkarmış Olabilir?

(Bu Soru Sayfa 152’deki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

 

İslamiyetin Kuzey Afrika ve Avrupa’da Yayılmasının Tarihî Önemi Hakkında Neler Söyleyebilirsiniz?

 

Yukarıdaki Metinde Müslümanların Avrupalıları Kâğıt İle Tanıştırmasının “Hayırlı Bir Nimet” Olarak Görülmesinin Nedenleri Neler Olabilir?

(Bu Soru Sayfa 156’daki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

Keten ve daha sonra pamuklu kağıdın Müslümanlar tarafından icadı sadece bilimsel çalışmaları etkilemekle kalmamış, aynı zamanda kağıt endüstrisinin gelişmesine de yol açmıştır.

Danışmanının Halife Mansur’a Söylediği Sözlerden Hareketle Abbasilerin Hangi Konulara Önem Verdikleri Söylenebilir? Neden?

Danışmanının Abbasi Halifesi Mansur’a Bağdat şehrinin kurulacağı yer ile ilgili önerisi: “Efendim, şehri, Dicle’nin kıyısına kurmanda fayda görüyorum. Zira mallar oraya hem kara hem de nehir yoluyla gelebilir. Azerbaycan ve Rum diyarından mallar rahatça ulaşır. Ordunun yerleşimine de uygundur.”

Şehirleşmeye, ticarete, ulaşıma, askerliğe ve güvenliğe önem verdiklerini görüyoruz.

Halife Mu’tasım’ın Abbasi Devleti’nin Başkentini Bağdat’tan Samarra’ya Taşımasından Yola Çıkarak Türklerin Abbasi Devleti’ndeki Yeri ve Önemi Hakkında Neler Söyleyebilirsiniz?

Türklerin hem Müslüman oldukları hem de kültürel yapı olarak Araplardan görece daha fazla savaşçılığa yatkın oldukları için Abbasi Devleti’nde önemli bir askeri güç haline geldiler. Abbasi liderleri ise onların savaşçı kültürünü Arapların görece daha ticari olan kültürü ile kaynaşmasını istemediler. Bu sebeple Arap yoğunluğu olan Bağdat yerine Samarra’yı başkent yaptılar. Bu seçimlerinin bir sonucu olarak Abbasiler Anadolu’nun içlerine kadar ilerleyebildiler. Aslında bu olay ilerleyen dönemlerde Türklerin Anadolu’ya girmesini ve oranın kültürünü benimsemesini kolaylaştırmıştır.

Aynı zamanda Türkler ile olan dostlukları sayesinde bir seferinde Gazneli Mahmut bir seferinde de Tuğrul Bey olmak üzere iki kere Büveyoğullarından kurtarıldılar. Aynı zamanda tarihte bulunan ironik bir şey de Abbasilerin Yavuz Sultan Selim isminde Türk bir Osmanlı İmparatoru tarafında ele geçirilmesidir. Tarihte biraz daha eskiye gittiğimizde Türkler ve Arapların yaşamları olabildiğine farklıydı. İlk başlarda bu iki farklı yaşantı arasında kesişen tek şey din iken zamanla kesişen şeyleri sayısı arttı ve Türklerin kültürlerinde bir Araplaşma, Arapların kültürlerinde ise bir Türkleşme görünmeye başladı. Bu kültür değişimi hakkında insanların düşünceleri çok fazla farklılık göstermekte ancak yazar olarak benim görüşüm uygulanmasa bile eski kültür ve mitolojimizin bilinmesi ve bu konularda dünyaya pazarlanabilecek eserlerin çıkması yönünde olacaktır.

Yukarıdaki Metinde Anlatılanlardan Hareketle Türklerin Özelliklerini Hangi Kelimelerle İfade Edebilirsiniz?

 

Abbasi Devleti’nin Zayıflaması ile Birlikte Ortaya Çıkan Devletlerin Adlarını Aşağıdaki Kutucuklara Yazınız.

(Bu Soru Sayfa 160’daki Etkinliğe Göre Yanıtlanmıştır.)

Ağlebiler: 800-909 yılları arasında hüküm süren ve Tunus, Cezayir ve Sicilya’yı ele geçiren bir medeniyettir. İbrahim bin Agleb tarafından kurulan medeniyet diğer medeniyetlerin aksine Abbasiler ile arasını iyi tutmuştur. O kadarki Abbasi Halifeleri adına hutbe okutmuşlardır. 904 tarihinde Şii Fâtımîler tarafından yapılan propagandalar sonucu parçalanmışlardır.

Tahiriler: 821-873 yılları arasında Türkistan, İran ve Afganistan’ı ele geçirmiş olan bir Müslüman devlet. Kurucusu Tahir bin Hüseyin’dir. Özellikle Abbasilerde bulunan Türkler ile büyük bir rekabete girmişlerdir. Aynı zamanda başkenti Samerra’dan Bağdat’a taşımak isteyen Halife Müstain’in kışkırtmaları sonucu Türkler ile aralarında iç savaş çıkmıştır.

Samanoğulları: 875-999 yılları arasında Orta Asta ve Doğu İran’ı ele geçirmiş olan bu Müslüman devlet aynı zamanda İran milletinin başlangıcı olarak görülmekte.

Tolunoğulları: Tolunoğlu Ahmet tarafından Mısır’da kurulan bu devlet kurdukları güçlü ordu aracılığıyla Filistin, Lübnan, Suriye ve Bingazi’yi fethetti. Tolunoğlu Ahmet zamanında Mısır’ın mimari gelişimine çok önem verildi. Halk yüksek vergilerin yükünden kurtuldu. Aynı durum babasının ölümü üzere tahta çıkan Humaraveyh döneminde de devam etti. Ancak Humaraveyh’ in ölümünün ardından taht kavgaları yüzünden ülke hızlı bir çöküş dönemine girdi. 905 yılında Abbasiler tarafından ele geçirildi.

İhşidiler: Tolunoğullarına benzer bir şekilde Mısır’da kuruldular. Ancak bu sefer zirve dönemleri sadece kurucuları olan Muhammed İhşid’ in ölümüne kadar devam etti. Muhammed İhşid’in ölümünün ardından oğulları Tolunoğullarına benzer bir şekilde taht kavgalarına tutuldu. Abbasiler tarafından ele geçirildiler.

Büveyhoğulları: Büveyoğulları Bağdat’ı iki defa kontrol altına almayı başardı. Bu iki seferde de Türk hükümdarlar tarafından Bağdat’ın kontrolü Abbasilere geri verildi. İlk seferinde (945) Gazneli Mahmut ikinci seferinde (1055) ise Tuğrul Bey bu kurtuluşlarını sağladı. Bu da aslında bir önceki soruya da oldukça uygun bir örnek. Aynı o sorudaki örnekte olduğu gibi kültürleri ve yetiştirilme şekillerinden dolayı savaşçılığa olan yatkınlıkları sayesinde Arapların savaşlardaki en büyük destekçilerinden birisi olmuşlardır.

Emeviler ile Abbasiler Arasındaki Farklılıklara Yukarıda Belirtilenler Dışında Başka Neler Eklenebilir? Araştırınız.

 

Mısır’ın Tarih Boyunca Pek Çok Devlet Tarafından Ele Geçirilmek İstenmesinin Nedenleri Neler Olabilir?

Verimli toprakları ve ticaret yollarının üzerinde olması Mısır’ı önemli bir yer haline getirmekte. Eğer bu nedenlerin de nedenlerine inmemiz gerekirse Mısır’da bulunan toprakların verimli olmasının en büyük sebebi Nil nehri ve belirli dönemlerde taşıyor oluşu. Belirli aralıklar ile taşmasının başka bir önemli özelliği de zamanın ölçülmesinin gerekliliği ile takvimin geliştirilmesi ile tarımdaki verim artmıştır. Bu verim artışı sonucu gelişen bölgeye olan talep de artış göstermiştir. Bu tarım ürünleri arasında en çok üretilenler: pamuk, buğday, mısır, narenciye, şeker kamışı, yem bitkileri ve pirinçtir. Ticaret yollarının üzerinde oluş sebebi ise Asya ile Afrika arasında bir köprü görevi görmesidir. Aynı zamanda gelişmiş tarım faaliyetleri ile ürettikleri besinleri satmaları özellikle baharat ticareti bu ticaretin önemli bir oranını içermektedir.

Nil taşmaları sonucu değişen tarım arazilerini ölçmek için geliştirdikleri geometri bölgenin gelişmişliğine önemli katkılar sağlamanın yanı sıra bölgede bilime verilen önemi arttırmıştır. Aynı zamanda tarihin ilerleyen dönemlerinde petrol bakımından zengin olan Arap Yarımadasını daha rahat kontrol edebilmek için kullanılan yerlerden birisi olmuştur. Aynı zamanda Nil nehri sayesinde deniz ticaretinde de gelişmişlerdir. Günümüzde bulunan Süveyş Kanalı da Nil ticaretini o ticareti daha rahat karşılayacak olan Kızıldeniz’e aktarılmasında en önemli adımlardan birisi olmuştu.

Aynı zamanda Mısır’ın tarih boyunca çok fazla ilgi görmesinin sebeplerinden birisi de tarih boyunca neredeyse her zaman en gelişmiş medeniyetler Asya ve Avrupa’da bulunmuştu. Bu medeniyetlerin Afrika gibi zengin yer altı kaynaklarına ve çok çeşitli endemik bitkilere ev sahipliği yapan bir yeri ele geçirmek için olabildiğince savaş yapması da sayılabilir. Aynı zamanda İslam’ın doğduğu toprakların çok yakınında olduğu için cihat adı altında İslam ve Müslümanlığı yaymak için yapılan savaşlarda o bölgenin çok fazla el değiştirmesine neden olmuş faktörlerden birisidir. Ancak ilginç bir şekilde günümüzdeki Mısır’ının ekonomisinde ne ticaretin ne de tarımın önde olduğu bir ülke değil. Günümüz Mısır’ının ekonomisinde en önde olan ekonomik faaliyet tarih boyunca pek çok farklı medeniyet görmüş olmasının da vermiş olduğu bir şey olarak turizmdir.

Tolunoğulları ve İhşidilerin Siyasi Varlıklarını Kısa Sürede Kaybetmelerinin Nedenleri Neler Olabilir?

Önceki sorularda da belirttiğimiz gibi taht kavgaları sonucu dış politikaya yeterli önem verilmedi. Bu sorumsuzluğun bir sonucu olarak Abbasiler tarafından tekrar ele geçirildiler. Modern ülkelerde de bu sorunlar gözlemlenmekte kurucularının döneminin ardından ülkelerin gerilemeye geçmesi çoğu ülkenin karşılaştığı bir sorun. Bu sorunu yaşayan ülkelere örnek olarak Türkiye ve Sovyetler Birliği verilebilir. Sovyetler Birliği Lenin’den sonra çok fazla güçten düşmüştü. Bunun başlıca sebepleri Stalin ve Troçki arasındaki iktidar savaşları ve bu savaşın ardından Stalin’in paranoyak bir hâle gelmesi hatta Nikolai Vavilov (İlk tohum bankasının kurmak için dünyanın dört bir yanından tohum topladı. Onlar üzerinde nasıl daha verimli olabileceğine dâhil deneyler yaptı.) gibi çok önemli bir biyoloğu bile yıllarca hapislerde süründürmüştü.

Sonuç olarak ise ikinci dünya savaşından ne kadar galip de gelse Amerika ile aralarındaki soğuk savaşta ve uzay yarışında önde gibi görünse de Amerika’nın ilk kez aya gitmesi ile talih tam tersine dönmüştü. Sovyetler Birliğinin dağılması ile sona erecek süreç başlamıştı. Türkiye’ye dönecek olursak Türkiye tarihinde hiçbir zaman kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemindeki kadar gelişmişliğe ve büyüme oranına sahip olmadı. Atatürk’ün sonrasındaki dönemde belirli bir süre onun oluşturduğu düzen devam etti. Ancak bir süre daha sonra işler iyice sarpa sardı. Türkiye yıllar öncesinden ikinci dünya savaşını görmesi ile belki de yapacağı gerekli yatırımlar ile ekonomisini geliştirebilecekken işlerin iyice sarpa sarmasına neden oldu.

Bu tip durumların oluşmasının en temel sebeplerinden birisi kurucuların ülkeyi kurduklarında yaşayan halkın yaşantılarını az ya da çok değiştirmesidir. Bu değişime adapte olamayan halkın eskisine benzerini istemesidir. Yönetici halkı bu değişikliklere ne kadar adapte ederse etsin bu değişim ne kadar köklüyse işlerin bu yöneticinin ardından sarpa sarma olasılığı da o kadar artmakta. Pek tabii ki halkın bu değişimlere adapte olduğu örneklerde bulunmaktadır. Ancak bu örneklerin bulunması bu örneklerin azınlıkta kaldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Buradaki en ilginç kısım değişiklikler halkçı olsa bile değişikliklerin benimsenmesi zor olmaktadır. Bunun da en önemli sebebi insanların konfor alanını terk etmeye meyilli olmamasıdır.

Yukarıdaki Sözden Hareketle Müslümanların İlme Bakışı İle İlgili Olarak Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?

“İslam ülkelerinde bulunan bazı özel kitaplıklardaki kitapların miktarı, o devirde Avrupa’nın bütün kütüphanelerindeki kitaplardan daha fazla idi.”

İlime çok fazla önem veren bir topluluktu bu sayede birçok ilke imza attılar. Aynı zamanda o dönemde Avrupa’da Orta Çağ’daki aşırı dindar tutumu Avrupa’nın geri kalmışlığının en önemli sebeplerinde birisi. Aslında o dönemde Müslümanlarda da dini bir yönetim vardı ancak Avrupa’nın engizisyonuna benzer bir sistem bulunmuyordu. Ancak ilerleyen dönemlerde Avrupa’nın yaptığı Reform hareketleri ile Müslümanların önüne geçtiği söylenebilir. Bunun belki de tarihsel olarak en büyük sebebi Moğolların Bağdat’ı işgal etmesi ve işgal etmekle de kalmayıp Bağdat’ı yerle bir etmesidir. Aslında tarihe baktığımız zaman bilimin duraklama dönemlerinin en önemlilerinden birisinin Moğolların hâkimiyet sürdüğü dönemdir. İlk dönemlerinde Ortaçağ dönemindeki manastırlar inanç temelli olmayan görüşlere ve sanat eserlerine karşı duran en büyük kuvvetti.

Ancak bir süre sonra bu kurumlar Orta Çağ boyunca kitapların, bilginin ve kütüphanelerin en önemli koruyucusu haline geldi. Bu manastırlarda çok yoğun çalışmalar yapılıyor, kitaplara çok fazla önem veriliyordu. Kitapların çoğaltılması süreci çok dikkatlice yapılıyordu. Hatta bunu dinî bir ritüelmişçesine yapıyorlardı. Bunun dinî bir ritüele benzemesinin en önemli sebeplerinden biriside bu süreçte çoğaltılan kitapların hiçbiri ortaçağın sonuna kadar manastırların dışına çıkartılmamıştır. Kitap yazma atölyelerinin arasından en önemlilerinin olduğu yerler: Fulda, Reichenau ile Ratisbonne manastırları idi. Kilise ve manastırlarda yapılan bu işlerin ne kadar özenli yapıldığına bir örnek vermek gerekirse katipler dışarı çıkamıyordu. Yangın riskine karşı yapay bir şekilde aydınlatma kullanmıyorlardı. Bu sebeple çalışmalar güneş ışığında yapılıyordu.

Orta Çağ yazmaları tek bir kişinin eseri değildir. Toplu bir çalışmanın ürünüdür. Anlatılan gibi o dönemde çok fazla çoğaltım yapılmasına rağmen çok nadir yeni eserler çıkıyordu. Genellikle bu alanlarda çoğaltılan kitaplar dinî kitaplar oluyordu. Günümüzde kitap okuma ve kütüphanelerdeki kitap sayısı gibi oranlarda çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin geride kalma sebeplerinden birisi de gelişmiş olmadan gelişmiş hissettirecek bazı durumların oluşması. Ve bu durumların bulunmasından dolayı halkın gelişmemişliğin seviyesini hissetmemesi ve bu yüzden kendini gelişmiş sanıp Rönesans ve ya Reform gibi bir toplumsal hareketi yapmaya ihtiyaç duymaması.

İslam Dünyasında Ortaya Çıkan Bilimsel Gelişmeler Neler Olmuştur?

(Bu Soru Sayfa 169’daki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

 

İslam Dünyasındaki Bilimsel Gelişmelerin Avrupa Medeniyeti’nin Gelişmesine Etkisi Hakkında Neler Söyleyebilirsiniz?

(Bu Soru Sayfa 169’daki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

 

Yazarın Bu Şekilde Düşünmesinin Nedenleri Neler Olabilir?

(Bu Soru Sayfa 169’daki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)

 

Endülüs’teki Düşünce ve Kültür Dünyasına Katkıda Bulunan Önemli Şahsiyetlerden İbn-i Rüşd İle İlgili Bir Araştırma Yapınız. İbn-i Rüşd Hakkında Öğrendiklerimizden Yararlanarak Aşağıdaki Tabloya İstenen Bilgileri Kısaca Yazınız.

(Bu Soru Sayfa 170’deki Tabloya Göre Yanıtlanmıştır.)

İbn-i Rüşd’ün Çalışma Alanları ve Başlıca Eserleri:

İbn-i Rüşd’ün Hangi Eserlerinin Kimler Tarafından ve Hangi Dillere Tercüme Edildiği:

İbn-i Rüşd’ün Avrupa Medeniyeti’ne Etkiler:

 

Geleneksel Türk El Sanatları

Yandaki Görselleri İnceleyiniz ve Bunların Kutucuklarda Verilen Sanat Dallarından Hangilerine Ait Olduğunu Noktalı Yerlere Yazınız.

(Bu Soru Sayfa 172’deki Etkinliğe Göre Yanıtlanmıştır.)

Sanat, pratik ve güzel sanatlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Zanaat olarak isimlendirdiğimiz sanatlar ise endüstriyel ve pratik sanatlardır.

 

Ünite Değerlendirme Bölümü Soruları

9. sınıf tarih ders kitabı kitabı (Tuna Yayınları) beşinci ünitesi olan İslam Medeniyetinin Doğuşu ünitesinin Ünite Değerlendirme bölümünde yer alan tüm soruları yanıtladık.

Aşağıdaki cümleleri kutucuklarda verilen kavramlardan uygun olanıyla tamamlayınız.

1. Hanif

2. Osman

3. Emeviler

4. Mu’tasım

5. İbn-i Rüşd

6. Gazali

7. İhşîdîler

8. Hıttin

Aşağıdaki ifadelerden doğru olanların başına “D”, yanlış olanların başına “Y”­yazınız.

1. Y

2. Y

3. D

4. D

5. Y

6. D

7. Y

8. D

Aşağıdaki soruların cevaplarını defterinize yazınız.

Suffe, Hüsn-ü Hat, Beytü’l-Hikme, Cizye ve Mu’îd Kelimelerinin Anlamlarını Açıklayınız.

Suffe: nefes; Hz.Muhammed’in Medine’de öğrettiği olgu, Kur’an’ı ve İslam’ın esaslarını öğrettiği yer suffadır.

Hüsn-ü Hat: kaligrafi; İslam sanatının bir diğer süs unsuru olan hat, hat adı verilmekte olan güzel yazı sanatıdır.

Beytü’l-Hikme: Beyt’ül Hikmet, Bağdat şehrinde, 800’lü yıllar civarlarında Abbasiler tarafından kurulan bir kütüphane ve bilim merkezidir.

Cizye: Resmi dini islam olan ülkelerdeki gayrimüslim kimselerden alınan vergiye verilen isim.

Mu’id: Yardımcı doçent unvanına denk gelen akademisyenlere müzakereci ya da müid denirdi. Müderrisin yardımcılarına mu’îd şeklinde hitap edilmekteydi.

Avasım Nedir? Açıklayınız.

Avasımlar, Abbasi devleti döneminde, özellikle Bizans devletinin sınırında kurulmuş kasabalardır. Türkler, Sultan Bekov Han’ı ve genel olarak savaşçı özelliklerini dikkate alarak bu şehirlere yerleşmişlerdir. Avasım şehrinin bugün Adana, Osmaniye ve Kahramanmaraş civarında kurulduğu bilinmektedir. Abbasi Devleti zamanında genellikle ve özellikle Bizans çevresinde kurulan devletlere verilen isimlerdir. Bu şehirlere genelde donanımlı savaşçı özellikleri olduğundan dolayı Türkler yerleştirilmiştir. Günümüzde Adana ve Osmaniye gibi akdeniz bölgelerinin çevresinde bulundukları tespit edilmiştir. Bu şehirlere genelde donanımlı savaşçı özellikleri olduğundan dolayı Türkler yerleştirilmiştir. Günümüzde Adana ve Osmaniye gibi akdeniz bölgelerinin çevresinde bulundukları tespit edilmiştir.

Hz. Ömer İslam Devleti’nin Teşkilatlanmasına Yönelik Olarak Hangi Düzenlemeleri Yapmıştır?

Hz. Ömer’in halifelik döneminde İslam Devleti yapılan birçok fetihle sınırlarını genişletmiştir. Artan sorumluluk ile birlikte Hz. Ömer çeşitli teşkilatlanma düzenlemelerine başvurmuştur. Bu düzenlemelerden bazıları olarak vergilerin sisteme oturtulması, devlet memurlarının sistemli maaş alması, toprakların vilayetlere ayrılıp alt düzey yöneticilerle düzen sağlanması, nüfus sayımı, ordunun düzenlenmesi vb. örnekleri verilebilir.

İbn-i Sina’nın Tıp Alanında Yaptığı Çalışmalar Nelerdir?

Kitabü’l-Şifa ve El Kanun Fi’t-Tıp isimlerine sahip olan kitaplar yazdı. Bu kitaplar başka dillere çevrilip tıp eğitiminde kullanılmıştır. Bu eserlerinde birçok hastalık ve ilaçtan bahsetmektedir dolayısıyla tıp biliminin öncülerinden kabul edilmektedir.

Medine Sözleşmesi’yle Devlet ve Toplum Hayatını İlgilendiren Konularda Hangi Kararlar Alınmıştır?

Din, dil, ırk gibi ayrıştırma amaçlı kullanılan silahların bu Medine halkını ayırmasına izin vermeyen kurallar alınmıştır. Sözleşmeyle birlikte saldırılar karşısında birlikte savaşılmakta, ticaret gibi ortamlarda kimsenin dışlanmamasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır.

Cahiliye Dönemi Arap Toplumunun Özellikleri Nelerdir?

Ayrımcılık zirvededir; kabileler arası ve kabileler içerisinde bireyler birbirlerini kötülemek için çeşitli yollara başvurmaktadırlar. Kadın-erkek eşitsizliği, efendi-köle dinamikleri, baskıcı örf ve adetlerle birlikte Cahiliye Dönemi Arap toplumu adaletsizliğiyle ön plana çıkmaktadır.

Emeviler ile Abbasilerin Devlet Yönetim Anlayışları Arasındaki Farklılıklar Nelerdir?

 

İslam Kültürünün Avrupa’ya Etkilerine Hangi Örnekleri Verebilirsiniz?

İslam kültüründen çıkıp Avrupa’ya yerleşen önemli etkilerden biri bilim alanında gerçekleşen gelişmelerdir. Tıp, matematik gibi alanlarda İslam Devleti’nin ilerlediğinin fark edilmesinin ardından Müslüman bilim insanlarının çalışmaları başka dillere çevrilip öğreti kaynağı olarak kullanılmıştır. Ayrıca sanat alanında da İslam sanatlarında kullanılan motiflerden Avrupa sanat eserlerinde çeşitli esinlenmelerin olduğu fark edilir.

 

Aşağıdaki yönergelerde istenen çalışmaları yapınız.

Metinde Anlatılanlardan Hareketle İslamiyet’in Temel İlkelerinin Neler Olduğu Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?

İlk soru bağlamında İslamiyet’in temel ilkeleri olaraktan şu maddeler gösterilebilir; 1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanma hali. 2. Allah’ın göndermiş olduğu meleklere karşı inanç besleme durumu. 3. Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu kutsal kitaplara inanma hali. 4. Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler içerisinde Hz. Muhammed’in Allah’ın son elçisi ve peygamberi olduğuna inanma hali çıkarılabilmektedir. İslam’ın temel kaynakçası olan Kuran-ı Keimde de bu maddeler vardır.

Kureyş Asilzadelerinin İslamiyet’in Yayılmasını Engellemek İstemelerinin Nedenleri Neler Olabilir?

İkinci soru bağlamında ise Kureyş asilzadelerinin İslamiyet’in yayılmasını engelleme nedenleri arasında şöyle bir çıkarım yapılabilir; Kureyş Bey, Hz. Muhammed’in (sav)’in mensubu olduğu büyük bir Arap kabilesidir. İslam’ı ilk yayınlayan ve Kuran’da adı geçen kişidir. Bu aşiret aristokratları, İslam’ın yayılmasını engellemek isterler ki ticaret gelirleri girmesin, putlardan elde ettikleri manevi ve maddi menfaatler engellenemez.

 

Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.

1. A

2. D

3. D

4. C

5. E

6. B


Not: 9. sınıf tarih ders kitabı cevapları (Tuna Yayınları) tamamı için 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – Tüm Üniteler başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Soru Sor: 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı (Tuna Yayınları) içinde yer alan diğer soruları destek@derstarih.com e-posta adresini kullanarak bize iletebilirsiniz. Sorularınızı bize gönderin Ders: Tarih Ekibi sizin için yanıtlasın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.