Türk Tarihi

Tarihte Türk Kadını – Kadının Toplumdaki Yeri

Bu yazıda, Orta Asya’daki Türk devletlerinden başlanarak Türk kadınının toplumdaki yeri incelenecektir. Tarih boyunca, Türk kadını toplumda çok değişik roller üstlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde toplum içerisindeki etkinliğini kaybeden Türk kadını, eski yerini tekrar kazanması adına atılan en önemli adım Türk Medeni Kanunu adlı kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabulüdür.

Kadının Toplumdaki Yeri

Kadının birey olarak tanımlanamayışının tarihçesi hayli eskilere dayanmaktadır. Tam olan erkektir. Kadın; ataerkil düzene geçişle birlikte ve tek tanrılı dinlerin de desteklediği bir şekilde hep erkeğe göre anlatılmış ve tanımlanmıştır. Çok eski toplumlarda kız çocuklarını kurban ederler ve insan yerine koymazlardı. İslam dini ile bu durum düzeltilmeye çalışılmış fakat bu düzenleme ileriki dönemlerde tekrardan bozulmaya uğramıştır. Bir toplumun, bir ülkenin uygar bir düzeye gelmesi için, o toplumda eşitlik olması şarttır. Çünkü eşitlik ilkesi, modern bir hukuk devletinin en önemli enstrümanlarından biridir.

Tarih boyunca kadın ve erkek eşit durumda değildir ve eşit durumda oldukları da düşünülemez. John Locke bu konuda şöyle diyor: “İnsanlar doğuştan özgür, eşit ve bağımsızdır”. Fakat Locke’n bu sözleri kadınların kölelerin ve diğer ayrımcılığa uğrayan insanların egemenlerle olan ilişkisini değiştirememiştir. Bir uygarlığın gelişimdeki kadın erkek eşitliğinin önemi Celal Nuri tarafından şu şekilde belirtilir: “Erkekler ne denli gelişirse gelişsinler, kadınlar da onlara koşut olarak ilerlemezse iş yarıda kalır. Tam olarak uygarlaşılamaz. Yeryüzünde erkekleri ilerleyip de kadınları aşağılık durumda kalan bir ulus yoktur. Kadın başka erkek başka bir ulus olamaz. Bir ulusun erkek yarısı dişi yarısından bağımsız yaşayamaz. Kadın erkeği erkek kadını olgunlaştırıp tamamlar.”

Tarihte Türk Kadını

Türk kadını asırlar süren ihmalin sonucu olarak toplumsal hayatın dışında bırakılmıştır. Siyasi haklar şöyle dursun, sosyal ve hukuksal haklardan da mahrumlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk, Türk toplumunun çağdaşlaşmasını her şeyden üstün tutarak bunu bir yaşam davası olarak kabul ettiği de bilinmekteydi. Atatürkçülükte ilke ve inkılâplar, bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlayan unsurlarsan oluştuğu ortaya çıkmaktadır. Bu halklardan birinin kopması, zincirin tamamının dağılmasına neden olacaktır. Türk kadının çağdaşlığı da bu zincirin en önemli halkalarından biridir. Ülkenin istenilen uygarlık seviyesine ulaşması için kadınların gerek toplumda gerekse siyasette aktif rol alması şarttı. Atatürkçü düşünceye göre, kadın erkek gözetmeksizin herkes insandı ve herkesin eşit olması gerekiyordu. Bu düşünce ışığında, 1924 yılında eğitimin birleştirilmesini sağlayan Tevhidi-i Tedrisat Kanunu, 1926 yılında Türk Medeni Kanunu kabul edilmiş, 1927 yılında karma eğitime geçilmiş ve 1934 yılında da Türk kadınına siyasal haklar verilmiştir. Bu süreç boyunca Türk toplumu içerisindeki bu cinsiyet ayrımı yasal olarak ortadan kaldırılır.

Yazının bu bölümünde İslamiyet öncesi, İslamiyet sonrası ve Cumhuriyet sonrası Türk kadının toplum içindeki yeri incelenecek ve Türk Medeni Kanunu ile birlikte gelen kadın haklarından bahsedilecektir.

İslamiyet Öncesi Dönemde Türk Kadını

İslamiyet’in kabul edilmesinden önceki dönemlerde Türk ailesi, erkeğin tek kadınla evlenmesi ile kurulan, monogam bir aile yapısına sahipti. Kadının ailede saygın bir konumu vardı. Erkekler ile birlikte savaşır, ata binerlerdi. Türk kadını, kendi mallarının malikiydi ve boşanma hakkına da sahipti. Kadına güvenildiği için devlet ve toplum hayatında da önemli görevler üstlenmişti. Hakanın buyrukları yalnız “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi, buyruğun geçerli olması için eşinin onayı da gerekmekteydi. Bu toplumda kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu ve bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı.

Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi, kadın da kocasını boşayabilirdi. Orta Asya’daki Türk toplumlarında kadına verilen önem o derece büyüktür ki, verdikleri bu önem destanlarına da yansımıştır. Yaratılış destanına göre, Tanrıya insanları yaratma ilhamını veren kişi “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan destanında, ilk karısı gökten inen mavi bir ışıktan, diğer karısı da kutsal bir ağaçtan doğmuştur. Selçuklu Devleti’nde de kadın sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir. Kadınlar adına medreseler, hastaneler ve kütüphaneler yapılmaktadır. Kısaca Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır ve onların güç ve ilham kaynağıdır. Bu durum da o dönemde Türklerin yaşayış biçiminin, toplumsal düzeninin bir yansımasıdır.

Osmanlılar Döneminde Türk Kadını

Türkler, İslamiyet’i kabul edişleriyle birlikte kendi kültürlerini korumaya çalışırken, istila ettikleri yerlerin kültürlerini benimsemek durumunda kalmışlardır. Bu değişimler sonucunda da Türk kadının toplum içerisindeki statüsünde değişiklikler olmuştur. Osmanlı toplumunda, özellikle ilk yıllarda kısmen kadınlara da bazı haklar tanınmıştır, fakat ilerleyen dönemlerde bu haklar kaybolmuştur. Giyim konusunda bile kısıtlamalar getirilmiş, kadının giyeceği feracenin boyu bile belirlenmişti. Bayramlarda dışarı çıkmaları fermanlarla yasaklanmıştı. Türk kadını bu baskıya tam boyun eğmemiş aksine padişah fermanlarının yerine “moda” cereyanları kadınları etkilemiştir. İslam dini evlilik kurumunu da birçok yönden etkilemişti.

İslam hukuku, aileyi erkeğin hâkimiyetine dayalı olarak kurmaktaydı ve erkek dörde kadar kadınla evlenebilirdi. Ayrıca prensip olarak, boşanma hakkına sahip olan koca olup kadının boşanabilmesi ancak belli şartlar altında mümkün olabilmekteydi. Yani kadınların boşanmaya hakkı yoktu, aile içerisinde alınan kararlarda söz hakkına sahip değildi. Osmanlıda kadını, hemen hemen hiçbir konuda söz hakkı yoktu. Tamamen kapanırlar ve evden çıkmazlardı. Bu nedenden dolayı, bazı kaynaklarda, Osmanlı toplumunda, Türk kadının eskiden sahip olduğu yerini kaybetmesinin nedeni, Arap geleneklerinin ve kültürünün etkisi altında kalmanın bir sonucu olduğu söylenmektedir.

Tanzimat Döneminde Türk Kadını

19. yüzyılın ortalarına doğru, Tanzimat dönemi ile birlikte, batıya yönelme hareketleri başlamıştı. Bu hareketlerin en önemlisi kuşkusuz eğitim ve öğretim alanında olanlardı. Ülkenin aydınları, toplumun gerilemesinin temel nedeni olarak, kadınların toplumsal ve siyasal alanlarda etkin olmamasına bağlamaktaydılar. Bu nedenle, bu sorunu çözmek adına, kızların gidebileceği okullar açılmaya başlandı. Meslek okulu olarak ilk önce, 1842’de Askeri Tıbbiye’ye bağlı olarak ilk “Ebe Okulu”, 1869’da İnan Sanayi Mektebi (Kız Sanat Okulu), 1870’de Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu) açılır. Bu okullar sayesinde, Osmanlı Devleti’nin kurulmasından beri, Türk kadını ilk kez ev dışına çıkmış ve toplumda bir fark yaratmaya başlamıştır. Buradan da görülüyor ki, İslam dininin etkisinde kalan Osmanlı Devleti’nde, kadınların toplumda bir yer edinmesi ancak Tanzimat döneminde mümkün olabilmiştir.

Osmanlı Devleti, gerek diğer ülkelere verdiği kapitülasyonlarla gerekse yargısal açıdan bağımlı hale düşmüştü. Bu durum da yeni bir hukuk sisteminin gelmesini gerektiriyordu. Osmanlı vatandaşlığında olan gayrimüslimler bağımsız devlet kurmak istiyorlar, kanunlar önünde eşit olmadıklarını bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine sürekli müdahale ediyorlardı. Bütün bunlarla birlikte, eski kanunlar ve eski hukuk sistemi yeni devletin ihtiyaçlarını karşılayamazdı, çünkü çökmüş bu sistem, Osmanlı halkının bile ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdaydı.

Cumhuriyet Döneminde Türk Kadını

Kadın sorunları açısından ilk ciddi gelişmeler bu dönemde yaşanmıştır. Kadının toplum içindeki etkinliği arttıkça, kadınla ilgili olarak toplumda oluşturulan rol de önem kazanmıştır. 1924 yılında eğitimin birleştirilmesini sağlayan Tevhidi-i Tedrisat Kanunu uygulanılmaya başlanmıştır. Bu kanunun dâhilinde, askeri idadiler liseye çevrildi. Türkiye’de sadece Müslüman vatandaşların olmadığı, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının da dinsel gereksinimleri ve vicdan özgürlüğü olduğu göz önünde bulundurularak, ilkokullardan Kur’an dersleri, ortaokul ve liselerden de din, Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır. Bu kanun sayesinde, eğitim sisteminde modernleşmeye gidilmiştir. Kanunun uygulanmasından 3 sene sonra da karma eğitime geçilmiş, bu sistemden kızların da yararlanması sağlanılmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, Türk kadının eğitim durumu incelendiğinde, 1935 yılından ilk nüfus sayımında adın nüfusunun %90.19’unun okur-yazar olmadığı görülmektedir. Bu oran erkeklerde de %70.65’tir. Yapılan reformlar sayesinde, 1985 yılı itibariyle bu oran kadınlarda %31.77’ye erkeklerde ise %13.45’e düşürülmüştür. Başka bir deyişle, 1985 yılında kadınların %68.23’ü, 1989’da kadınların%72.83’ü okuryazardır.

Türk Medeni Kanunu ve Kadınlara Verilen Haklar

1926 yılında Türk Medeni Kanunu kabul edilmiş, 1934 yılında da Türk kadınına siyasal haklar verilmiştir. Yazının bu bölümünde bu konular daha ayrıntılı şekilde incelenecektir. Kısaca Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile kadınların toplumsal durumları önemli bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir. Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Türk kadını, boşanma hakkında, seçme seçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu görevleri yapma haklarına kavuşmuştur. Gerçek anlamda modern bir toplumu oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar bu dönemde gerçekleştirilmiştir.

Not: Bu konuyla ilgili olarak Amazon Kadınları Kimdir? Amazonlar Nerede Yaşadılar? başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Back to top button

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Close

Adblock Detected

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.