Dünya Tarihi

Sosyal Sınıf Nedir? Sosyal Sınıflar Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

Sosyal sınıf nedir? Sosyal sınıflar nasıl ortaya çıkmıştır? Sosyal sınıflar nelerdir? Toplumsal tabakalaşma nedir? Modern sınıfsızlık nedir? sorularını yanıtladık. Ayrıca sosyal sınıflar tarihi ve özellikleri hakkında bilgi verdik. Sosyal sınıf, bir toplum içindeki hiyerarşik farklılıktır. Sosyal sınıflar, tarihte ilk kez tarım devriminden sonra özel mülkiyet kavramının gelişmesiyle ortaya çıkmıştır.

Sosyal Sınıf Nedir?

Sosyal (toplumsal) sınıf, toplum veya kültür içindeki bireylerin veya grupların arasında oluşan hiyerarşik farklılığı, katmanlaşmayı ifade eder. Sosyal sınıflar genellikle bireylerin ekonomik sınıflarına ve sınıflar arasındaki benzer siyasi, ekonomik ilgilerine göre şekillenir. Günümüz devletleri sınıflı toplumlardır, sınıfsız devlet günümüzde bulunmamaktadır. Toplumsal sınıfların dinamikleri toplumdan topluma, kültürden kültüre ve birçok faktöre göre farklılık gösterir. Ancak sosyal sınıflar evrensel değillerdir. Sınıflı toplumların oluşmasında ana etken ekonomik ilişki ve ekonomik ayrışmadır. Sınıfsız toplum, prensipte vardır ancak günümüzde uygulanamaz bir sistemdir. Sınıfsız toplum için işçi ve işverenin olmaması gerekir.

Sosyal Sınıflar Nasıl Ortaya Çıkmıştır?

İnsan ırkının (homo) Orta Afrika’dan geldiği düşünülmektedir. İlk insanlar kas kuvveti olarak yırtıcı hayvanlara karşı daha güçsüz oldukları için avcılıktan daha çok toplayıcılığa yönelmişlerdir. Toplayıcılığa yönelen ilk insanlar günümüzden 7 ila 2,2 milyon yıl önce ayağa kalkmaya ve iki ayak üzerinde yürüme (bipedalizm) kabiliyeti geliştirmeye başlamışlardır. Tarih aralığının fazla olmasının nedeni ise 2002 yılında bulunan ve homo cinsine yakın bir tür olan “Sahelanthropus tchadensis”in bulunması ardından yürütülen çalışmalarda bu türün 7 milyon yıl öncesinde bipedalizm kabiliyetine sahip olduğu anlaşılmıştır. 2,2 milyon yıl öncesinde ise Homo türünün ilk örneği olan Homo habilis’in yaşadığı ve yine onun da bipedalizm kabiliyetine sahip olduğu keşfedilmiştir.

Bu konudaki tartışmalar halen devam etmektedir. İnsanların iki ayak üzerine kalkmasının nedenlerinden biri olarak da Afrika coğrafyasındaki ilk insanların güneşten daha az etkilenmek istemeleridir diye düşünülmektedir çünkü insanlar iki ayak üzerinde durduklarında güneşi gören yüzey alanları azalacağından dolayı güneşten daha az etkilenirler. Bunun sonucunda ilk insanların hem uzun otlara erişmek hem de güneşten daha az etkilenmek için iki ayak üzerine kalktığı ve bipedalizm kabiliyetini geliştirdiği düşünülmektedir.

İlk insanların ayağa kalkmasının sonucunda dişilerin bel çevresinin daralmaya başladığını buna bağlı olarak rahminin de alan bakımından daralmaya başladığını ve yeni doğanların daha erken doğması gerektiği düşünülmektedir. Yeni doğanların daha erken doğması gelişimin bir kısmının dışarıda sürmesi gerektiği anlamına gelir ve bu gelişim sürecinde yeni doğanlar tam gelişmedikleri için korunmaya muhtaç hale gelirler. İlk insanların oluşturduğu kabile yapısında dişiler doğum olayını gerçekleştirdikleri için yeni doğanları koruma ve büyütme görevi kadınların üzerine yüklendi. Zihinsel gelişimin dışarıda gerçekleşmesi beynin gelişimi açısından olumlu bir faktör ancak bu gelişim sırasında eğitimi verecek, avlanmayı veya toplayıcılığı öğretecek bir toplum sistemi geliştirmek zorunda kalan ilk insanlar bebeklerin belli bir yaşlarından sonra onları cinsiyetlerine göre eğitim vermeye başladılar. Erkekler avcılıkla uğraşıyorlardı çünkü etten gelen protein oldukça değerliydi.

Erkeklerin günlük yaşantısı tamamıyla avcılıktan oluşuyordu. Öyle ki erkeklerin uyumalarının, dinlenmelerinin nedeni av için gerekli olan enerjiyi depolamaktı. Dişilerin görevi biraz daha karmaşıktı. Dişiler hem yeni doğanlara bakmak hem de toplayıcılık ve yemek hazırlama ile kabileyi veya topluluğu doyurmak zorundaydı. Kadınların toplayıcılıkla uğraşmaları ve yeni doğanlara bakması sonucunda erkeklerden daha farklı özellikleri yıllar içerisinde gelişmiş olduğu görülebilmektedir. Bunlar kadınların bazı renkleri görüp bu renklerin erkekler tarafından görülememesi, bitkilerle arası iyi olan kadınların ilaç alanında daha bilgili olması, kadınların olaylara daha duygusal yaklaşmaları örnek gösterilebilir.

Sosyal Sınıflar Tarihi

Genel düşünceye göre kadınların getirdiği besinlerin doyuruculuğu erkeklerin getirdiği etlerden daha fazlaydı ancak erkeklerin getirdiği etin fazlaca protein içermesi kabile veya topluluk içerisinde etin değerini paha biçilemez yapıyordu. Başparmağımız ile alet yapma becerimiz gelişti. Avcılık ve toplayıcılık alanındaki aletlerimizi geliştirmeye başladık. Ateşin keşfi ile becerilerimize bir önemli beceri daha kattık. İlk insanlar, tarla ve sürü gibi verimliliği arttıran teknikler ve beceriler geliştirmeden önce insan verimliliği çok az olduğu için kabilede bulunan herkesin yemek için çalışması gerekiyordu. Çalışmayan, yaralı olan bireyler yemek getiremedikleri için genelde erkeklerde ve kadınlarda bir kişinin yaralanması veya sakatlanması kabileye yük oluşturacağından o kişinin kabileden atılması veya öldürülmesi ile son bulduğu düşünülmektedir.

Taş ve Maden Devri’nde Sosyal Sınıflar

İlk insanlar göçebe veya yarı-göçebe bir şekilde yaşıyorlardı. Genel düşünceye göre topladığı meyveleri, sebzeleri, ürünleri yerken insanların yere attığı veya düşürdüğü meyve kabukları, çekirdekler, tohumlar toprak ile karışıp yeniden bitki oluyordu; bir zaman sonra aynı bölgeye yeniden gelen insanlar bıraktıkları atıkların veya parçaların yeniden bitki olduğunu fark ettiler ve tarımı keşfetmiş oldular. Tabi bu gelişmelerin binlerce belki yüzbinlerce yıl içerisinde geliştiği düşünülmektedir. Genel düşünceye göre; ayrıca bu dönemlerde de yenilen et parçalarından geriye kalan kemik parçalarını takip eden kurtlar ile kemikleri atan insanlar arasında bir bağ ve ilişki oluştuğu ve bunun sonucunda kurtlar evcilleştirilmiş ilk hayvan olarak insanların yanında olduğu ve onlarla dolaştığı düşünülmektedir. Kurtların evcilleştirilmiş hallerine insanların köpek dediği, evcilleştirilemeyen türlerin ise vahşi kurt olarak kaldığı düşünülür. Tarımı keşfeden ve hayvanları evcilleştiren ilk insanlar tarım veya bir başka deyişle neolitik devrimi gerçekleştirmiş oldular.

Neolitik Dönem’de Sosyal Sınıflar

Neolitik dönemde insanlar iki tane oldukça verimli üretim aracına sahipti. Biri tarla diğeri de sürü idi. Tarla ve sürü insan emeğinin kat çarpanları olarak düşünülebilir. Varsayalım, daha önceden bir tarladan alınacak ürünü karşılamak için 20 kişinin 12 saat çalışması gerekirken tarla ile sadece 5 kişinin 10 saat çalışması ile bu ürün karşılanabiliyordu. Tarla ve sürünün işletilmesi için insanların göçebe değil yerleşik hayata geçmesi gerekiyordu. İnsanlar yavaş yavaş kentler kurup yerleşmeye başlıyorlardı. Yerleşik hayata geçen insanların bir kısmı tarla ve sürü sayesinde yönetilebilir boş zamana sahip olabildi. Ancak yönetilebilir boş zamana sahip olmak için o insanın tarlaya veya sürüye yani bir üretim aracına sahip olması gerekiyordu.

Üretim araçlarını sahip olma yani mülk kavramı ilk kez Neolitik Çağda görülmüştür. Mülkiyet hakkını kazanmak için eskiden sınıflı bir toplum olmadığı için insanlar güçlerine göre mülkler üzerinde hak ilan etmeye başladılar. Bu hakların kazananı genel olarak kas kuvveti bakımından kuvvetli insanlar oluyordu. Mülkiyet hakkını kazanan insanların çalışmasına gerek kalmıyordu çünkü artık bir üretim aracına sahipti ve bu araç sayesinde ürettirdiği değerli hasat veya et ile kendi yaşamını sürdürebilirdi. Neolitik Çağda ilk defa sınıflı bir toplum oluştuğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu sınıflı toplumda iki çeşit sınıftan bahsedilebilir. Birincisi üretim aracına sahip olan kısım, diğeri ise üretim aracına sahip olamayan sınıf. Sınıfları ortaya çıkaran ana etken yönetilebilir boş zamanın eşit dağıtılmamasıdır. Düşünülebileceği üzere üretim aracına sahip olan sınıf (günümüz adıyla burjuvazi) çalışan kısma göre toplumun azınlığı oluşturuyor.

Neolitik Çağda tarlaların ve sürünün var olmasıyla beraber bu üretim araçları hayvanları ve tarlayı korumak da gerekiyordu. Bu nedenlerden dolayı tarlacılık veya hayvancılıkla uğraşmayan kesimin bir kısmının “basit bir ordu” oluşturduğu söylenebilir. Bu oluşuma tam ordu denmeyebilir ama bu topluluğun amacı tarları, sürüleri ve mülkiyetleri yağmacılardan ve düşmanlardan korumak olduğu söylenebilir. Bu koruma görevi için oluşturulan “basit ordunun” kazancının o zaman yeni oluşan devletler veya mülkiyet sahipleri tarafından verildiği düşünülmektedir. “Basit ordu”lardan da anlaşılacağı üzere insanlar kabile yaşamının tam aksine farklı dallar üzerine uzmanlaşmaya ve kendilerini o alanlarda geliştirmeye başladılar.

Din ve Sosyal Sınıflar

Neolitik Çağ ile ortaya çıktığı düşünülen kavramlardan bir tanesi de dindir. Din bağlamında da din adamları sınıfının ortaya çıktığı düşünülmektedir. Ancak 1963 yılında yapılan kazı ile bulunan ve 2018 yılından itibaren ayrıntılı çalışmalar ile özellikleri belirlenen Göbeklitepe, dinin yerleşik hayata geçmeden önce de var olduğu ve din adına binaların yapıldığına kanıt oldu. Göbeklitepe’den önce din kavramının yerleşik hayata geçtikten sonra var olduğu düşünülüyordu ancak yapılan yeni çalışmalar ile bunun yanlış olabileceği hakkında düşünceler de ortaya çıktı. Neolitik Çağda din ve din adamlarının “burjuva” sınıfından bile daha fazla yönetilebilir boş zamana sahip olabileceği düşünülüyor. Din adamları genelde halka hikayeler anlatırlar, tanrı olduğuna inandıkları kavramlara dua eder ve taparlar, (devlet oluşumu varsa) kralın veya yöneticiyi över ve haklarını korurdu.

Din adamlarının hikayeler anlatması, insanları kenetlemesi, insanlara gelecek hakkında umut vermesi; insanların dağılmaması, insanların gelişmesi için çok önemliydi. Din adamlarının var olmasına izin veren ve din adamlarının daha üstünde olduğu düşünülen krallar veya yöneticiler, kendi çıkarları doğrultusunda din adamlarını kullanıyorlardı ancak din adamlarının var olması yöneticilere bağlı olduğundan bu tarafta karşılıklı çıkar ilişkisi vardı. Bu sayede iki sınıfta var olabilme savaşında birbirine yardım ediyor ve günümüze kadar geliyor. İlerleyen zamanlarda din adamları yönetenlerin ve halkın gözünde yükseliyor ve imtiyazlı haklara sahip oluyor. Bazen bu hakların ve insanların duygularının istismar edilip din adamlarının çok az çalışarak fazlaca varlık sahibi olduğu gözlemlenebiliyor.

Ayrıca insanların konular üzerinde uzmanlaşması sonucunda uzmanlık gerektiren meslekler ortaya çıkıyor. Bu insanlar belli alanlar üzerinde uzmanlaşmış, nitelikli iş gücü olarak nitelendirebileceğimiz; demirciler, yazarlar, mobilyacılar vb. örnek verilebilir. Zanaatkarların, işçilerden daha fazla gelirleri vardı.

Özel Mülkiyet ve Sosyal Sınıflar

Özel mülkiyetin var olmasıyla beraber devletler basit yasalar ve hak mekanizmaları geliştirmeye başladılar. Dünya’nın ilk kanunu olarak bilinen Hammurabi kanunları yazıldı. Devletlerin başında bulunan kralların veya yöneticilerin siyasi erkleri yani kanun yapma, yönetme ve haklarını elinde bulundurma hakkı vardır. Yöneticiler bu hakları elde etmek için eski dönemlerde cumhuriyet gibi bir yönetim şekli olmadığı için genellikle dini kullanarak siyasi erklerinin var olduğuna inanıyorlardı ve inandırıyorlardı. Yerleşik hayata geçen ve iş bölümü yapmak zorunda kalan toplumda dilin gelişmesi şarttı. Bu dönemde yazının keşfi gerçekleşti ve ticaret kayıtları tutulmaya başlandı, antlaşmalar kayıt altına alındı, şiirler yazıldı, önemli bilgiler kayıt altına alındı.

Özel mülkiyet sayesinde hayatımıza giren bir başka kavram ise ailedir. Aile daha önceden kabile yaşamında yoktu çünkü insanlar bir içgüdü olarak çiftleşiyordu ancak erkeğin çiftleşmedeki rolü bilinmiyordu bu rol bilindikten ve elde edilmiş mülkiyetlerin kendi çocuklarına geçmesini isteyen erkekler aile yapısını oluşturdular. Ailenin oluşmasında asıl amaç erkeğin sahip olduğu mülklerin gelecek nesillerine aktarmak istemesidir. Fark edileceği üzere kabilede az da olsa önemi olan kadınlar yerleşik hayat ile tamamıyla dışlanmış, istenmez olmuş ve tek görevi de üreme olmuştur. Sonradan yönetim ailelerindeki kızlar ve kadınlar az da olsa değer görmeye başlayacak, yönetime geçecekler (örneğin: Cleopatra, İngiliz Kraliçeleri) ancak kadının değerinin anlaşılması ve kadının hakkettiği yerin yeniden kazanması uzun bir zaman sürecektir.

İlk Çağ Helen Dünyası’nda Sosyal Sınıflar

İlk Çağ’ın sonlarına geldiğimizde sınıfların çeşitlendiğini arttığını gözlemleyebiliriz. Helen Dünya’sında sınıflar eskiden olduğu gibi ekonomi temelli ancak sınıfların kapsama alanları genişliyor ve yeni sınıflar ortaya çıkıyor. Yunan Toplumu (Helen Dünyasında) şehir devletleri fazlaca varlar. Bu şehir devletlerinden Atina ve Sparta en öne çıkanlardır. Günümüzde Helenistik Dünyadan kalan her şey Atina devletinden kalanlardır. Spartalılar savaşçı bir topluluktu ve yapılarını, şehirlerinin hepsini Atina karşı kaybettiler bunun sonucunda Atina kültür savaşını da kazanmıştı. Kültür savaşını kazanan Atina, Spartalıları kendi gözlerinden anlattılar ve günümüze gelen tek kaynaklar Atina tarafından yazılan yazılı kaynaklardır. Bu yüzden Spartalılar hakkında doğru bilgilere çok fazla sahip değiliz. Yani günümüzde Sparta tarihini Atinalılar gözünden inceleriz. Atina ve Sparta arasında her ne kadar Helen Dünyasından da olsalar belirgin farkları var. Her iki devletin de köleci devletler oldukları ve ülke toprakları içerisinde fazlaca köle olduğu biliniyor.

Atina kaynaklarına göre Spartalılar daha fazla köleci, bu tespitin doğru olabileceğini gösteren bazı göstergeler var ancak kanıtlanmış bir tespit değildir. İki tarafın da fazlaca kölesi olması sonucu iki tarafın da fazlaca yönetilebilir boş zamanı vardır. Atina Şehir Devleti bunu bilim ile uğraşıp kullanırken Sparta Şehir devleti bu zamanı askeri alanda çalışarak geçiriyordu. Sparta’da iki tane kral bulunur; biri devamlı şehirde kalarak şehrin yönetiminden sorumlu iken diğer kral şehirde değil savaş alanlarında durarak savaş ile ilgileniyordu. Ayrıca devleti yönetmeye yardımcı bir konsey de var. Türklerde olduğu gibi Spartalılarda da her kendi vatandaşım asker doğar inancı vardır. “Her Spartalı asker doğar.”

Atina Devletinde ilk demokrasi denemesi timokrasi (Basitçe mal varlığına göre demokrasi denilebilir.) denenmiştir. Timokraside hiç mal varlığı olmayan kölelerin herhangi bir hakları yoktur. Pek mal varlığı olmayan Atinalı vatandaşların da söz hakkı bulunmamaktadır. Para sahibi olan ve erkek olanların söz hakkı vardır. Ancak Atinalı vatandaşların özgürlükleri olduğu için amfi tiyatroda onların da yerleri vardır. Atina amfi tiyatrolarında Atinalı vatandaşlara yetecek kadar koltuk sayısı bulunurdu bu sayede şehrin nüfusu amfi tiyatrolara bakılarak anlaşılabilmektedir. Amfi tiyatrolardan anlaşılabileceği üzere şehrin bir arada toplanma kültürü vardır. Ve olimpiyat oyunlarını kuranlar Atinalılardır. (Olimpiyatların alt metni olarak küçük ölçekli milliyetçilik olduğu düşünülebilir.)

Roma’da Sosyal Sınıflar

Roma ilk kurulduğunda temokrasi idi, ardından imparatorluk sistemine geçen Roma, bir süre sonra yeniden temokrasiye geçmiştir. Oy hakkı Atina da olduğu gibi herkese verilmemiştir. Herkese oy hakkı verilmemesi yönetimin demokrasi olmadığını “temokrasi” olduğunu gösterir. Ancak Roma’da Atina’nın aksine ekonomik sınıflara değil toplumsal sınıflara göre oy hakkı verilmiştir.

Roma’da Servi sınıfı, köle sınıfıdır. Herhangi bir hakkı bulunmaz ancak eğer household slave (evde çalışan köle) veya efendinize hizmet eden (hizmetkar) köle iseniz hayat şartlarının iyi olduğu söylenebilir. Çünkü bahsedilen kölelerin değerleri çok yüksek, günümüzde lüks bir araba gibi bu yüzden sahipleri tarafından korunurlar ve iyi maaş alırlar. Household slave denilen köleler genelde biriktirdikleri paralar ile kendi özgürlüklerini satın alabilirler. Ama plantasyon slave denilen ağır işlerde çalışan kölelerin hayat koşulları yok denecek kadar kötü denilebilir. Bu kölelerin yaşam süreleri yaklaşık 15 yıldır. Bu kölelerin az yaşaması ve fazlaca olmaları nedeniyle değerleri çok azdır. Köleler arasındaki bu dağılım genelde kölenin kadınsa güzelliği, el işlerindeki kabiliyeti ve zekasıyla; erkekse zekiliği, kuvveti ve kurnazlığı ile alakalıdır. Bahsedilen özelliklere sahip kölelerin iyi şartlar altında sahibi tarafından korunarak yaşadığı gözlemlenirken kendini ön plana çıkaramayan köleler ise plantasyon kölesi olarak hayatlarına devam ederler.

Roma’da Kölelik

Köle olmanın şartı bir kölenin çocuğu olmaktır ancak sahibiniz sizin çocuğunuzun veya sizin özgürlüğünü sağlayabilirdi. Savaşta ele geçirilen ancak öğretmen gibi akademik anlamda zeki ve entel donanıma sahip olan köleler sonradan özgürlüklerine kavuşuyorlardı. Savaş geçirerek, borcunu ödeyemeyerek veya doğarak köle olabilirdiniz. En iyi köleler gladyatörlerdir, ölüm oranları en düşük köle sınıfıdır hem halkın gözünde günümüzün futbol yıldızı gibi büyüktür. Roma’da sınıf atlanılabiliyor ancak bu yükselişin sınırları var yani soylu birisi veya soylu bir aile olamıyorsunuz. Roma’da başka bir devletten sığınmış köylülere Clientes sınıfı denir. Roma’da zengin bir ailenin işçisidirler ancak Romalı olmasalar da özgürlerdir. Roma vatandaşı, Roma şehri içinde Romalı aileden doğarak oluşan sınıftır. Roma vatandaşı olmak isteyen kişiler Lejyon’da (Dünyadaki ilk düzenli ordu) 10 yıl kadar görev yaparak vatandaş olabilirlerdi. Patrici, zengin Romalılardır. Özgürdür, can güvenliği vardır. Genelde köklü ailelerdir. Pleb, zengin olmayan Romalılardır. Özgürdür ve can güvenliği vardır. Günümüzde orta halli denilebilir. Asker sınıfı Lejyoner ile doğuyor.

Roma’da yönetim için S.P.Q.R. (Roma Halkının Senatosu) var idi. Ülkeyi Patrici’ler yönetiyordu ancak senatoda Pleb sınıfının söz hakkı bulunuyordu. Ancak kadınların senatoda herhangi bir söz hakkı bulunmuyordu. Roma’da soylular ülkeyi yöneten Monarch ve diğer soylular olarak ikiye ayrılırdı.

Sanayi Devrimi’nden Sonra Sınıfsal Toplumlar

Orta Çağ’da zengin olan insanlar evrimleşmesiyle burjuvazi denilen sınıf ortaya çıkmıştır. Para ve iktidar sahibi insanlardır. Üretim aracına sahipleridir. Orta Çağ’da devrim ve darbe ile burjuva sınıfı yönetimi kendine eline alıyor. Rönesans’ta burjuvalar soylulara özeniyorlar ve ardından soyadı alıyorlar, aristokrat gibi giyiniyorlar, sanata ve bilime önem veriyorlar. Aristokratların hammaddelerini işleyerek büyük kazançlar elde eden bu sınıf gücü ellerinde tutmaya başlıyorlar ama tam anlamıyla kontrol altına alamıyorlar. Tamamen almak ise darbe ve devrimlerle gerçekleşiyor ancak bu devrimlerde başarının sırrı halkın da aristokrasiye karşı ayaklanmasıdır. Bunun öncelerinde ise soyada ihtiyacı olan burjuva ile paraya ihtiyacı olan güçsüzleşmiş aristokratlar arasında evlilikler başlıyor. Halk ayaklanmasından sonra aristokrat eğitimine, sanatına, giyimine vb. özelliklerine sahip olan burjuvalar yönetimi ellerine alıyorlar.

Eskinin çalışan kısmı (genelde selfler) evrilerek proletarya sınıfını oluşturuyor. Eskiden değeri az olan bu sınıfın değeri insan hakları, liberalizm, özgürlükçü temelli yöneten burjuva sayesinde artıyor. Ancak bu dönem sırasında bazı düşünürler “sınıfsız toplum” yapıları üzerine çalışmalar yapıyorlar ve işçinin hakkının bu olmadığı kanaatinde birleşiyorlar. Sanayiler yüzünden önceden para kazanabilen, mülk sahibi olabilen küçük ve orta zanaatkarların büyük bir kısmı batmak zorunda kalıyor çünkü sanayi üretimi çok uygun bir hale geliyor. Ancak sanayi işçisi ürettiği ürüne yabancılaşma sıkıntısı yaşıyor. Büyük zanaatkar ise yeterli birikimi sayesinde sanayi üretimine geçebiliyor ve burjuvaya evrilebiliyor ancak bu kısım oldukça azdır. Proletarya sanayi devrimi sonrasında oluşan bir kavramdır ve sanayi işçisi denilebilir bu yüzden proletarya kesimi mecburen şehirli olmalıdır. Proletarya sınıfı mülke sahip olamaz. Sanayi devrimi sıralarında insan haklarının olmaması ve işsizlik endişesi dolaysıyla sözde özgür ama hayatta özgür değil çünkü mülkleri yoktur.

Sosyal Sınıflar Nelerdir?

Orta Çağ Avrupası’nda sınıflar Roma ile benzer altyapıda ancak Orta Çağ Avrupası’nda kendine özgü terimler ve yönetim tarzı var. Orta Çağ’da köle olmak daha zordu çünkü genel olarak insanların tutunduğu olgu olan din kavramı var bu yüzden Hristiyan bir insan Hristiyan bir insanı köle olarak kullanamaz. Bu nedenle köle olmanız için savaştan sonra ele geçirilen başka dinden bir insan olmanız gerekiyor. Eğer Orta Çağ Avrupası’nda köle iseniz ve sonradan Hristiyan olursanız yeni bir adla beraber özgürlüğünüzü kazanabiliyordunuz. Anlaşılabileceği üzere Orta Çağ Avrupası’nda köle sayıları oldukça azalmıştır. Serf sınıfı, köleliğe çok yakın olan köylü sınıfıdır. Kölelerin azalmasıyla gereken ağır işleri yapan sınıftır. Köle değillerdir ancak bulundukları toprakların sahibine bağlı köylülerdir ve toprak sahibi olmadan yaşamaları imkansızdır. Köle olmamalarının tek nedeni Hristiyan olmalarıdır. Çok az haklara sahiplerdir.

Soylular

Aristokrasi sınıfı; kutsal kandan geldiğine inanılan, yönetme hakkında sahip olan, toprakları (mülkiyet) olan ve ordu gülerine sahip olan sınıftır. Toplumdaki en yüksek sınıftır. Kendi içerisinde ayrılır. İmparator, krallar kralıdır ve en üst seviyede bulunan aristokrattır. Ardından kral, arşidük, dük, baron, barones, lord diye sıralanır. Her sınıf vergileri toplar ve üst sınıfa aktarır. Herkes kendi askerini yetiştirir. İlk Çağ’da toprak sahibi olan insanlar Orta Çağ’da aristokrat sınıfını oluşturuyor. Fazlaca yönetilebilir boş zamanları var ve bu sayede eğitim görüp bilim ve sanat ile uğraşıyorlar. Askerliğin Orta Çağ’da pahalı olması nedeniyle sadece aristokratlar askerlikle uğraşıyorlar. Eğitim, dini, ekonomik olanakları ellerinde tutuyor ve yönetiyorlar.

Askerler

Asker sınıfı, Orta Çağ’da sürekli asker veya paralı asker olup tek işleri askerlik olan bir sınıftır. Köylü sınıfı Lord’un çağrısı ile savaş anında askere alınabilir. Askerler kendi arasında subay ve şövalye sınıfı olarak ikiye ayrılır. Şövalye, babadan oğula geçer veya Lord’un emri ile olunabilir. Şövalyeler, Hristiyanlık ve Lord adına savaşırlar. Aristokrat sınıfına girerler. Kendi aralarında Cavalry (Atlı süvari), Landed Knight (Toprak sahibi şövalye) ve Foot Knight (Yürüyerek savaşlara katılan şövalye) olarak ayrılırlar.

Din Adamları

Clergy (Din Adamları) sınıfı, din eğitimini sadece aristokratlar alabiliyordu çünkü hem yönetilebilir zamanları hem de yeterli paraları vardı. Din eğitimini genellikle geç doğan erkek aristokrat çocukları gönderilirdi bunun nedeni geç doğan çocukların tahtta ve mülkiyette şanslarının az olması idi. Din eğitimi alan çocuklar tahtta ve mülkiyette daha fazla hak sahibi olurlardı. Kilise, yer yer aristokrat sınıfı ile çok ayrı yer yer çok iç içe olduğu göze çarpar. Ancak kilise gücünü korumak için aristokrat sınıfı ile iç içe olmak zorundadır bu yüzden çoğunlukla iç içe iyi ilişkileri olduğu görülmüştür. Orta Çağ Avrupası’nda kadınların önemi azdı. Halktaki kadınların dini metinler okuması yasaktı, kadınların kutsal değerleri kirleteceği düşünülürdü ve can hakları sağlam bir şekilde korunmuyordu. Ancak aristokrasi sınıfından bir kadın isterse dini metin okuyabiliyordu, can güvenliği vardı ve kadın Monarch’lar ortaya çıkabiliyorlardı ancak kadın Monarch’lar sosyoloji etkileri olsa da büyük bir fark yaratamamışlardır.

Askerlik Orta Çağ’da hikayeler, destanlar ve dini yüceltme ile halkın gözünde fazlaca yüceltilen bir sınıftı. Ancak Fransız Devrimi’nden sonra aristokrat asker sınıfı dağıldı ve seferberlik kavramı ortaya çıktı. Seferberlikler ile halkın askere alınması ve fazlaca asker olması sonucunda askerlerin değerleri fazlaca düştü. Seferberlik sonucunda ölenler soylu denilen zengin kesim değil fakir kesimin çocuğu oldu. Aristokrasi koltuktan kalksa da günümüz de hala aristokrasi refleksleri gösteren aileler (British Royal Family) var.

Aristokrasinin devrilmesinin (Fransız Devrimi ile) nedeni Fransa’da zengin kesimin fakir kesim ile eşit görülmesi ve iki tarafın da az haklara sahip olmasıdır. Orta Çağ Fransa’sında halkın %1’ini oluşturan aristokratların ortalamada 1 oy hakkına, yine halkın %1’ini oluşturan Clergy sınıfının ortalamada 1 oy hakkına ve halkın %97’sini oluşturan Fransız vatandaşlarının (zengin fakir ayrımı olmadan) ortalama 1 oy hakkına sahip olması sonucunda durumdan rahatsız olan Fransız vatandaşlarının devrimi ile demokrasiye geçildi, aristokrat sınıfı devrildi ve milliyetçilik akımı başladı denilebilir.

Modern Sınıfsızlık Nedir?

Günümüzde literatüre Marx’ın kazandırdığı iki tane sosyal sınıf bulunmaktadır. Birisi elinde üretim araçlarına sahip olan burjuvazi diğeri de üreten sınıf proletaryadır. Ancak günümüzde bu toplumsal sınıfların yeterli gelmedi görülebilmektedir. Örneğin; internetten freelancer çalışan insanlar, şarkıcılar, sporcular modern sınıfsızlığı göz önüne sermektedir. Ve literatürde olmasa da gerçek hayatta gözlemlenebilen orta sınıf vardır. Orta sınıf; üretim aracı varsa küçük, çalışan ise de mülklere ve proletaryadan daha fazla paraya sahip insan diye tanımlanabilir. Ancak modern sınıfsızlığın nedenlerin en önemlisi diğer belli olmayan sınıfların proletarya ve burjuvazi sınıfı gibi tek bir ad altına incelenemeyip bu sınıfların içlerinde uçurum denebilecek kadar fazla ekonomik ayrımın olmasıdır. Uçurum ekonomik ayrım sınıfların incelenmesini imkansız hale getirmektedir ancak literatür çalışmaları halen devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.