Kalvenizm Nedir? Tarihi, Önemi ve İlkeleri
Kalvenizm Nedir? Kalvenizm, Hristiyanlığın Protestan bir dalı olup, Jean Calvin’in öğretilerine dayanarak Tanrı’nın önceden belirlenmiş iradesi ve seçilmiş kişilerin kurtuluşuna vurgu yapar. 16. yüzyıl başlarında ilk kez Cenevre’de ortaya çıkmıştır.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Kalvenizm Nedir?
Kalvenizm 16. yüzyıl başlarında John Calvin tarafından ortaya atılan bazı görüşler doğrultusunda kurulmuş bir Hristiyanlık mezhebidir. John Calvin babasının mesleğinin de etkisiyle hayatı boyunca din ile iç içe olmuş, bir dönem Fransa’ya giderek orada da felsefe, hukuk ve mantık eğitimleri görme fırsatını elde etmiş, entelektüel birikime sahip bir reformcudur. Cenevre’ye sürgüne gönderildiğinde kenti resmen teokratik yönetilen bir şehre çevirmiştir, Kalvenizm böylece yayılmaya ve öğretilmeye başlanmıştır.
Kalvenizm’in temel amacı, reform dönemine denk gelmesinin de etkisiyle, dini ve toplumun din hakkındaki görüşlerini ve davranışlarını gelenekselleşmiş halinden çıkararak Hristiyanlığın özüne göre düzenlemek ve eğitimin de bu doğrultuda verilmesini sağlamaktır. Calvin bu doğrultuda Cenevre’de pek çok çalışma yürütmüştür. Bu çalışmalarını kurumsal bir şekilde yürütmesi gerektiği için kilise kurması veya kiliselerle beraber çalışması gerekmekteydi, o da papazların özel olarak seçildiği bir kilise kurarak çalışmalarını bu şekilde yürütmüştür. Cenevre Üniversitesi’nin temelleri de bu dönemde atılmıştır, Kalvenizm en çok eğitim aracılığıyla yayılmaya çalışılmıştır. Çünkü Kalvenizm çifte kader inancı, Tanrı’ya saygı, dinde günah olan davranışların mahkeme korkusuyla değil Tanrı korkusuyla yapılmaması gibi hedeflere sahip bir mezheptir ve bu konuların bireye kazandırılmasının en etkili yöntemi eğitim olarak görülmüştür.
John Calvin Kimdir? Hayatı ve İlkeleri
John Calvin Avrupa’da 16. Yüzyılda gerçekleşen reform hareketinin önemli liderlerinden biridir. Doğum yeri Fransa, Noyon Picardie’dir. Babasının Noyon Piskoposluğunda görevli olmasının etkisiyle dinsel konularla küçük yaşta ilgilenmeye başlamıştır. Paris’te felsefe, hukuk ve mantık öğrenimi göremeye gittiği dönemde Luther’in yorumlarını araştırmasının etkisiyle Protestanlığa yakınlık duymaya başlamıştır. Daha sonrasında Fransa’da Katoliklerin güç sahibi olması ve hayatının tehlikeye girmesi sebebiyle İsviçre’ye gitmek durumunda kalmıştır.
Calvin dönemin ikinci kuşak reformcularındandır ve kendisi biriktirdiği hukuk ve teoloji bilgilerinin ve tecrübelerinin getirdiği bilgeliğin sayesinde reform düşüncelerini sistemleştirmiş ve reform hareketinin etkisindeki birçok kilisenin doktrinel yönlendiricisi olmuştur. Bugünkü Avrupa’nın ekonomik, politik, kültürel ve dinsel yapısına hem dolaylı hem doğrudan pek çok etkisi olan reform hareketi John Calvin tarafından geliştirilmiş ve sistemleştirilmiştir. Avrupa’daki reform hareketleri araştırılırken kendisi hakkında bilgi edinmek çok önemli bir husustur.
Hristiyanlığın aslına uygun bir toplum ve ulus düzeni Calvin’in en büyük isteklerinden biriydi. Kendisi bu hayalini yerine getirebilmek için Cenevre’de papazların sınavla seçildiği bir kilise kurdu. Calvin, Cenevre’de şehrin yönetim ve eğitim problemlerine zaman ayırmıştır. Dinin doğru öğretilebilmesi için şehre daha fazla din okulu yaptırdı ve bu din okullarını kendisinin saptadığı din öğrenim ilkelerine göre idare etti. Cenevre hükumeti de Calvin’in düşüncelerinin, görüşlerinin, öğretilerinin yayılması için çalışmalarda bulunmuştur. Bu amaçla bir akademi kurmuşlardır ve böylece günümüzdeki Cenevre Üniversite’sinin ilk adımlarını atmışlardır.
İnsanların Calvin hakkındaki görüşler kendi içlerinde zıtlığa düşmektedir. Bir kısım Calvin’in seküler devlet görüşünün öncüsü olarak görmekteyken, bir kısım ise tam tezat bir düşünceyle onun teokratik düzenin bir emekçisi ve lideri olarak görmektedir. Calvin’in Protestan ve Batı kiliselerine teolojik anlamdaki katkıları gözler önüne serilmiştir.
Kalvenizm Nerede Ortaya Çıkmıştır?
John Calvin bir önceki başlıkta anlatıldığı üzre küçük yaşlardan beri din ile iç içe olmuş bir insandır. Kendisi Fransa’da geçirdiği dönemde Protestanlığa bir yakınlık duymaya başlamıştır. Calvin düşüncelerinin temelini Fransa’da hazırlamış, Kalvenizm’i oradayken ortaya çıkarmış olabilir fakat Kalvenizm’i bir mezhep olarak benimseyen ilk ülke sürgüne gönderildiği Cenevre olmuştur. Cenevre’de Kalvenizm’i insanlara benimsetmek ve öğretmek için pek çok çalışma yapılmıştır. Cenevre’den sonra Hollanda, İskoçya, Almanya ve Fransa şeklinde kurulan yeni kiliselerde etkili olmuş bir mezheptir.
Kalvenizm Neden Ortaya Çıkmıştır?
John Calvin reform dönemi hakkında bir araştırma yapılıyorsa kesinlikle yaşamı ve düşünceleri üzerine bilgi edinilmesi gereken bir bireydir. Kendisi Avrupa’da günümüzde hala ekonomik, politik, sosyal vb. Alanlarda etkileri gözlemlenen reform dönemini sistemleştiren kişidir. Bunun sebebi Calvin’in dinin artık insanların üzerinde hukuki bir baskısı olmaması ve insanların doğrudan Tanrı’ya bağlı olması gibi dönemin koşullarından farklı fikirlere sahip olmasıdır. Kalvenizm de bu doğrultuda ortaya çıkmıştır, John Calvin’in kendi öğretilerini yayması ve topluma faydada bulunma isteğinin bir sonucudur.
Kalvenizm Özellikleri
Kalvenizm çoğunlukla Protestanlık’tan türemiştir ve Tevrat’ın öğretilerinden de pek çok iz taşıyan bir mezheptir diyebiliriz. Hollanda kilisesi tarafından “Özgürlük Doktrinleri” ve “Kalvenizm’in Beş Noktası” olarak geçen 5 maddelik bir temel görüş derlemesi hazırlanmıştır; bu doktrinler hazırlanırken John Calvin’in eserleri, düşünceleri, görüşleri ve yorumları baz alınmıştır. Özgürlük Doktrinleri sırayla aşağıda verilmiştir:
1) Mutlak Yozlaşma ve Mutlak Yetersizlik
2) Koşulsuz Seçim ve Çifte Kader
3) Kişisel Kurtuluş veya Sınırlı Kefaret
4) Kutsal Ruh’un Etkin Çağrısı veya Karşı Konulmaz Lütuf
5) Azizlerin Sebatı
Kalvenizm’de On Emir
Calvin’in öğretileri ve düşünceleri incelendiğinde, düşüncelerini Hristiyanlık aracılığıyla yaymasına rağmen kendisinin Tevrat’ta yer alan “On Emir” ile pek çok konuda aynı düşünceleri paylaştığı ve bir nevi kendi öğretilerini de bu emirleri Hristiyanlığa uyarlayarak yayma çabasına girişmiştir. Calvin’in en önem verdiği konulardan biri din ile hukukun birbirinden ayrılması ve böylece insanların dini fiziksel olarak yapmaktansa kendi içinde, Tanrı’yı anlamaya daha istekli bir şekilde gerçekleştirebilmesidir. Bu doğrultuda Tanrı’nın varlığını, onun yönetici gücünü ve egemenliğini benimsemek gerekir ki bazı davranışlar mahkemede yargılama gerçekleşmeyecekse bile insanlar Tanrı’nın yargısından korkarak bu davranıştan kaçınsınlar. Tanrının yönetici gücünün bütün insan toplumlarını bünyesinde bulundurduğu ve bu doğrultuda sadece kendisine ibadet edilmesi gerektiğine de On Emir’in ilk kısımlarında yer verilmiştir.
Reform öğretilerinde On Emir’in ilk cümlesi hakkındaki yorum İsrailoğulları’nın Tanrı’sı ile Hristiyanlık Tanrı’sını karşılaştırmaktadır: “On Emir hükümleri ‘Seni Mısır diyarından, kölelik evinden kurtaran Tanrın rab benim’ cümlesiyle başlar. Bu suretle Tanrı, ebedi, değişmez ve mutlak tanrı Yahve olarak kendi egemenliğini ilan etmektedir. Tanrı’nın kendi varlığı sadece kendisine bağlıdır. Tanrı, kendi kavmi olan ve Mısır’ın esaretinden kurtardığı eski İsrail ile ahit yapmıştır. Bizi ise Tanrı, kendi manevi köleliğimizden kurtarmıştır. Bu sebeple sadece Tanrı’ya bağlanmak ve onun emirlerini yerine getirmek zorundayız”. Bu sözlerle İsrailoğulları’nın Tanrı’sının seçtiği halkı kölelikten kurtararak onlara yeni bir kimlik kazandırdığından ve kullarının yaşamına doğrudan müdahale eden bir Tanrı’dır, esaretten kurtulmaları doğrultusunda halk Tanrı’ya gözle görülür sebeplerden bağlıdır. Bu Hristiyanlığa uyarlandığında ise Tanrı Hristiyan milletini kendi manevi buhranından ve köleliğinden kurtarmıştır. Bu doğrultuda reform liderleri bu sebepten dolayı yalnızca Tanrı’ya bağlılıklarını göstermek ve yalnızca Tanrı’nın buyruklarını gerçekleştirmek zorunluluğunda olduklarına yönelik bir görüşe sahiptirler.
On Emir’de yer alan “Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın.” ifadesi, ihtişam dolu Tanrı’nın karşısında Calvin’in korkusunu da betimlemektedir. Bu hüküm Tanrı’dan başkasına ibadet edilmemesinin yanında, ona ibadet edilirken de isminin sebepsiz yere zikredilmemesini emreder. Böylece Tanrı’ya duyulan derin saygı, içtenlik ve tevazu gibi duyguların beraberinde günlük yaşama hukukuna dahil olan Tanrı korkusunun da insanlar tarafından benimsenmesini sağlamaktadır. Calvin, bu hükmün Tanrı’nın ismini ve onun görkemini bireylerden gizli tuttuğu doğrultusunda bir yoruma sahiptir. İnsan ne zaman aklına Tanrı’yı getirse onun saklı yüceliği ile bağlantı kurduğunu düşünmeli ve onun haşmetini övme, yüceltme çabası içerisinde olmalıdır.
On Emir hükümlerinde Tanrı tarafından bağışlanmak ya da Tanrı’nın onayını almak, onu razı etmek bir öncelik veya amaç değildir. Bu hükümler Tanrı’nın kurtuluşa erdirecekleri için hazırladığı planının bir kesiti olarak yorumlanmaktadır. Bu doğrultuda Kalvinist Reform öğretileri hukukun din ile bağlantısının baskı kurarak gerçekleşmesindense, hukukun Tanrı’ya ait olarak yorumlanan bu halkın, Tanrı’nın kendisiyle ve çevresindeki diğer bireylerle doğru ve sağlıklı bir ilişki kurmasına destek olabilmek için yol göstericiliği yaparak dinle bağlantılı olması gerektiğini düşünmektedirler.
Calvin’in öğretilerinde ve düşüncelerinde On Emir’in bu kadar önemli bir yer kaplaması bazı kesimleri kendisi hakkında şüpheye düşmesine sebep olmuştur. Calvin’in tanımladığı ve kendisini baz alarak öğretilerini oluşturduğu Tanrı’nın Yahve olduğu iddiası ortaya atılmıştır. Bu duruma ek olarak Calvin’in seçim doktrini sebebiyle Kalvinistler, spesifik olarak da Amerika’ya göç eden ve oraya yerleşen Puristanlar, İsrailoğulları’nın “seçilmişliği” arasında büyük benzerlikler kurulmuştur. Hatta belli bir kesim Calvin’in; Tanrı’nın görkemine, ilahi hukuk ve seçilmişlik kavramlarına yaptığı vurguları sebebiyle onun ikinci Musa şeklinde isimlendirilmesi gibi bir kullanışta bile bulunmuştur.
Kalvenizm’de Vahiy ve Kutsal Kitap Anlayışı
Hristiyanlığın önemli bir bölümü tarafından Kitab-ı Mukaddes “Tanrının Sözü” olarak nitelendirilmekte ve vahiy ile eşdeğer tutulmuştur. İnsanlar tarafından yazıldığının benimsenmesine ve kabul edilmesine rağmen bu işlem gerçekleştirilirken, Kutsal Metinler yazılırken, kişilerin benliğinin ve zihinlerinin Kutsal Ruh tarafından ele geçirildiğine ve yönetildiğine inanılmıştır. 19. Yüzyılda Hristiyanların vahiy ve Kutsal Kitap anlayışında önemli kategoride bir değişimin olduğu gözlemlenmektedir. John Baille bunu Protestan teologlarının çabaları sonucu önermesel vahiy düşüncesinden kişi merkezli vahiy düşüncesine doğru bir yönelim olarak yorumlamıştır. Lakin bu durumu Katolik bir vahiy görüşünden, Protestan bir vahiy görüşüne doğru bir değişim olarak görmek doğru değildir. Bu ifadenin sebebi reform döneminden itibaren önermesel vahiy görüşünü en düzgün şekilde dile getiren kişi Calvin olmuştur.
Calvin eserlerinde spesifik olarak bir vahiy tanımlamasında bulunmamış veya vahiy konusuna özel bir başlık ayırmamıştır. Vahiy konusuna Kitab-ı Mukaddes algısı içerisinde yer verir. Calvin de Kitab-ı Mukaddes’i “Tanrının Sözü” olarak nitelendiren ve vahiy ile özdeşleştiren Hristiyan kesimin bir parçasıdır. “Institutes of the Christian Religion” eserinin “Kitab-ı Mukaddes olarak Tanrı’nın Sözü” başlığının içeriğinde şu sözler yer edinmektedir:
“Tanrı, Eski Ahit Peygamberlerinin zihinlerine nesilden nesile aktarmaları gereken sözleri yerleştirdi. Doktrinin kesinliği de kalplerine yerleştirildi. Böylece, öğrendikleri şeylerin Tanrı’dan geldiğini anladılar ve hiçbir şüphe duymadılar. Sözü aracılığıyla, Tanrı, imanı sonsuza dek belirli kıldı. Bu iman her türlü fikirden üstündür. Tanrı, hakikat sonsuza dek yeryüzünde kaim olsun diye, peygamberlere verdiği aynı vahiylerin, levhalara kaydedilmesini arzu etti. Bu niyetle Yasa, Kitap haline getirildi…Yasa, Tanrı ve insan arasındaki barışmanın yollarını öğreten Musa’ya ve tüm peygamberlere tevdi edilmiştir. Bu yüzden Pavlus, insanları Yasanın Sonu olan İsa Mesih’e davet eder.”
Kalvenizm’in Faiz Yorumu
John Calvin’in faizin tüm çeşitlerinin yasaklanması gerektiğini savunmayan ilk dini lider olma ihtimali vardır. Kendisi Kutsal Kitap’ı öğretilerinin ve görüşlerinin tek kaynağı haline getirmiş birisidir ve Tanrı’nın karşı olduğu durumun fakirlerden faiz alınarak bu kişileri ödeyemeyecekleri bir borç altına sokmaktır. Calvin zamanındaki klasik, gelenekselleşmiş, çağa uymayan yorumlamalardan bıkmış ve kendisi dini dönemin gelişen şartlarına adapte etmek istemiştir. Zaten kendisinin teolojik görüşleri ve düşünceleri, kültürel değerlerin tamamıyla gözden geçirilmesi ve bazılarının tekrardan yaratılmasında büyük rol oynamıştır. Faiz alanında da ilk olarak Orta Çağ’ın skolastik kilise adamlarının sergilediği Aristocu tutumu eleştirmiş; paranın yararsızlığı ve verimsizliğinin dönemin iş dünyasıyla uyuşmadığı; varlıklı iş insanlarının, tüccarların, imalatçıların borç aldıkları para ile doğru yatırımlar gerçekleştirerek işlerini büyüttüğü yani borçtan kazançlı çıktığını vurgulamış ve bu sebeplerle artan gelirinden borçlu olduklarına da bir miktar para verilmesinin doğru bir uygulama olduğunu savunmuştur.
Calvin, Kutsal Kitap’ta yer alan “dille iftira etmez, dostuna kötülük düşünmez, komşusu üzerine rüsvalık atmaz, parasını faize vermez, suçsuza karşı rüşvet almaz, düşkünden elini çeker” kalıbındaki sözcükleri dönemin gelişen ekonomik ve sosyal şartlarına uygun olacak şekilde baştan yorumlamış; bu vasıtayla Orta Çağ’daki gelenekselleşmiş ve işlev dışı kalmış faiz teorisini yıkarak insanları eski düşünce kalıplarından çıkarmıştır.
Calvin, tarih ile ahlaki ilkeler sisteminin sorgulanmasına toplumsal gerçekçilik düşüncesini dahil ederek sosyolojik alanda gerçekçiliğe yönelimin de başlatıcısı olmuştur. Fakat Calvin, dünyadaki herkesin evrensel kardeşler birliği dünyası doğrultusunda hareket etmeye başlamaya çalıştığı ve kardeş olan bireylerin de dünyaya gözlerini açtıkları anda edindikleri haklar bakımından kendi içlerinde eşitliğe sahip olmaları gerektiğini savunmaktaydı.
Bu sebeple Kutsal Kitap’ı incelerken ve kullanırken de kardeşlerin kendi içlerinde aldıkları ve verdikleri borçlarda faizlendirme yapmalarının izin verilebilir, onaylanabilir bir davranış olarak gören ve yorumlayan ilk dini lider olma ihtimali de vardır. Calvin yorumlarını ifade ederken tamamen Kutsal Kitap ve Kutsal Kitap’ın asıl amacını ele alarak gelenekselleşmiş kardeşler içerisinde faizlendirme yapılamaz yargısını yıkmıştır. Ayrıca bunu yaparken Hristiyanlar arasındaki inanç kardeşliği, Hristiyan ahlakında evrenselcilik veya kardeş ayrımına girişmeden borçlarda faizlendirme yapılmasının uygun görülmesini ve insanları bu duruma ikna etme başarısına ulaşmıştır.
Calvin faizlendirme yapılmasını sadece fakirlerde sorun olduğunu, tam tersine zengin kimseler işlerinde faizlendirme yapmazlar ise paralarının bir kısmını israf olduğundan bahsetmiştir. Orta Çağ’ın skolastik düşünce yapısını oluşturan ve savunan din adamları tarafından hiçbir karşılık beklemeden, faiz yapmadan, borç verin şeklinde bilerek yanlış aktarılan “düşmanlarınızı sevin, onlara iyilik edin, hiç ümidiniz olmasa da borç verin” şeklindeki ifadeyi; Calvin kendi düşünceleri doğrultusunda bir eserinde aşağıdaki gibi yorumlamıştır:
“Zenginlerin masraflı ve debdebeli ziyafet ve törenleri, günaha bulaşmış hayatları içinde girdikleri toplumsal yağmalamadaki harislikleri ve paraya düşkünlükleri; Tanrı’nın kendi yoluna, sokaklardaki körü, topalı ve fakiri çağırmasına neden olmuştur. İnsanları geri dönüşü olmayan bu yolda edindikleri çok kötü ve şiddetli bir günahkârlık olarak faiz karşılığı borç verme alışkanlığını bu dünyada yok etmek isteyerek, tutarsızca tantanalı harcamalarının önünü almayı da tasarlamıştır. Haksızlıkla elde edilen paraların, israf içinde kaybolup gitmemesi için; düşküne ve ödeme takati olmayan kimselere, hiç ümidi dahi olmaksızın borç verilmesini emrederek, fakirden alınacak faizi durdurmak istemiştir.”
Kalvenizm’de Kader Anlayışı
Kader kelimesi, terim anlamda geniş ve dar manalı olacak şekilde iki doğrultuda kullanılmaktadır. Kaderin geniş anlamı akıl sahibi yani düşünebilen ve hissedebilen varlıkları nihai amaçlarına, ebedi yaşama, varmalarını sağlamak için Tanrı tarafından üretilen plan demektir. Dar anlamı ise Tanrı’nın huzura erecek bireyleri ezelde belirlemesi demektir. Kader kelimesinin terim kullanılışlarından dar anlam da kendi içinde iki anlayışa ayrılmaktadır. Biri “tek yönlü kader anlayışı” olarak geçen ve Tanrı’nın sadece murada erişecek olanları belirleyip diğer kalan canlıları kendi halinde bıraktığını savunan anlayış, bir diğeri de “iki yönlü kader” anlayışıdır. Bu kader tanımına göre Tanrı sadece seçilmişleri değil, lanetlileri ve asla huzura erişemeyecekleri de belirlemiştir, yani kimin nasıl bir sona ulaşacağı daha en baştan belirlidir ve kurtuluşa ulaşacakların ve ebediyen ceza çekeceklerin hayatları farklı kriterlere göre sonlarının ne olacağına dikkat edilerek hazırlanmıştır.
Hristiyan yazarların ilgisini kader konusu üzerine çeken insanın irade özgürlüğüne inanan ve bunu savunan Pelagius ile tek yönlü bir kader anlayışına sahip Augustine arasındaki tartışmalar olmuştur. Augustine tezlerini yeri kapatılamayacak bir “asli günah” kavramına dayandırmıştır ve takip eden yüzyıllar boyunca da bu doktrini pek çok destekçi edinmiştir. Calvin de bu kişilerden biriydi ve reform döneminde Augustine’in bu düşüncesini daha da ileri götürerek “iki yönlü kader anlayışı” düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Calvin’e göre ilk insan, Adem, bile bir özgür iradeye sahiptiyse ve kendi kaderini kendisi belirleyip Tanrı’nın ona hak ettiği doğrultuda davranması durumu varsa, o zaman Tanrı’nın muazzam ve kapsayıcı bir güce sahip olduğu söylenemez.
Bahsedilen durumun kabul edilmesi durumunda ortaya çıkan başka bir şaşırtıcı sonuç ise, bahsedilen koşullarda Tanrı yaratılan insanlardan en safını, temizini ve masumunu belirsiz ve tehlikeli bir sona bırakmış olmaktadır. Bu doğrultuda Calvin insanların huzura erişimlerinin engellenmesini bireylerin doğası veya yapacaklarına bağlı değil, ilk insanın yanlışlarının ve hatalarının bir sonucu olarak yorumlamaktadır. Tanrı’nın hikmeti sayesinde olacak her durumu bildiği ve gücü sayesinde bunları yönetip kontrol edebildiğine inanılmaktadır. Dolayısıyla, Calvin bu düşüncenin korkutucu olduğunun farkında olsa da insan doğmadan önce o bireyin yaşayacaklarını Tanrı’nın önceden bilmemesinin mümkün olmadığını söylemektedir.
Calvin’in kader anlayışının bu doğrultuda olmasından hatta onu bu konuda düşünmeye ve araştırmaya teşvik eden durum Kutsal Kitap’ın insanlara ulaşması ve insanlar tarafından anlaşılması ile ilgilidir. İnsanların bir kısmı maddi, coğrafi vb. sebeplerden Kutsal Kitap’a erişememekte, erişebilenlerin bir kısmı da okuduklarına, yazanlara inanmamaktadır. Calvin inancı güçlü biri olarak bu durumda Tanrı’nın yetilerini, onun gücünün sınırlarını sorgulamayacaktır. Bu konuya başka bir açıklama aramış ve sonucunda bunu Tanrı’nın ezelde insanları murada erecekler ve ebedi acı çekecekler olarak önceden ayırmış olmasına bağlamıştır. Kutsal Kitap’a erişim sağlayamamış ya da okuduklarına inanmayanlar cezaya çarptırılmış olanlardır. Sonsuz huzura, kurtuluşa erişemeyecekleri ve bunu tadını çıkaramayacakları için bu kişiler üzerinde kutsal metinler etkili olmamıştır. Bu düşünceden ve yola çıkmalarından bir kez daha Calvin’in kader anlayışının Tanrı’nın kişilerin ezelde yaşayacaklarının, yani bazılarının kurtuluşa ermesi diğerlerinin ise sonsuz ceza çekmesi, önceden belirli olması üzerine kurulu olduğunu gözlemlemekteyiz.
Kalvenizm’in Diğer Hristiyan Mezhepleriyle Karşılaştırılması
John Calvin Fransa’da geçirdiği dönemde Protestanlığa ve Protestan düşüncelere yakınlık duymaya başlamıştır. Kendisinin fikirlerinden etkilendiği, beraber çalıştığı kesimin de genel olarak Protestan olduğu gözlemlenmektedir. Kalvenizm’de Protestanlığa daha yakın bir düşünce yapısına sahipken Katolik düşünce yapısından bu kadar uzak olunmasında skolastik düşünce yapısını halka zorlayan Katolik kiliseleri etkilidir. Calvin, dini hukuk baskısının insanlar üzerinden kaldırılmasını savunmakta ve günahlardan kaçınılmasının tek sebebinin Tanrı korkusu olması gerektiğini savunmaktadır. Fakat Katolik kiliseler yıllardır insanlar üzerinde hukuki bir baskı kurmakta, insanların sadece dini duygularını değil paralarını da sömürmekteydiler. Bu açıdan bakıldığında Kalvenizm ve Katolik düşünce açısındaki başlıca fark belli olmaktadır. Ayrıca Kalvenizm’de halkın bildiği ve alıştığı gelenekselleşmiş din algısından kurtulunup daha çağın şartlarına ve Hristiyanlığın özüne uygun bir din kavramı oluşturulmak hedeflenmektedir. Katolik kiliseler ise çıkarları doğrultusunda düzenin işleyişini bozmak istememektedirler.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Skolastik Düşünce Nedir? Tarihi ve Özellikleri başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.