Cumhuriyet Tarihi

Musul Sorunu Nedir? Lozan Barış Antlaşması’nda Musul

1517’den itibaren Osmanlı toprağı olan Musul, Sanayi Devrimi sonrası, barındırdığı zengin petrol rezervleri nedeniyle İngiltere başta olmak üzere pek çok devletin odak noktası haline gelmiştir. Musul, 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. Maddesi bahane edilerek işgal edilmiş, Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanmasıyla birlikte Misak-ı Milli sınırlarının içinde kalması nedeniyle Lozan Konferansı’nda Musul’un durumu büyük bir tartışmaya sebep olmuştur.

Lozan’da anlaşma sağlanamayınca Musul’un durumu ileriki görüşmelere ertelenmiştir. Bu görüşmeler de sonuç vermeyince Musul, İngiliz mandasındaki Irak’a bırakılmıştır. Bu yazımızda, Osmanlı’nın durumu ile Musul Sorunu ile ilgili bilgi verilecek ve Musul Sorunu’nun neden Türkiye aleyhine sonuçlanmış olduğu tartışılacaktır.

Musul Nedir, Neresidir?

Musul bugünkü Irak Cumhuriyeti’nin Ninova muhafazahının başkentidir. Irak’ın kuzeyinde yer alan Musul, Bağdat’tan sonra Irak’ın en büyük kentidir. Musul, geçmişte önemli bir kültür ve medeniyet merkezi olmuş, Babillerden Osmanlılara pek çok medeniyetin toprağı olmuştur.

Musul Neresidir?
Irak’ın Önemli Kentlerinden Biri Olan Musul Haritası

Musul, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır. Sanayi Devrimiyle birlikte yeraltı zenginlileri sayesinde sömürgeci devletlerin ilgi odağı olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasını fırsat bilen İngiltere, daha önceden gizli antlaşmalarla kendine ayırdığı Musul’u, Mondros Ateşkes Antlaşması’nda yer alan 7. Madde gerekçe göstererek işgal etmiştir. İngiltere, bölgede hâkimiyet kurmak adına Musul’daki halkı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmıştır. Bölgedeki etkinlik çeşitliliği kendi lehine kullanan İngiltere, bölgede egemenlik kurmayı başarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Musul Sorunu

Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının yaralarını sarmakta olan Avrupa’nın “Hasta Adamı” Osmanlı, Avrupa’da başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın hızla içine çekilmiştir. Osmanlı, başta İngiltere ve Fransa’nın yanında savaşa girmek istese de, bu devletlerin çıkarlarına ters düştüğünden Osmanlı yanlarına kabul edilmedi. Gerek bu nedenle, gerek ise başta Enver Paşa olmak üzere İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin Alman hayranı olması sebebiyle Almanların yanında yani İttifak Devletleri savaşında savaşa girme fikri baskındı. İngilizlerden kaçan Alman gemileri Goben ve Breslav Osmanlı’ya sığındı ve bu gemilerin İngiltere’den sipariş edilen ama verilmeyen iki savaş gemisi yerine geçeceği söylendi. Bu gemilerin kendi mürettebatının emriyle Sivastopol limanını bombalaması sonucunda Rusya, Osmanlı’ya savaş ilan etti. Böylece Osmanlı resmi olarak İttifak Devletleri yanında Birinci Dünya Savaşı’na dahil oldu.

Geniş toprakları nedeniyle Osmanlı birçok cephede İtilaf Devletleri ile mücadelede etmek zorunda kaldı. Ancak Balkan Savaşları’nın yaralarını bile saramadan tekrar savaşa giren Osmanlı Devleti’nin bu savaşı destekleyebilecek askeri ve ekonomik kuvveti yoktu. Osmanlı Devleti, doğu cephesinde verdiği ağır kayıplar nedeniyle zorluk çekiyordu. Kars’a kadar tüm topraklar Rus işgalindeydi ve ordunun büyük bir bölümü Sarıkamış’ta kaybedilmişti. Doğu Cephesi ancak 1917 İhtilali sonrası Rusya’nın savaştan çekilmesiyle kazanılabilecek ve Batum’a kadar olan topraklar geri alınabilecekti. Çanakkale Cephesi’nde İngilizlere karşı zafer kazanılmıştı ancak tek bir zafer Osmanlı’ya savaşta üstünlük sağlamamıştı. Kanal Cephesi‘nde, İngilizlere karşı olan saldırı başarısız olmuş ve Osmanlı orduları hızla geri çekilmek zorunda kalmıştı. Hicaz ve Yemen cephelerinde Osmanlı geri çekilmek zorunda kalmış ve Orta Doğu’daki çoğu toprağını kaybetmişti. Suriye Filistin cephesinde kazanılan başarılar yeterli olmamış ve Osmanlı, Suriye sınırına kadar çekilmek zorunda kalmıştı. Irak Cephesi’ndeki mücadeleler ise Kurtuluş Savaşı sonrası Musul Sorunu’na zemin hazırladı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Irak Cephesi

Irak Cephesi İngilizlerin Bahreyn ve Basra’yı 1914 yılında işgali üzerine açıldı. İngiltere’nin cepheyi açmaktaki asıl amacı Musul ve Kerkük bölgelerindeki zengin petrol yataklarına sahip olmaktı. Ayrıca İngilizler Kanal harekâtında başarısız olan Alman ve Osmanlı ordularının kara yoluyla Hindistan’a ulaşımını engellemek istiyordu. Rusya da Çanakkale’den yardım götürülememesi nedeniyle ekonomik krize girmişti ve siyasi zorluklar çekiyordu. Bu nedenle İngilizler bu cephe yoluyla zor durumda olan Rusya’ya karadan yardım göndermeyi de hedeflemişlerdir.

Cepheye Basra’yı geri almak için Süleyman Bey atandı ancak taarruzu başarısız oldu ve Kutülamare’ye çekilmek zorunda kaldı ve sonrasında intihar etti. Bunun üzerine İngilizler Kutülamare’yi de alıp Bağdat’ı ele geçirmek için taarruz ettiler ancak General Townshed komutasındaki İngilizler ağır bir yenilgiye uğratıldı ve General Townshed dâhil 13000 İngiliz askeri esir alındı. 1916’da gelen takviye birlikleri de yeterli olmadı ve İngilizler İran’daki Hamedan’a kadar sürüldüler.

1917 yılında ise İngilizler takviye birliklerin yardımıyla karşı atağa geçti ve 11 Mart 1917’de Bağdat’ı kuşattılar. Osmanlı ordularının Bağdat’ı geri alma teşebbüsü başarısız olunca İngiliz ordusu Musul’a doğru ilerlemeye başladı. 1918 yılında, aldığı takviyelerle güçlenen İngiliz ordusu, buna rağmen petrol yataklarınca zengin Musul’a giremedi. Ancak Mondros Mütarekesi’nin üç gün sonrasında antlaşmaya aykırı bir biçimde Musul’u işgal ettiler.

Mondros Ateşkes Antlaşması ve 7. Madde

Mondros Ateşkes Antlaşması 30 Ekim 1918 yılında Agamemnon zırhlısında Osmanlı ile İtilaf Devletleri arasında imzalandı. Bu antlaşmaya göre tüm ordular terhis edilecek, tüm haberleşme ve ulaşım İtilaf Devletlerine teslim edilecek, boğazlar işgale açılacak ve önemli hammaddeler İtilaf Devletlerinin ücretsiz kullanımına açılacaktır. Ancak Mondros Mütarekesi’nin en önemli ve de en ünlü maddesi, düşmana ülkeyi işgal hakkı tanıyan 7. Madde’dir. Bu madde ülkeyi işgal hakkı tanınmasıyla tarihteki diğer ateşkes anlaşmalarına göre olağandışıydı.

Mondros Mütarekesi’nin 7. Madde’sine göre, İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir. Bu madde özellikle belirsiz tutulmuştur ve çok geniş bir kapsama sahiptir. Bu madde sayesinde İtilaf Devletleri işgallerinin önünü açmıştır. Ortaya çıkan en ufak karışıklıkta, hatta karışıklık olmasa bile İtilaf Devletleri Osmanlı topraklarını işgal etmişlerdir. Mütarekeden üç gün sonra işgal edilen Musul da bu maddenin tehlikesini en iyi gösteren örneklerden biridir.

Kurtuluş Savaşı’nda Musul Sorunu

Milli Mücadele, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla başlamış, halk yapılan kongreler ve hazırlanan bildirgelerle örgütlenerek kendi bağımsızlığı için mücadele vermiştir. İnönü Savaşları ile düşmana mücadelenin gücü gösterildi. Kütahya-Eskişehir savaşında geri çekilen Türk ordusu Sakarya Savaşı ile Yunanlıları geri püskürttü. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’yle de Yunan ordusunu tamamen yok ederek savaşı kazandı. Doğu Cephesi’nde Ermeniler, Güneydoğu Cephesi’nde de Fransızlar geri püskürtüldü. Ancak 15 Kasım 1918’de İngilizler tarafından işgal edilen Musul, Milli Mücadele’deki başarılara rağmen İngilizlerden geri alınamadı ve bu konu Lozan Konferansı’na bırakıldı.

Musul, hem İngilizler hem de Türkiye için önemli ve stratejik bir bölgeydi. İçerdiği zengin kaynaklarla ekonomik açıdan önem taşıyordu. Bu bölgeyi, İngiltere, Kral Faysal yönetimindeki Irak’a seçimle bırakmak istediyse de bu seçim Şiiler, Kürtler ve Türkmenlerin onayını almamış, ancak tepkiler göz ardı edilerek Musul, Irak’a bırakılmıştır. Musul Sorunu, İsmet Paşa ile Lord Cruzon arasında ilk kez dile getirilmiş ancak ikili görüşmeler sonuç vermeyince konu 23 Ocak 1923’te Lozan komisyonuna getirilmiştir.

Lozan Konferansı’nda Musul Sorunu

Türk Tarafının Musul İle İlgili Görüşleri

23 Ocak 1923’te yapılan konferansta İsmet Paşa, Musul’un başka bir gruba bırakılamayacağını bölgenin etnik durumunu göz önünde bulundurarak açıklamıştır. Musul’da yaşayan 503.000 kişinin 263.830’u Kürt, 146.960’ı Türk, 43.210’u ise Arap’tır. Bu istatistiklerde görüldüğü üzere nüfusun beşte dördünü Kürt ve Türkler oluştururken sadece beşte birini Arap ve gayrimüslimler oluşturmaktadır. Etnik durum göz önünde bulundurulduğunda bölgenin Araplara bırakılması imkansızdır. Türk tarafı konferansta etnik durumu tartışmış ve tarafsız bir referandum talep etmiştir ancak bu talepleri reddedilmiştir.

İngiliz Tarafının Musul İle İlgili Görüşleri

İngiliz tarafı Lozan Konferansında, bölgenin Birinci Dünya Savaşı’nda tüm Mezopotamya ile birlikte işgal edildiğini ve Türklerin yenilerek geri çekildiğini savunmuştur. İngiliz tarafına göre Araplara zaten bağımsızlık hakkı çoktan tanınmıştır ve zaten Musul halkı önceden yapılan referandumda Bağdat ile birleşmeyi kabul etmiştir. 1919 Barış Konferansı’nda da Mezopotamya’nın tamamen İngiltere kontrolüne bırakılması kabul edilmiş ve Sevr Antlaşması’yla da onaylanmıştır. İngiliz tarafı Lozan’da Arapların bölge üzerinde hakkı olduğunu, bu nedenle de Musul’un İngiliz mandasındaki Irak’a bırakılmasını talep etmiştir.

Musul konusunda İngiltere’nin uzlaşmaz tutumu nedeniyle İsmet Paşa, konunun barış içinde dokuz ay içerisinde çözülmesini kabul etmiştir. Musul Sorunu, İngilizlerin isteği nedeniyle Milletler Cemiyeti’ne bırakılır, bu karar TBMM’de tartışmaya sebep olsa da Mustafa Kemal bu kararı onaylar. Musul üzerinde diretmek İngiltere ile savaşa yol açabileceğinden konu üzerindeki uzlaşmacı tavrı sürdürmek savaşacak gücü kalmayan Türkiye için en iyisidir.

Haliç Konferansı’nda Musul Sorunu

Haliç Konferansı, İngilizlerin görüşme talebiyle 19 Mayıs 1924’te başlamıştır. Türkiye, Musul’un kendilerine bırakıldığı takdirde petrolden İngiltere’ye pay vermeyi vaat etmiş ancak İngiliz heyeti konuyu çıkmaza sokmak ve Milletler Cemiyeti’ne götürmek için Hakkâri’nin de Nesturilere verilmesini istemiştir. Bu nedenle Haliç Konferans’ından iki taraf da sonuç alamamış ve sonrasında İngilizlerin kışkırtmasıyla Nesturi Ayaklanması çıkmıştır.

Haliç Konferansı’ndan sonuç alınamayınca İngiltere, Lozan Barış Antlaşması’nın 3/2 maddesine dayanarak konuyu Milletler Cemiyeti’ne götürmek istemişlerdir. Türkiye burada son kez referandum yapılması isteğini iletmiştir ancak bu talep İngilizler tarafından reddedilmiştir.

Şeyh Said Ayaklanması ve Musul

Şeyh Said Ayaklanması, kuruluş dönemdeki ilk ve en kapsamlı Kürt ayaklanmasıdır. Ayaklanma ancak demiryoluyla asker sevk edilerek bastırılabilmiştir. Ayaklanma, hilafetin 1924’te kaldırılmasından güç alan dini görünümlü bir ayaklanma olup, aslında İngiliz kışkırtmasıyla ortaya çıkan bir ayaklanmadır.
Bu ayaklanma sonrası Türkiye’nin Türk-Kürt kardeştir tezine karşılık İngilizler, Musul’da baskın olan Kürt nüfusun Türkiye’ye bağlanmak istemediğini çok daha kolay kabul ettirebilmiştir. Aynı zamanda iç ayaklanmayla uğraşan Türkiye’nin Musul meselesinde direnci kırılmıştır.

Milletler Cemiyeti’nin Musul Kararı

Milletler Cemiyeti komisyonu verdiği rapora göre, Musul’daki dokuz yüzyıllık Türk hakimiyeti teyit edilmiş, Hakkâri ile Musul arasına Brüksel Hattı adı verilen bir sınır çekilmiştir. Musul’daki aşiret ve şeyhler Türkiye aleyhine konuşmuştur. Bu durumda Musul’un Kürt Özerk Bölgesi halinde, 25 yıl manda altında kalması koşuluyla Irak’a bırakılması uygundur. Eğer Kürtlere özerklik sağlanmazsa, bölge Türkiye’ye bağlanacaktır.

Milletler Cemiyeti divanı, Lozan’ın 3/2 maddesine göre bağlayıcı karar almıştır. Alınan karara göre Brüksel Hattı’nın kuzeyi Türkiye’ye güneyi ise Irak’a bırakılacaktır ve bu suretle Musul, Irak’a bırakılmıştır. Bu kararda Estonyalı bir generalin raporunun ve Şeyh Said Ayaklanması’nın etkisi büyüktür. Bu karara Türkiye büyük tepki göstermiş, hatta Cenevre’deki temsilciliğini geri çekmiş ve SSCB ile bir gün sonrasında tarafsızlık ve dostluk antlaşması imzalamıştır.

Musul Sorunu’nun Çözümü

Başta Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul, Türkiye’nin direnişine rağmen Irak’a bırakılmak zorunda kalmıştır. Türkiye o sırada kendi reformlarıyla ve ülke olma çabasıyla uğraşırken patlak veren isyanlarla birlikte Musul konusunda direnememiş ve konu İngilizler lehine sonuçlanmıştır.

Milletler Cemiyeti’ndeki en etkili ülkenin İngiltere olması verilen kararda etkilidir. Türkiye’nin yeni bir savaşı göze alamıyor oluşu Musul Sorunu’nun Türkiye aleyhine sonuçlanmasında etkilidir. Musul sınırında çıkan Şeyh Said Ayaklanması ve Milletler Cemiyeti Adalet Divanı’na temsilci gönderilmemesinin etkisi de göz ardı edilemez.

Türkiye’nin kazancı ise sadece Musul’daki petrollerinden % 10 pay almak ve Ankara Antlaşması ile Ankara hükümetinin Batılı ülkeler tarafından tanınması olmuştur. Büyük ülkelerin çıkarlarına ters düşen Türkiye bu yoldaki mücadelesini sürdürse de çabaları yeterli olamamış ve bu nedenle Musul kaybedilmiştir.

Not: Bu konuyla ilgili olarak 1926 Ankara Antlaşması Maddeleri ve Önemi başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.