Hatay Tarihi – Geçmişten Günümüze Hatay
Hatay geçmişten günümüze kadar dünyanın önemli yerlerinden biri olarak göz önüne çıkmıştır. Bu yazımızda da Hatay’ın neden bu kadar önemli bir yere sahip olduğunu anlamak amacıyla Hatay tarihinden bahsedilecektir. Hatay tarihi boyunca nasıl değişimler geçirmiştir?
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Geçmişten Günümüze Hatay
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen Hatay, geçmişten günümüze birçok medeniyete ve uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde Hatay, Türkiye’nin en kalabalık on üçüncü şehridir ve Türkiye için önemli bir eski yerleşim yeridir. Yapılan kazılardan elde edilen bulgulara göre, milattan önce 100.000 ve 40.000 arasındaki döneme ait bazı kalıntılara rastlanmıştır. Bu veriler, Antakya tarihinin ne kadar eskilere dayandığının kanıtı olarak kabul edilmektedir. Geçmişten günümüze kadar Hatay ilk olarak Akat Beyliği olmak üzere Hitit, Urartu, Pers gibi birçok medeniyetin etkisi altına girmiştir. Hatay’a yerleşen her uygarlık Hatay üzerinde birçok kalıcı ve geçici etki bırakmıştır. Bu süreç içerisinde Hatay toplumu her uygarlığın kültüründen etkilenmiştir ve böylece Hatay, çok kültürlü bir kent haline gelmiştir. Her yönden bakıldığında Hatay, hem dünya için hem de Türkiye için önemli bir yere sahiptir.
Milattan Önce Hatay
Hatay tarihine bakıldığında geçmişinin çok eskilere dayandığı görülür. Hatay üzerinde başlayan ilk yerleşimin milattan önce yüzbinli çağlarda, diğer bir adıyla paleolitik çağda başladığı düşünülmektedir. Bu iddiayı güçlendiren bulgular ise Hatay’ın bazı ilçelerinde yapılan kazı çalışmaları olmuştur. Bu çalışmalarda çıkarılan eşyaların, milattan önce 100.000 ve 40.000 yıllarına ait olduğu ve paleolitik dönem izleri taşıdığı görülmektedir. Aynı zamanda Yayladağı ve Çevlik civarında bulunan Kanal Mağarasında da milattan önce 40.000 ve 11.000 yıllarından kalma üst paleolitik dönem kalıntılarına oldukça rastlanmıştır. Çevre illerde ve bölgelerde yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlara bakıldığında, Hatay’ın neolitik, kalkolitik ve Tunç Çağında oldukça aktif bir yerleşim bölgesi olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hatay ilk Tunç Çağının sonlarında Akat Beyliğinin topraklarına katılmıştır. Fakat kısa bir süre sonra bu Beylik yok olmuş ve yerini Yamhad Krallığı almıştır. İç işlerinde bağımsız fakat dış işlerinde başka krallıklara bağımlı olan Yamhad Krallığı, zaman içinde Hitit Uygarlığının egemenliğini kabul etmiştir. Fakat Hitit Uygarlığı zayıflayınca Hatay ve çevresindeki bölgelerde birçok küçük ve bağımsız devletler ortaya çıkmıştır. Zaman içinde bu küçük devletler Amik Ovası ve çevresindeki bölgede bir ittifak kurmuşlardır. Bu birleşim sayesinde Hattena Krallığı kurulmuştur. Fakat Akat Beyliği gibi bu krallığın da ömrü oldukça kısa olmuştur.
Asurluların kente girmesiyle beraber Hattena Krallığı parçalanmıştır ve Asur egemenliği altına girmiştir. Kısa bir süre sonra ise Asur Uygarlığı zayıflamıştır ve bu sefer Asur Uygarlığı küçük devletlere bölünmüştür. Bu devletler kısa bir süre bağımsız ve barış içinde yaşasalar da kısa süre sonra Urartular bölgeye gelmiştir ve bölge Urartuların egemenliği altına girmiştir. Kısa bir süre sonra ise Urartular Pers İmparatorluğu tarafından yok edilmiştir ve bölgeyi egemenlikleri altına almışlardır. Fakat Urartular da Büyük İskender tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmıştır.
Antakya’nın Kuruluşu
Büyük İskender M.Ö. 323 yılında vefat etti ve komutanlar arasında boş kalan taht için kavgalar ortaya çıkmaya başladı. Uzun yıllar süren kavgalar sonucu M.Ö. 312 yılında Seleukos tahta geçti. Seleukos tahta geçtiğinde Asi Nehri kıyısına Antigonia adlı bir şehir bulunuyordu. Fakat Seleukos başa geçtiğinde bu kentin yeterli olmadığını düşünür ve Zeus’tan ona yol göstermesini ister. Bunun üzerine Zeus adına bir kurban kesilir ve efsaneye göre bu kurbanın etini bir kartal kapar. Bu kartal uçarak Asi Nehri’nin yanına konar. Bunun üzerine Seleukos bunu Zeus’un ona gösterdiği bir yol olarak kabul eder ve kartalın konduğu yere yeni bir şehir kurdurmaya karar verir. M.Ö. 300 yılında şehrin temelleri atılmaya başlanır. Şehrin temellerinin atılmaya başlanmasıyla birlikte Seleukos Antigonia şehrini tamamen yıktırır. Antigonia şehrinin yıkımdan geriye kalan ve hala kullanılabilecek olan malzemeleri ise yeni şehrin kuruluşu için büyük bir kaynak olarak kullanılır.
Uzun yıllar süren çalışmalar sonunda Seleukos yeni kurduğu şehre Antigonia şehrinin halkını yerleştirir ve şehrin adını babasının adını anmak amacıyla Antiokheia koyar. Zaman içinde bu ad dönüşerek Antakya halini alır. Seleukos’un kurduğu bu şehir kısa bir süre içinde beklenmeyen bir gelişim gösterir ve dünya çapında büyük bir şöhrete kavuşur. Bu denli hızlı gelişen bir şehir olduğu için Antiokheia, Seleukos tarafından kısa bir süre sonra başkent ilan edildi. Aynı şekilde bu krallık yıkılana ve başka ellere geçene kadar da başkent olarak faaliyet gösterdi. İleriki yıllarda şehir el değiştirmesine rağmen yinede ününü kaybetmedi ve Roma zamanında Roma’nın en büyük üçüncü şehri olmayı başardı.
Roma Döneminde Hatay
M.Ö. 64 yılında Antakya Roma toprakları içine alındı. Antakya’nın Roma’ya katılmasıyla beraber Antakya, Roma İmparatorluğu’nun eyaletlerinden biri olan Suriye Eyaletinin başkenti olarak kabul edildi. M.Ö. 47 yılında Sezar şehri ziyaret etmek için Antakya’ya geldiğinde şehre gösterişli yapılar ve sokaklar yaptırdı. Aynı zamanda gittikçe ün kazanan Antakya’da Kleopatra’nın uzun süre yaşadığı ve oldukça fazla misafir ağırladığı da biliniyor. Aynı zamanda bu dönemde Antakya Hristiyanlığın yayılması için büyük bir rol oynamıştır. M.S. 34-36 yılları arasında dönemin en ünlü papazlarının Antakya sokaklarında ilk kez vaaz vermişlerdir. Bununla birlikte ilk kez Roma Döneminde Antakya’da Hristiyanlara “Hristiyan” adı verildiği de söylenmektedir.
M.S. 1. yüzyılda Antakya dünyanın yüzölçümü ve nüfus bakımından değerlendirildiğinde en büyük 4. şehri haline geldi. Aynı zamanda Roma İmparatorluğu’nun da 3. en büyük şehri ünvanına sahipti. Antakya bu dönemde birçok ilke ev sahipliği yaptığı gibi dünyada ilk ışıklandırılan caddeye de ev sahipliği yaptı. Günümüzde Kurtuluş Caddesi olarak bilinen bu cadde dünya üzerinde ışıklandırılan ilk cadde olarak tarihe geçti. Yine aynı dönemde Antakya önemli coğrafik konumuyla da dikkat çeken bir yere sahipti.
Mezopotamya, Suriye, Arabistan ve Mısır gibi dönemin önemli ticari merkezlerine giden yollar Antakya üzerinden geçiyordu. Bu yönüyle bir gün içinde Antakya birçok kişiyi ağırlıyordu. İnsanlar ticaret ve sanayi gibi nedenlerde Antakya’yı bolca ziyaret ediyordu ve bu etken Antakya’nın bir kültürler şehri haline gelmesinde rol oynayan en önemli etkendi. Bu denli işlek bir durak olması Antakya’ya birçok şey kazandırdı. Bu dönemde Antakya büyük saraylara, heykellere, hamamlara, köşklere ve hatta kanalizasyon sistemi gibi dünyada görülmeyen bir çok yapıya ev sahipliği yapıyordu. Tüm bu etkenler Antakya’nın ün kazanmasında önemli birer faktördü.
14. ve 15. Yüzyılda Hatay
14. yüzyılda Antakya’ya Memlüklerin gelmesiyle beraber uzun yıllar boyunca hüküm süren Antakya Haçlı Prensliği de sona erdi. Bölgenin Haçlı Prensliği’nden alınması üzerine zamanın hükümdarı Baybars, bölgedeki kültürün ve sosyal yapının değişmesi amacıyla alınan yerlere Türkmen toplulukları yerleştirmeye başlama kararı aldı. Bu yöntemle 40.000’den fazla Türkmen çadırı bölgeye yerleştirildi. Türkmenlerin bölgeye gelmesiyle beraber bölge, Türkmen kültürüne göre şekillenmeye başladı. Fakat Haçlı izleri de Türkmen kültürüyle harmanlanarak kalıcılığını sağladı. Orta Çağ’ın en büyük seyyahlarından biri olarak kabul edilen İbn-i Batuta, şehrin ününü duyup 14. yüzyılda bölgeye geldi. Yazdığı seyahatnamesinde gezdiği yerler hakkında nüfusu oldukça kalabalık, gelişmiş, büyük, binalarının mimarisi dikkat çekici, suyu ve yeşilliği etkileyici gibi tanımlara yer vermektedir. Bunun yanında Amik Ovası’nda yaşayan Türkmenlerin ne kadar kalabalık olduğundan da bahsetmektedir.
15. yüzyıla girildiğinde Osmanlı Devleti topraklarını büyük bir hızla genişletmeye başladı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında ise Osmanlı toprakları genişleyerek Memlüklerin sınırına kadar ulaştı. Bunun üzerine Memlükler ve Osmanlı Devleti arasında savaşlar yaşanmaya başladı. Bu iki devlet uzun süre boyunca savaştı. Bu süre içinde Osmanlı Devleti Memlüklüler tarafından iki kere mağlup edildi. En sonunda 1490 yılında iki devlet kendi aralarında barış antlaşması imzalamaya karar verdi ve aralarındaki sorun böylece çözülmüş oldu. Fakat yine aynı yıllarda Ümit Burnu yolunun keşfi üzerine İskenderun ün kaybetmeye başladı. Ticaret yolunun işleyiş hızı da aynı şekilde düşmeye başladı.
16. ve 18. Yüzyılda Hatay
1516 yılında Memlükler ve Osmanlı Devleti arasında yeniden bir savaş çıktı. Bu savaşta galip gelen taraf Osmanlı Devleti oldu ve böylece 1516 yılının Ağustos ayında Antakya, İskenderun ve çevresi Osmanlı hakimiyetine girmiş oldu. Bölgenin Osmanlı hakimiyetine girmesiyle beraber bölgede Osmanlı izleri görülmeye başlandı. 1552 yılında Kanuni Sultan Süleyman bölgeye cami, han, ziyaret, hamam ve imaret yapılması için emirler verdi. Böylece bölge, Osmanlı kültürüyle tanışmış oldu. Yıllar geçtikçe bölgeye daha fazla insan yerleştirilmeye başlandı ve bölge böylece büyümeye başladı. Bu dönemde Payas Kalesi, Cin Kulesi gibi birçok günümüze kadar dayanmış han, hamam, değirmen, bedesten ve cami gibi yapılar inşa edildi. Fakat 1615 yılında Antakya merkezli olan çok büyük bir deprem meydana geldi. Bu depremle beraber Antakya neredeyse yerle bir oldu. Bu depremden sonra Osmanlı Antakya’nın yeniden kurulması için çok çaba harcadı.
1648 yılında ise bölgeye 17. yüzyılın önde gelen gezginlerinden biri olan Evliya Çelebi gelmiştir. Gezip gördüklerinden ise Seyahatname adlı eserinde oldukça bahsetmiştir. Antakya ve Suriye topraklarını kutsal topraklar olarak betimlemiştir. 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarında ise Osmanlı Devleti güvenlik ve kontrol hakkında sıkıntılar yaşamaya başladı. Bundan dolayı Antakya bölgesi tamamen başı boş bırakıldı ve Türkmen obaları konar göçer bir halde yaşayarak köylerini terk etti. Bunun üzerine tüm köyler harap hale geldi. 18. yüzyılın ortalarında Osmanlı Devleti tekrar baskın olmaya başladı ve harap yerler tamir edilerek düzenli bir yaşam kuruldu. Fakat bu sefer de ortaya çıkan büyük aşiretler sorun çıkarmaya başladı. Yaklaşık 19. yüzyılın ortalarına kadar baskın olan bu aşiretler daha sonra iskanı kabul etmeye ikna edildi. Bu seferde 1822 yılında meydana gelen büyük bir depremle Antakya tekrar büyük bir kayıp yaşadı. Bu depremle beraber Seleukeia Pieria’nın yapıları tamamen yok oldu.
19. ve 20. Yüzyılda Hatay
19. yüzyılda bölgede asayiş kalmamıştı ve halk isyan girişimlerinde bulunmaya başlamıştı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti ‘Fırkai Islahiye’ adı verilen bir ordu kurdu ve orduyu bölgeye gönderdi. Ordunun bölgeye varmasıyla beraber aşiretler kontrol altına alındı. 1869 yılında Süveyş Kanalı açıldı ve bu kanalın açılmasıyla İskenderun Limanı büyük ölçüde zarar gördü. Bölgenin ekonomisi ve önemi de bu olayla bağlantılı olarak oldukça zarar gördü. 16 Nisan 1872 tarihinde yeniden büyük bir deprem ile Antakya sallandı. Bu depremde 1500 insan öldü ve birçok insan yaralandı. Hem depremin etkilerini biraz daha azaltmak, hem de İskenderun’un ticari hayatını tekrar canlandırmak için İskenderun-Halep arasında bir şose yapılma kararı alındı ve bu yol 1886 yılında tamamlandı. Böylece İskenderun yeniden önem kazanmaya başladı. Bunun ardından da Ermeni Olayları ortaya çıktı. 1909 Nisan ayında başlayan olaylar büyük çatışmalara yol açtı.
Bu dönemde patlak veren 1. Dünya Savaşı’nda Antakya, Mustafa Kemal Atatürk için oldukça önemliydi. Fakat savaşın sonlarına doğru Mustafa Kemal, İstanbul’a gitmek zorunda kaldı ve ardından 12 Kasım 1918 günü Fransızlar Hatay’ı işgal etti. Uzun bir süre boyunca Fransızlar bölgeye asker çıkarmaya devam etti ve bu dönemde bölgeden ayrılan Ermeniler geri döndü. Zamanla Fransız çeteleri ve Ermeni çeteleri kuruldu. Bu çetelere karşı olarak da Türk çeteleri kuruldu. Çeteler arasındaki sürtüşmeler sonucu ilk olay 19 Aralık 1918 günü patlak verdi. Yapılan çatışmada Fransızlar 15 ölü verdi. Bu çatışma, Türk Milli Mücadele tarihinin başlangıç noktası ve Kurtuluş Savaşının ilk kurşunu olarak tarihe geçti. Son Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli‘yi 28 Ocak 1920’de kabul etti. Hatay’da bu anlaşmaya dahildi. Uzun süren bir savaşın sonucu olarak 8 Ağustos 1921 tarihinde Fransız Yüksek Komiserliği Hatay’ın özerk bir devlet olmasına izin verdi.
Hatay Devleti
2 Eylül 1938 tarihinde Hatay Devleti kuruldu. Hatay Devleti Millet Meclisi de ilk kez Hatay Devleti’nin kurulduğu gün yani 2 Eylül 1938 tarihinde toplandı. Oylama sonucu alınan toplu bir karar doğrultusunda oy çoğunluğu ile Meclis Başkanlığına Abdulgani Türkmen seçilmiş oldu. Yine aynı yolla Devlet Reisliğine Tayfur Sökmen seçildi. Bu gelişmelerden sonra sırada devletin adını koymak vardı. Yine aynı tarihte devletin adı ‘Hatay’ olarak kabul edildi. 6 Eylül 1938 yapılan meclis görüşmesinde Sancak Anayasası, Hatay Anayasası olarak kabul edildi ve Hatay Devleti adı ilk kez resmi olarak verildi.
Devletin idare şeklinin Cumhuriyet olması isteniyordu ve istenen de oldu. Yapılan oylamalar sonucu yeni devletin merkezi Antakya seçildi. Yine aynı görüşmede Türk İstiklal Marşı tartışıldı ve sonuç olarak çoğunluğun isteği ile Hatay Devleti’nin milli marşı olarak kabul edildi. Ticaretin canlanması adına yeni şeyler yapılmasına karar verildi ve 1 Aralık’ta Hatay’da üretilen ürünlerinin Türkiye’ye herhangi bir izin gerektirmeden girmesi kabul edildi ve hemen ardından Türkiye’den Hatay’a pasaportsuz, sadece kişisel nüfus cüzdanları ile girilmesine izin verildi. 13 Mart’ta yeniden toplanan konsey ile beraber yeni kararlar da alındı. Bu kararlardan biri de Türk parasının artık aynı zamanda Hatay Devleti’nin de resmi parası olarak kabul edilmesiydi.
Hatay’ın Türkiye’ye Katılması
Bundan yaklaşık bir buçuk ay kadar sonra yani 23 Haziran 1939 günü Türkiye ve Fransa arasında Hatay Anlaşması için görüşmeler yapıldı ve en sonunda Fransa anlaşmayı kabul etti. Böylece artık Hatay’ın Türkiye’ye katılması için hiç bir engel kalmadı. Kısa bir süre sonra anlaşmanın imzalandığı haberi Hatay’a ulaştı. Bunun üzerine devlet daireleri başta olmak üzere devletin her bir köşesinde yer alan Hatay bayrakları indirildi ve tüm halkın desteği ile yerine Türk Bayrağı asıldı. Şehrin tüm sokakları Türk Bayrakları ile süslendi. 28 Haziran 1939 günü ise Hatay Devleti’nin tüm bakanları görevlerini resmi olarak bıraktı. Ardından Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmayı kabul ettiğini açıkladı. Böylece Hatay Devleti sona erdi ve Meclis kendi istek ve özgürlüğü ile Türkiye’ye katılma kararı aldı. Böylece uzun uğraşlar sonucu hukuki sürecin ikinci kademesi ve aynı zamanda son aşaması da tamamlanmış oldu.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Hatay Sorunu Nedir? Hatay’ın Ana Vatana Katılması başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.
Merhaba, yazınız çok güzel olmuş emeğinize sağlık. Güzel Hatay’ımızı tanıtmanız çok güzel olmuş, yazıyı okuyunca sebepsiz karnım acıktı.
Antakya roma döneminde en büyük şehirlerinden biri ise , günümüzde forum, hamam, tiyatro veya roma imparatorluğuna ait herhangi bir yapı antakyada neden görmüyoruz..?
Antakyayi yerle bir eden araliklarla olusan 3 deprem olmus ve tarihi izler ortadan kalkmıs
06 Şubat 2023 Pazartesi 04:20 Antakya 7,9 ile sarsılmış ve tekrar yerle bir olmuştur 🙁 🙁 🙁