9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 4. Ünite
2023-2024 Yeni Baskı
9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 4. Ünite başlıklı bu yazımızda tarih ders kitabı içindeki soruların cevaplarını hazırladık.
9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 4. Ünite başlıklı bu yazımızda 9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) içinde yer alan 4. ünite sorularının cevaplarını hazırladık. 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 4. Ünite yazımızda aşağıdaki bölümlerde yer alan soruların cevaplarını hazırladık;
- 4. ÜNİTE BAŞINDA: “Hazırlanalım” bölümünde yer alan soruları yanıtladık ve “Kavramları Öğrenelim” bölümündeki kavramları açıkladık.
- 4. ÜNİTE İÇİNDE: “Düşünelim-Söyleyelim”, “Okuyalım”, “Etkinlik”, “Düşünme-Çıkarımda Bulunma” bölümlerindeki soruları yanıtladık.
- 4. ÜNİTE SONUNDA: “Ünite Değerlendirme” bölümündeki tüm soruları yanıtladık.
Ders: Tarih Ekibi tarafından hazırlanan 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – 4. Ünite hakkında eklemek istediklerinizi yorum bölümünü kullanarak bize iletebilirsiz.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
9. Sınıf Tarih Ders Kitabı (Tuna Yayınları) 4. Ünite Cevapları
9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) dördüncü ünitesi olan İlk ve Orta Çağlarda Türk Dünyası, beş kazanımdan oluşmaktadır. Aşağıda bu beş kazanıma yönelik soruların cevapları bulunmaktadır.
Kavramları Öğrenelim Bölümü Soruları
9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) dördüncü ünitesi olan İlk ve Orta Çağlarda Türk Dünyası ünitesinin Kavramları Öğrenelim bölümünde yer alan 8 kavramı yanıtladık.
Boy Nedir?
Türkler çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için bir gruplandırma gerekmektedir. Türkler arasında aynı soydan gelen topluluğa boy adı verilir. Boy insanlar ve soylarla bağlantılı olduğundan antropoloji bilimi ilgilenmektedir. Özellikle yerleşik hayata geçişle birlikte daha da anlam kazanan boylarda güvenilir, cesur, güçlü bir lider diğer insanlar arasındaki adaleti sağlar, beraberliği korur. Boylara örnek olarak Kayı, Salur, Kızık ve Avşar Boyları verilebilir.
İl Nedir?
İl kavramı genelde Orta Asya’da yaygın olarak kullanılmış olan bir kelimedir ve devlet anlamına gelmektedir. Türk İli gibi deyişlere sıklıkla rastlanılmasının nedeni de budur. Bu deyiş Türk Devleti anlamına gelir.
Kışlak Nedir?
Yaylak ve kışlak kelimeleri ise yerleri anlatmak için kullanılmaktadır. Kışları daha çok konaklama amaçlı kışlaklara giderlerdi. Göçebe ve hayvancılıkla geçinen Eski Türkler için yaşam ve hayvancılığı ayakta tuttuğundan bu yerler onlar için çok önemliydi.
Kut Nedir?
Kut inançla ilişkili bir kelimedir. Gök tanrı inancıyla iç içe olan bu kelime “Tanrı’nın hakana verdiği yönetme gücü” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu inanç yönetilen kişilerin hakana daha bağlı olmasını sağlar.
Toy Nedir?
Toy eski Türklerde halkın yönetime katılmasını sağlayan kurul, kurultaydır. Eski Türk devletlerindeki siyasi organlardan biri olan toy ayrıca Hakan’ın kararları konusunda danıştığı yerdir. Toyun yönetimde söz sahibi olma, bir hakanı düşürüp bir başkasını yerleştirme, diğer ülkelerle anlaşmalar yapma ve barış / savaş kararı verme gibi çok önemli yetkileri vardır.
Töre Nedir?
Töre herhangi bir topluluktaki yerleşmiş şeylere denir. Bu yerleşmiş şeyler davranış, yaşam stili, gelenek – görenek, alışkanlık gibi sıkı sıkıya tutulan durumlar olabilir. Töreler giderek kalıplaşmış durumlara dönüştüğü için töre cinayetleri, kan davaları gibi sosyal ve kültürel güvenlik sıkıntılarına yol açmaktadırlar. Günümüzde başlık paraları, kız çocuklarının okutulmaması gibi etik olmayan olay ve davranışlar özellikle ülkemizin doğu ve güney doğu taraflarında devam etmekte, ülkenin geleceğini etkilemektedir.
Ülüş Nedir?
Ülüş kelime anlamı olarak ‘’pay, nasip, kısmet’’ gibi kelimeleri karşılamaktadır. Eski Türk devletlerinde ise ülkenin toprakları, zenginlikleri hanedan üyeleri arasında paylaştırılır. Buna ülüş denilmektedir.
Yaylak Nedir?
Yaylak ve kışlak kelimeleri ise yerleri anlatmak için kullanılmaktadır. Yazları serinlemek ve hayvancılık yapmak için yaylaklara, kışları ise tam tersi bir şekilde daha çok konaklama amaçlı kışlaklara giderlerdi.
Hazırlanalım Bölümü Soruları
9. sınıf tarih ders kitabı (Tuna Yayınları) dördüncü ünitesi olan İlk ve Orta Çağlarda Türk Dünyası ünitesinin Hazırlanalım bölümünde yer alan 4 soruyu yanıtladık.
Töre Kavramını Açıklamaya Çalışınız.
Töre kavramı kısaca tanımlanırsa geçmişte yaşamış olan Türklerin koydukları yazılı olmayan (yazılı olup olmadığına tam emin değilim.) kurallardır. Bu kanunlar yazılı olmamasına rağmen sanki yazılı kurallarmış gibi uygulanmaktadır. Bu kurallara karşı gelen ya da bu kurallara uymayan bir kişi olursa o dönemin şartlarına göre cezalandırılmaktadır. Bu kurallar o kadar önemli görülmektedir ki o dönemki Türk Devletleri’nin yöneticileri (han, hakan, kağan) bile bu kurallara uymak zorundadırlar. Yani kendi isteğiyle şunu yapayım gibi bir şey söyleyemezlerdi. O dönemki hanlarla ilgili birkaç töre vardır. Mesela hanlar kendi ülkesi içinde barınan halkını korumalıdır ve onlara rahat bir yaşam sunmalıdır (pek mümkün olmasa da). Ayrıca töre kavramını Etnografya araştırır.
Aslında töre kavramı ile günümüzdeki kanunlar benzer kavramlardır. Aralarında fazla fark bulunmamaktadır. Çünkü kanunlara bakıldığında uygulanması gerekmektedir ve uygulamayan ya da karşı gelen biri olursa cezalandırılmaktadır. Aynı şey törede de geçerlidir. Aralarındaki farklara örnek verilir ise yazılı olup olmama durumları ve kanunların törelerden daha kapsamlı bir kavram olması örneği verilebilir. Kanunlar törelerden daha kapsamlıdır çünkü kanunlarda hayatta yaşanabilecek her şey en ayrıntısına kadar düşünülmüştür. Törelerde ise bu durum fazla ayrıntılı değildir.
Ayrıca törenin geçmişte kaldığı düşünülmektedir fakat günümüzde nadiren rastlansa da törelerden bahsedilebilir. Ancak bu töreler geçmişteki törelere pek benzememektedir. Geçmişteki töreler kural, kanun niteliğindeyken günümüzdeki bazı töreler mafyalıktan başka bir şey değildir. Mafyalık diye belirtilmesinin sebebi ise günümüzde törelerin kan davaları ile ilgili olmaya başlamalarıdır. Yani geçmişteki törelerle pek de bir alakası kalmamaya başlamıştır. Hatta töreler birçok filme ve diziye de konu olabilmektedir. Filmler ve dizilerde de günümüzdeki gibi yine kan davaları ve düşmanlık gibi konular töre olarak gösterilmektedir. Kısacası töre geçmişte yaşamış Türk Devletleri’ndeki yazılı olmayan kanunlara denmektedir. Günümüze gelene kadar törelerde ciddi bozulmalar yaşanmıştır. Töreler çok farklı bir kavram olarak düşünülmeye başlanmıştır.
Orhun Kitabeleri Hakkında Bildiklerinizi Anlatınız.
Orhun Kitabeleri geçmişte Orta Asya’da kurulan Türk Devletleri’nden 2. Göktürk Devleti (Kutluk Devleti) zamanında yazılmış olan bir kitabedir. Kitabe 2. Göktürk Devleti zamanında yazıldığı için dili de Göktürkçedir. Tıpkı Göktürk Devleti’nde ilk kez Türk kelimesi kullanıldığı gibi yazılı olarak da ilk kez Türk kelimesi Orhun Kitabelerinde bulunmaktadır. Orhun Kitabeleri hakkında çeşitli uygarlıklara ait olduğu düşüncesi bulunmaktaydı. Bazıları Yunanlara ya da Almanlara (Uygarlık olarak Prusyalılar) ait olduğunu düşünmekteydi. Fakat Türklere ait olduğu anlaşıldı ve kanıtlandı.
Orhun Kitabeleri içeriği ile de çok önemli şeylere ışık tutmaktadır. Mesela Orhun Kitabeleri sayesinde o dönem yaşayan Türklerin kültürü, töreleri, yönetimlerine ve yaşantıları hakkında bilgi edinmemiz sağlanabilir. Orhun Kitabelerinde birçok öğüt de bulunmaktadır. Örnek verilir ise Ötüken (başkent) harici diğer bölgelerde hakanların yaşamaması öğütlenmiştir. Öğütler haricinde kitabelerde devlet ve kağanlar ile ilgili bilgiler de yer almaktadır. Bunlara örnek verilir ise devletin dağılış sebepleri ile Kül Tigin öldükten sonra Bilge Kağan’ın sözleri Orhun Kitabelerinde değinilen konulardan biridir.
Ayrıca Orhun Kitabeleri sadece tek bir kişi adına değil toplamda 3 kişi adına yazılmış bir yazıttır. Bu üç kişi ise, Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kül Tigin’dir. Kısaca bu kişiler anlatılacak olursa Tonyukuk 2. Göktürk Devleti döneminde üst düzey devlet görevlisidir. Bilge Kağan ise Kül Tigin’in ağabeyidir. Kül Tigin, Kapağan Kağan’ın yeğenidir. Kapağan Kağan’a ve ölümü sonrasında taht mücadelesi ile ilgili de kısa bir olay vardır. Kapağan Kağan 2. Göktürk Devleti’nin kağanlarından birisidir. Fakat o dönem kağanların bile yargılanması gereken töreler vardır. Törelere uymadığı için öleceğinin bilmektedir. Kendisinden sonra tahtı ya oğlu ya da yeğenleri olan Kül Tigin veya Bilge Kağan alacaktır. Ölmeden önce tahtın yeni sahibini kendi oğlu ilan eder ve ölür. Tahta oğlu çıkar fakat Kül Tigin atası Metehan gibi darbeyle tahtı ele geçirir ve ağabeyi Bilge Kağanı kağan ilan eder. Başta Bilge Kağan olmasına rağmen tüm yetkiler Kül Tigin’in elindedir. Bunlar gibi birçok bilgi Orhun Kitabelerinde bulunmaktadır.
Orhun Kitabeleri günümüzde toplamda 2 yerde sergilenmektedir. Kitabelerden 2’si aynı yerde 1’i ise farklı yerde bulunmaktadır. Bunlardan Kültigin Kitabesi günümüzde Moğolistan’da bir müzede sergilenmektedir.
Tarihte Görülen Büyük Göç Hareketlerinin Nedenlerinin Neler Olabileceğiyle İlgili Düşüncelerinizi Belirtiniz.
Geçmiş zamanlara baktığımızda, göçlerin birçok önemli olayı etkilediğini hatta tarihimizi değiştirdiğini görürüz. Büyük göç deyince kuşkusuz akla ilk gelen Kavimler Göçü‘dür. Bu göç sonucunda Avrupa’daki ülkelerin temelleri atılmış oldu. Avrupa devletlerinin temellerinin atılmış olması, bu göçün günümüze büyük ölçüde katkı sağladığının göstergesidir.
Göçlerin, nedenler ve sonuçlarına göre farklı çeşitleri ve sınıflandırılması vardır. Bu çeşitliliğe bağlı olarak da göçlerin nedenleri farklılık gösterebilir. Göçleri temel olarak 3 sınıfa ayırmak mümkündür. Bu sınıflandırmayı; göçülen mesafeye bağlı göçler, kalma süresine bağlı göçler ve göç yapan kişinin iradesine bağlı göçler olarak adlandırırız. Bu temel sınıflandırılmanın alt dalları da vardır. Göçülen mesafeye bağlı göçler; yurt içi ve yurt dışı olmak üzere iki alt dala ayrılır. Ayrıca yurt içi göç de kendi arasında dört dala ayrılır. Bunlar; kırdan-kente göç, kırdan-kıra göç, kentten-kıra göç ve kentten-kente göçtür. Kalma süresine bağlı göçler; sürekli göç ve geçici göç olarak ayrılır. Göç yapan kişinin iradesine bağlı göçler ise gönüllü göç ve zorunlu göçe ayrılır.
Peki, böylece büyük sonuçlar doğuran bu olayın nedeni ne veya neler olabilir? Basit olarak göçlerin nedenlerini, yaşanılan yerden hoşnutsuz olma ve daha iyi şartlar için konum değiştirme olarak söyleyebiliriz. Sınıflara ayırdığımız bu göçlerin nedenlerini teker teker başlıklar altında incelemek daha sağlıklı olacaktır. Yurt dışına olan gönüllü göçlerin nedenleri; ülke sorunlarından, ülkede çıkan savaşlardan veya en yaygın göç nedenlerinden biri olan ülkedeki ekonomik sıkıntılardan dolayı olabilir. Ülkelerinde bu sıkıntıları sürekli yaşayan insanlar haklı olarak daha iyi şartlar yaşamak isteyeceklerdir. Bunun sonucunda da ülkelerinden göçmek durumunda kalacaklardır.
Yurt içinde yaşanan gönüllü göçler ise; insanların yaşadığı şehirden dolayı duydukları hoşnutsuzluk sonucu başka şehre göç etmesidir. Sürekli göçlerin nedenlerine baktığımızda, yurt içi ve yurt dışına yapılan göçlerin nedenleriyle hemen hemen aynıdır. Fakat geçici göçler mevsimlik olduğu için daha çok iş, turizm, tarım gibi etkenler etkilidir. Gönüllü göçlerin nedenlerini, sürekli göçler haricinde diğer başlıkların nedenleriyle aynı olduğundan ayrıca yazmaya gerek yok. Zorunlu göçlerde, genellikle savaşlar sonucunda ülkelerin insanları göç ettirmesi nedeniyle oluşur.
Turan Taktiği Hakkında Bildiklerinizi Sınıfınızda Arkadaşlarınızla Paylaşınız.
Turan taktiği; insanların yüz yüze ve ölümüne savaştığı eski zamanlarda, Türklere özgü olan taktiksel bir savaş yöntemidir. Bu taktiksel yöntemin uygulanışında iki farklı savaş metodu mevcuttur. Bu iki savaş metodu ise; pusu ve sahte ricat yani geri çekilmedir. Pusu demek, saldırılmak istenen kişiye veya kişilere karşı atağa geçmek için uygun yer ve zamanda beklemek demektir. Sahte ricat ise, birliğin sanki bozguna uğramışçasına geri çekilmeye başlaması yani bir nevi kaçıyor gibi yapmasıdır. Bu iki savaş yöntemi beraber uygulandığında ise, ortaya Turan taktiği bir diğer deyişle Hilal taktiği veya Kurt taktiği çıkmaktadır. Bu Turan taktiğini de basitçe ve genel hatlarıyla anlatacak olursak; ilk başta ordular sağ, sol ve merkez (orta) olmak üzere üç parçaya ayrılırlar. Merkez orduları düşmana saldırır ve daha sonra kaçıyormuş gibi yapar. Yani sahte ricat yöntemini kullanırlar.
Tabii bu sahte ricatın uygulanışı sırasında düşmanlar halen saldırıda olduğu için ordular bir yandan da savaşa devam ederler. Bu kaçışı gören düşman da orduları kovalamaya başlar. Bu sırada sağ ve sol bölümdeki ordular düşmana çaktırmadan etrafını sararlar. Böylelikle ordular yavaş yavaş çember oluşturmaya başlar. Ta ki orduların kurmuş olduğu pusu bölgesine varana kadar. Bu pusu bölgesine vardıklarında, orduların tamamı artık sahte ricatı yani geri çekilmeyi bırakıp saldırıya geçerler. Böylece düşman neye uğradığını şaşırır. Bu şaşkınlıktan yararlanan ordular da hızlı davranıp düşmanı mağlup eder. Bir nevi baskın yaparlar da denilebilir.
Bu taktik doğru uygulandığında çoğu zaman olumlu sonuç alınmıştır. Böylelikle de birçok savaşta bu taktik kullanılmıştır. Eski zamanlarda bu taktiği ilk ve en çok Türkler uyguladığından, pek çok kaynakta Türklere özgü taktik olarak adlandırılır. Ordular genellikle okçular ve süvariler yani atlı birliklerden oluşur. Süvarilerden oluşmasının nedeni, sahte ricat taktiği uygulanışı sırasında çevik olmaktır. Ayrıca bu taktikten olumlu sonuç alınması için savaşın gerçekleştiği meydanın yer şekilleri en önemli faktördür. Bu nedenle savaş meydanı olarak genelde ovalar seçilir. Ovaların çevrelerinde yükseltiler olduğundan dolayı Turan taktiğini uygulamak bir hayli kolaylaşır.
Konu İçindeki Sorular
9. sınıf tarih dersi kitabı (Tuna Yayınları) dördüncü ünitesi olan İlk ve Orta Çağlarda Türk Dünyası ünitesinin konu başlıkları altında yer alan tüm soruları yanıtladık.
Türk Sözcüğünün Anlamı ve Kökeni Konusunda Neler Biliyorsunuz?
Türk sözcüğü ilk olarak “Türük” şeklinde kullanılmıştır. Bu Türük şeklinde kullanılmasının nedeni de “töre” sözcüğünden türemesidir. Fakat bu bir varsayımdan ibarettir. Yani Türk sözcüğünün töre kelimesinden türeyip türemediği kesinlik içermeyen bir bilgidir. Türk sözcüğünün Türük şeklinde kullanılması ise yapılan bir araştırma sonucu Göktürk kitabelerinden bulunmuştur. Ayrıca ilk yazılı metinlerimizin Göktürk Kitabeleri olduğunu göz önüne alırsak; resmi olarak daha önce bir yerde Türk sözcüğüne rastlamak mümkün değildir. Bu Göktürk Kitabeleri öncesinde kullanıldığı varsayılan Türk kelimeleri de efsaneden ibarettir. Yani bilimsel olarak kesinlik içermez. Peki, benim varsayımıma göre Türk sözcüğünün neden töre sözcüğünden türediğini düşündüklerine gelecek olursak; Eski Türklerde çok fazla töreye bağlılık, törelere uyma ve bu bağlılığı gelecek nesillere de iletme vardı. Bu nedenle kendi ve kendilerinden sonra gelecek olan nesillerinin de törelerinden kopmayıp törelerini devam ettirmelerini isterlerdi.
Bu nedenden dolayı töre sözcüğünden türetildiğini düşünmektedirler. Bunu kanıtlar nitelikte, Ziya Gökalp’in görüşünü verebiliriz. Ziya Gökalp de bu görüşe katılıp Türk sözcüğünün “töreli” yani “töre sahibi” kelimelerinden türediğini açıklar. Çin kaynaklarında yazan başka bir efsaneye göre, Aşına soyu Juan – Juan’a sığınıp onlar için Altay’da demircilik yaparken dağın zirvelerinden birini miğfere benzetmişlerdir. Bu nedenle onlara Türk (miğfer) adı verilmiştir. İslami kaynaklara göre ise, Arapçada Türk kelimesi terk olarak okunabildiğinden dolayı Türk sözcüğünün kökeni terk edilmiş olarak yorumlanır. Bunların yanı sıra; Türk kelimesine güç, güçlü olan, güç sahibi, kudretli, kuvvetli, erk gibi anlamların yüklendiği birçok efsane vardır. Örneğin Müller’e göre Türk kelimesi, Uygur metinlerindeki Türk deyimlerinden yola çıkarak erk yani güçlü ve kuvvetli sözcüğü ile örtüşmektedir. Çoğu kaynakta da genel olarak Müller’in görüşü doğru olarak baz alınır.
Size Göre Türk Kelimesinin Anlamıyla İlgili Olarak Ortaya Atılan Yukarıdaki Görüşlerden Hangisi Doğru Olabilir? Neden?
(Bu Soru Sayfa 99’daki Metne Göre Yanıtlanmıştır.)
Yukarıda yazdığımız ve örneklendirdiğimiz birkaç efsaneden tümü aslında kısmen doğrudur. Fakat Türklerin genel yapısına, kişiliklerine ve davranışlarına baktığımızda Müller’in de dediği gibi Türk sözcüğü ile güçlü ve kuvvetli sözcükleri daha çok örtüşmektedir. Böyle düşünmemizin nedeni; tarihi kitaplara, yazılara, filmlere, dizilere ve betimlemelere bakıldığında Eski Türklerin savaşçı, güçlü, asi, onurlu ve gururlu olduğu belirtilir. Öte yandan Türk sözcüğünün “törelerine bağlı” anlamından türetilmiş olduğu akla pek yatmıyor açıkçası.
Türk tarihine; Göktürk zamanlarına gittiğimizde Göktürkler Gök Tanrı dinine, bir diğer deyişle Tengriciliğe mensuplardı. Daha sonra çeşitli nedenlerden dolayı Türkler İslam’a geçmişlerdir. Çoğu kaynakta hatta okullarda okutulan devlet kitaplarında; Göktürklerin İslam’a geçmesinin nedenini, Gök Tanrı dini ile İslam’ın çok benzemesinden kaynaklı olduğu yazılıyor. Açıkçası bu söylem de akla pek yatmıyor. Çünkü her ne kadar bu iki inancın birçok benzer yanı olduğu söylense de, bence bu iki din birbirinden çok farklı. Din ve inanç da törelerin bir parçası olduğundan dolayı buradaki değinmek istediğimiz nokta, Türklerin zamanla törelerine bağlılığı ve bu töreleri sürdürme çabalarının azaldığıdır.
Bu nedenle de Türk sözcüğü ile töre sözcüğünün bağdaştırılmasından ziyade, güçlü ve kuvvetli anlamında olan erk kelimesi daha çok bağdaştırılabilir. Türk ile erk kelimesini bağdaştırmanın bana daha yatkın gelmesinin bir diğer nedeni ise; Eski Türklerin genelde sürekli savaşta kazanan taraf olması ve diğer milletlerin Türklerle savaşa girmekten korktuğunun yazılmasıdır. Bence bu, o zamanlar için Türklerin büyük bir güç ve kuvvete sahip olduğunun göstergesidir. Hatta dünyanın en uzun savunma duvarı olan, uzaydan bile görüldüğü teorisi ortaya atılan Çin Seddi’nin aslında Türklerle savaşta olan Çinlilerin Türklerden korkup kaçması ve savunma amaçlı bu duvarı yaptığı söylenilir. Doğruluğu kanıtlanamamıştır. Fakat yine de böyle bir teorinin ortaya atılmış olması bile Eski Türklerin o dönemki konumunu ve ne kadar kuvvetli, güçlü tasvir edildiğini kanıtlar niteliktedir. Ayrıca Türklerin eski zamanlarda savaşta kullandığı zekice ve başarılı taktiklerin de günümüzde Eski Türkleri kudretli olarak tasvir etmekte büyük katkısı olduğunu düşünmekteyim.
Orta Asya’nın Coğrafi Özelliklerinde Meydana Gelen Değişikliklerin Türklerin Hayatına Etkileri Neler Olabilir?
Bir bölgenin coğrafi özellikleri, yerleşke bakımından oldukça önem arz eder. Örneğin ırmak, deniz, akarsu, şelale gibi su kaynaklarının olduğu yerlerde ki yerleşim miktarı diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenle bazı yerlerde düzensiz yani eşit dağılmamış yerleşim mevcuttur. Orta Asya’daki Türkler de genelde bu tarz su kenarlarına yerleşmeyi tercih ettiklerinden dolayı bu tarz su kenarlarında ki yerleşim miktarı oldukça fazladır. Bu bölgelerde meydana gelen değişikler (doğal afetler vb.) ile beraber burada ki yerleşimler de değişmiştir.
Mesela bir sel meydana geldiği ve bu selin ovaları ve çukurları doldurduğu zaman buradaki yerleşim de su kenarı olduğundan dolayı artacaktır. Veya tam tersi; su kenarı olan ve yerleşimi ile nüfusu fazla olan bir bölge de kuraklık meydana geldiğini düşünürsek, bu bölgedeki nüfus kuraklıktan dolayı azalacaktır. Genellikle su kenarları seçmelerinin başlıca nedenleri ise; su kaynağı yakında olduğundan dolayı su ile yapılacak işler (örneğin çamaşır ve bulaşık yıkama vb.) daha kolay ve çabuk yapılacaktır. Aynı zamanda su kenarları tarıma elverişli olduğu için ve ekinleri sulama ihtiyacı bu su kaynaklarından giderilebileceği için de su kaynaklarına yakın yerleşme tercih edilmiştir.
Öte yandan besin açısından da sulak alanda yetişen besinlerin üretimi ve tüketimi bu bölge de yaşayanlar için daha fazla olur. İklime gelecek olursak, Orta Asya’daki Türkler genellikle mevsimleri sert olmayan iklimlerde yaşamayı tercih etmişlerdir. Bu nedenle eğer bir bölgede kışlar sert ve yazlar aşırı sıcak geçiyorsa, bu bölgede yaşamayı pek tercih etmemişlerdir. Bunun nedeni ise, tarım ve hayvancılık yapılırken sert iklim koşullarından dolayı bu uğraşların yapılmasının zorlaşmasıdır. Tarıma verilen önem ve değerden dolayı da genelde engebeli (inişli – çıkışlı) araziler yerine düz ve tarıma uygun arazilere yerleşim tercih edilmiştir. Eğer bu tarım ve hayvancılığa uygun arazilerde olumsuz bir değişiklik meydana gelirse, burada yaşayan insanlar buradan göç edip daha elverişli mekânlara yerleşmeye başlarlar. Böylelikle de bu elverişli alanların gelişmişlik ve ekonomi seviyesi daha ileride olur.
Karasuk Kültürüyle İlgili Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 101’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Karasuk kültürünün en önemli parçası, metinde de çokça bahsedilmiş olan ölü gömme merasimleridir. Bu ölü gömme merasimlerinden yola çıkaran çıkarımlarda bulunacak olursak, ölüleri gömmeye verdikleri önem ve bunun kültürleri haline gelmesinin nedeni belki de ölümden sonraki hayata inanmaları olabilir. Ölüm sonrası hayata tam olarak şu anki ana dinlerin inandığı gibi (örneğin cennet cehennem vb.) değil de daha farklı bir biçimde inanıyor olabilirler. Kesin ve kanıtlanabilir bir bilgi olmadığı için bu konu hakkında ortaya birçok komplo teorisi atmak için uygun bir ortam vardır. Mesela belki de toprağın en altlarında bir yaşam olduğunu ve öldükten sonra gömülen insanların bu toprak altı dünyasına gidebileceklerini düşünüyor olabilirler. Veya belki de gömülen insanların mezarlarının yanlarını yuvarlak veya dikdörtgensel şekilde kapatmalarının sebebi, bu taşlarla çevrili yerden bir geçit çıkacağı olabilir. Ölen insanın bu geçitten geçerek ölüler diyarına gideceği için olabilir.
Tabii bu teorileri ortaya koymak için o zamanın şartlarını ve insanlarını da göz önüne alıp yorum yapmamız gerekir. Kesin olmayan bir konuyla alakalı ortaya teoriler atmak biraz da hayal gücümüze kalmış bir şey aslında. Ölü gömme merasimlerinin yanı sıra metinde, kazılar sonucu bilezikler, küpeler, düğmeler ve elbise süsleri gibi süs ve ziynet eşyaları da bulunduğu söyleniyor. Bu da bize o zamanlarda da şık ve güzel olmak için şimdiki zamanla aynı metotlar kullanılıyordu yorumunu yaptırabilir. Belki de bu ziynet eşyalarını sadece soylular takıyordur. Böylece kimin soylu ve zengin olduğu anlaşılıp o kişiye daha saygılı davranılıyor olabilir.
Bu ziynet eşyalarını sadece soyluların taktığı teorisi üzerinde duracak olursak, bu da bize o dönemde de sınıf ayrımı olduğunu gösterir. Bunların dışında, yaptıkları hançer süslemeleri ile geleneklerine bağlılıklarını sürdürdükleri yorumu yapılabilir. Bu devirin insanlarının; at, deve, koyun ve sığır beslemeyi bilmeleri kendi besinlerini ürettikleri hatta belki de ürettikleri bu besinleri diğer kişilere sattıkları ve böylelikle de birbirleri arasında alım – satım yaşandığı sonucunu doğurabilir. Ayrıca metnin sonunda kibitka adında arabalı çadırlar kullandıkları söyleniyor. Belki de bu arabalı çadırları konargöçer hayat yaşadıkları için göçerken kolaylık olsun diye kullanıyorlardır.
Tagarların Eşyalarını Süslerken Hayvan Figürlerini Tercih Etmelerinin Nedenleri Neler Olabilir?
Tagar kültürü (MÖ 700-100) Karasuk kültüründen doğmuştur. Asya’nın ortasında başlamıştır. Abakan ve Minusik bölgelerin de görülmüştür. Bu nedenden ötürü diğer kültürlerden oldukça az etkilenmiştir. Tagarlılar kendince hayvan üslubu geliştirmiştir. Hayvanların beslenme dönemine tanık olmuştur. Tagar kültürü genel olarak kullandıkları bronz veya kemik eşyaların üstüne hayvan kafası çizmekten ibarettir. Yapılan araştırmalara o dönemde Tagarlara ait göre hançer, bıçak, tokalar, iğne, bilezik ve ok gibi eşyalar bulunmuştur. Bazılarının üstünde de hayvan figürleri bulunmaktadır.
Karasuk kültürünün devamı olduğu düşünülen Tagar kültürünün ise Karasuk kültürü ile oldukça benzer olduğu görülmektedir. Karasuk kültürü Orta Asya kültürünün oluşmasında oldukça önem barındırır. Karasukluların birçok mezarında üzeri taşla veya başka cisimlerle kapatıldıktan sonra mezarın etrafı taşlar ile daire biçiminde diziliyordu. İskit geleneğinden geldiği düşünülen düğme, küpe, kemikten iğneler, elbise süsleri ve tutma yerleri hayvan figürleri ile süsülenmiş birkaç eşya da mevcuttur. Deve, at ve sığır gibi hayvanların besin ihtiyacını karşılayan bu halk aynı zamanda koyununun yününden faydalanıp giysi yapmayı da biliyordu. Yenisey bölgesindeki birkaç taşın üstünde ise Rusların kullandığı arabalı çadır resimleri de görülmektedir.
Tagarlıların avcılıkla da uğraştığı bilinmektedir. Yaşam şartlarında ötürü de hayvanlarla çoğu zaman iç içelerdir. Atın evcilleştirilmesinden, şahinin özgürlüğünden, koyunun etinden, sütünden ve giysi olarak kullandığı yününden tutun her şeyi çizime dökmüşlerdir. Bu nedenle birçok hayvanı tanıdığı ve bu hayvanları resmettiği de bilinmektedir. Bir milletin yaptığı sanata bakarak da o millet ile ilgili birçok ayrıntıyı incelemiş oluruz.
Tagarların hayvan figürleri kullanmalarının temel sebepleri kendilerine has oluşturdukları kültür, yaşadıkları coğrafi bölge ve tabii ki de dini inançlardır. O zamanlar Şaman inancını benimseyen Tagarlılar, dinleri gereği birçok hayvanın birçok anlamı simgelediği bilinmektedir. Bu inanca göre bazı hayvanların belirli bir gücü ve tılsım görevi görüldüğü söylenmektedir. Tagarlılar bu hayvanı genellikle süsleme sanatında kullanmışlardır. En çok tercih ettikleri hayvan tek ve çift başlı kartaldır. Kartal burada kuvvet ve güç sembolüdür. Bu hayvanın kötülüklerden kullanıldığı düşünülerek mezar başlarında da kullanılmıştır.
Bir Toplumun Yaşayacağı Yeri Seçmesinde O Toplumun Hangi Özellikleri Belirleyici Olur? Neden?
Yazı bulunmadan önce Türkler konargöçermiş. Konargöçerler hayvancılık yaparlarmış. Çünkü aynı yerde uzun süre kalmadıklarından tarım gibi uzun süreli ve uğraş gerektiren işler yapamazlarmış. Bu yüzden eski Türklere hayvancılıkla geçiniyorlar diyebiliriz. Bunu aklımızda tutalım. Bir toplumun yer seçmesi için neler önemlidir
Ulaşım: İnsanlar için ticaret ve genel olarak yaşamın devamı için ulaşım çok önemlidir. Bu yüzden ulaşım açısından seçenekleri olan yerlere taşınmak tercih edilir. Bu ulaşım seçeneklerinin toplumun şartlarına da uygun olması gerekir tabii ki.
Teknoloji: Teknoloji özellikle günümüzde çok önemli ve bir sürü kişi kendini teknoloji kullanmadan göremiyor. Bu yüzden toplumlar yaşayacağı yeri seçerken teknolojik açıdan gelişmiş olmasına oldukça önem verir.
Ekonomi yöntemleri: Her toplumun bir şekilde geçinmesi gerekir ve her toplum farklı şekilde geçininir. Toplumlar yaşayacağı yeri seçerken ekonomik olasılıklar sunan veya onlara yeni ekonomik olasılıklar sunabilecek yerleri seçerler. Bu ekonomik olasılıkların da topluluğun şartlarına uyması gerekiyor tabi ki.
Din inançları ve büyü: Her toplumun ortak bir dini olmasa da olan toplumlar genelde kendi dinlerini uygulayan toplululuklara karışmak ya da kendi dinlerinin uygulandığı yerlere yerleşmek isterler. Aynı zaman da büyücülük de kabileler arası bir inançtır. Büyücü bir topluluk kendilerini isteyen bir topluluğun içinde olmak isterler. Özellikle büyücülük veya belli dinler gibi daha seyrek ölçüde tercih edilen inançları işleyen toplulukların onlara benzer inançlar taşıyan topluluklara yakın olmaları şarttır.
Gelenek ve Görenek: Her toplumun kendine göre gelenek ve görenekleri vardır. Dini benzerlik bu noktada devreye girebilir. Dindeki benzer gelenekler uygulanırsa topluluk dışlanmaz ve geleneklerini devam ettirebilir. Gelenek ve göreneğe bağlılık toplumdan topluma değişebilir. Bazı topluluklar geleneklerini korumak konusunda diğerleri kadar pimpirikli olmayabilir.
Tabi ki başka bir sürü etken vardır ve bunlar toplulukları yaşama alanı seçerken etkiler. Ancak genel olarak her topluluğun istediği şey anlaşılmak, kabul görmek ve geçinebilmektir.
Türklerin Yaşadığı Yerlerin Coğrafi Özellikleri İle İlgili Olarak Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 102’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Verilen metine göre yaşanılan yerin dağlık bir bölge olması şarttır. Dağlık bir alan olmasının yanı sıra çevrede otların, çayırlıkların ve çar çöplerin olması gerekmektedir. Bir başka deyişle yaşanılan coğrafyanın doğa ile iç içe olması en muhtemel olacak durumdur. Tarımın gelişmesi için su alanlarının bol olması yaşanılan coğrafyanın muntazam koşuludur. Su kaynaklarına pınarlar, kaynaklar ve benzeri örnek verilebilmektedir. Tarım alanlarındaki mahsüllerin dirliklerini korumaları adına yaşanılan coğrafyanın etkin kar yağışı alma olasılığı oldukça yüksek bir ihtimal olmaktadır.
Konar-Göçer Türkler Hayvancılığın Dışında Başka Hangi Ekonomik Faaliyetlerde Bulunmuş Olabilirler?
(Bu soru sayfa 103’teki metne göre yanıtlanmıştır.)
İkamet ettikleri bölgede yaylama yaptıkları yerlerde hayvancılık faliyetleri gerçekleştirdiklerini çıkarabiliriz. Demirci ustacılarının halkta bulunduğu belirtildiğinden dolayı, demir ustacılığının getirisi olarak demirlerin işlendiğini verilen metinden anlayabiliriz. Yün eğirmelerinden bahsettikleri için; zanaat faliyetlerinden giysi dikme, kilim dikme ve benzeri aktiviteler yapıldığı çıkarımında bulunabilmemiz mümkündür. Yapılan zanaat faliyetleri sonucunda çıkan ürünleri sattıklarını göz önünde bulundurarak ticaret yaptıkları sonucuna ulaşabilmemiz mümkündür. Hayvancılık, ticaret, demir işleme gibi faliyetlerde bulunduklarından dolayı hüküm sürdükleri bölgede düzenli bir hayat akışının gittiği sonucuna varabilmemiz kesin olmamakla beraber mümkündür.
Türklerin Askerlik Alanında İleri Gitmelerinin Nedenleri Neler Olabilir?
Türkler konar göçer bir topluluktu. Konargöçerler tarımla uğraşamazdı. Çünkü çok göç ettikleri için yetiştirdikleri ürünleri ekmek ve biçmek için yeterli zamanları yoktu. Zamanında zaten iki ana geçim kaynağı vardı: Tarımcılık ve Hayvancılık. Konargöçerler hayvancılık yapardı. Hayvanların her sezon farklı bir şeye ihtiyacı olurdu ve insanlar da farklı yerlere göç ettiği için bu ihtiyaçları karşılayabiliyorlardı. Şimdi konargöçerlerin niye hayvancılık yaptığını anladık, peki bunun askerlikle ne alakası vardı? Hayvancılık yapan konargöçerler hayvanlarını en iyi şekilde beslemek ve sürebilmeleri için yeni verimli otlaklar ve su kaynakları bulmak zorundaydı. Bu otlakları başka kavimler gelmeden koruma altına almalılardı.
Bunun için erken gidip yolda kendilerini savunmalılardı. Yoldaşlarına ve hayvanlarına bir şey olmaması da onların sorumluluğuydu. Sürüleri amacına uygun bir şekilde idare ve sevk etmek onlar için hayati bir önem taşıyordu. Çünkü bütün geçimlerini buradan sağlıyorlardı. Bu konuda çok titiz olmak zorundaydılar. Her yıl verimli bir otlak bulmalılardı yoksa aç kalırlardı. En küçük bir hatanın veya ihmalin bozkırda başlarına ne kadar büyük bir felakete yol açabileceğinin bilincindeydiler. Bu yüzden Türkler otlaklarını korumak zorunda kalmışlardı. Bu onların askeri alanda kendilerini geliştirmeye çaba göstermelerine ve tabi ki bu alanda gelişmelerine neden oldu.
Yanda Türk Kara Kuvvetlerinin Birlik Sembolünü Görüyorsunuz. Bu Sembolün Üzerindeki Yazılı ve Görsel Ögelerden Yararlanarak Ordumuz Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 104’teki görsele göre yanıtlanmıştır.)
Hayatlarını göçebe bir şekilde devam ettiren Türkler, sürülerini mümkün olduğunca en iyi şekilde besleme amaçlarıyla ve verimli mağara ve su kaynakları bulmak zorunda kalmışlardır. Diğer kabilelerden önce olaraktan yerleri bulmaları ve buldukları yerleri koruyup kollayarak geliş amaçlarına ve hayat amaçlarına uygun bir biçimde yönetmeleri Türkler için oldukça önem teşkil ediyordu. Çünkü bozkırlar en ufak bir ihmal veya hatanın bile büyük felaketlere yol açabileceği yerlerdi. Bu sebeplerden dolayı Türkler savaşçı olmayı seçim olarak değil, zorunluluk olarak gördüler.
Numaralarla Gösterilen Silahların ve At Koşum Takımlarının Adlarını Yandaki Noktalı Yerlere Yazınız. Bu Eşyalar Hakkında Kısaca bilgi Veriniz.
(Bu soru sayfa 105’teki görsele göre yanıtlanmıştır.)
Ateşlenmek üzere tasarlanmış, sivri uçlu, ince, düz bir çubuktan oluşan bir silahlardır.
- Kiriş
- Yay
- Gem
- Dizgin
- Üzengi
- Nal
- Ok ucu
- Temren
- Ok
- Sadak
- Eğer
- Kılıç
Yukarıdaki Değerlendirmelere Göre Türk Ordusunun Güçlü Yönleri Nelerdir?
(Bu soru sayfa 106’daki metne göre yanıtlanmıştır.)
Türk ordusu askerlerde bulunması gereken temel özelliklerin hepsine fazlasıyla sahipti. Bu özellikler; disiplin, emre itaat, hızlı karar verme ve hedefi vurma idi. Türkler bu özelliklere kavuşmaları için çocuklarını küçük yaştan itibaren asker gibi yetiştirirdi. Türk çocukları küçük yaşlardan itibaren koçların sırtına biner; tarla faresi, gelincik, tavşan vb. canlı hedeflere ok atmayı öğrenirdi. İlerleyen yıllarda, askerî eğitim amaçlı bu oyunlar at üzerinde devam ederdi.
Türk ordusunun savaş taktikleri ise çoğunlukla süratle hareket eden süvariler üzerine kuruludur. Süvariler savaş öncesinde düşman bölgelerine yıldırma ve yıpratma amaçlı akınlar yapmışlardır. Uzaktan savaş taktiğine dayanan akınlarda yalnızca ok atışları yapmışlardır. Ayrıca süvarilerin yeri göğü inleten korkutucu çığlıklarıyla karşı tarafın moralini çökertmeye çalışmışlardır.
Türk atlıları savaş başlayıp da düşmanla karşı karşıya geldiklerinde kılıç, gürz, mızrak gibi yakın dövüş silahları kullanırlardı. Ordunun başındaki komutanın geri çekilme emri vermesinin nedeni yakın dövüşte kazanamayacaklarını anlamasıydı. Aslında bunun sahte bir geri çekilme olmasına karşın, karşı taraf Türkleri gerçek bir bozguna uğrattıklarını sanmaktadırlar. Bu nedenle Türkleri takibe koyulurlar. Sahte geri çekilme sırasında Türk süvarileri at üzerinde geriye dönüp ok fırlatmaya devam ederken aynı anda sağa ve sola doğru hızla açılarak hilal şeklini alırlardı ve düşmanı bozguna uğratırlardı.
Çinlilerin dediğine göre, Türkler kendilerine uygun gelirse şiddetle saldırırlar. Tehlikede olduklarını sezerlerse rüzgâr gibi kaçarlar, şimşek gibi kaybolurlar. Sonuca varacak olursak, Türkleri bu denli güçlü kılan özellikleri, taktiksel zekaları, atlıları ve okçularıydı.
Atatürk’ün Sözünden Hareketle Asya Hun Devleti Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
“Teoman’ın oğlu Türk İmparatoru Mete de meşhurdur. O, doğuda Kadırgan Dağları’ndan batıda Hazar Denizi’ne kadar, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Himalaya eteklerine kadar geniş hudutlar içinde Büyük Türk İmparatorluğu’nu teşkil etmiş yüksek bir Türk hakanıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün Asya Hun Devleti’nin kurucusu olan Teoman’ın oğlu Mete Han ile ilgili ve Asya Hun Devletiyle ilgili söylediklerinden Mete Han’ın Asya Hun Devleti’nin sınırlarını doğuda Kadırgan Dağları’na, batıda Hazar Denizi’ne, kuzeyde Sibirya’dan ve güneyde Himalaya eteklerine kadar genişlettiğini anlayabiliriz. Bunun yanında Asya Hun Devleti’nin o zamanlarda parlak dönemlerini yaşadığını, güçlü bir durumda olduğunu ve neredeyse rakip tanımadığı çıkarımlarını yapabiliriz. Devletin parlak dönemlerdeyken savaşlarda yüksek oranda galip geldikleri için Asya Hun Devleti’nin bahsedilen dönemde oldukça büyük bir yüz ölçümüne sahip olduğunu da görebiliriz. Bu ve bunun gibi örneklerde de gördüğümüz gibi Mete Han’ın başarılı bir önder olduğunu çıkartabiliriz.
Mustafa Kemal Atatürk de Mete Han’ın Büyük Türk İmparatorluğunu teşkil etmesi sebebiyle onun büyük bir önder olduğunu belirtmiştir. Bunların yanında Atatürk’ün sözlerinden Asya Hun Devleti hakkında daha ayrıntılı çıkarımlar yapmak gerekirse, Mete Han’ın ordu ve devlet yönetimindeki başarıları sebebiyle devletin güneyinde bulunan Çin’e, doğusunda bulunan Tunguzlar’a ve güneybatısında bulunan Yüe-Çiler’e karşı savaşlarda galip gelmiş ve büyük başarılar göstermiştir. Bunun sonucunda Asya Hun Devleti’ni büyük sınırlara ulaştırmıştır. Mete Han Asya Hun Devleti’nin başına babası Teoman’ın MÖ 220-209 arası süren hükümdarlığından sonra MÖ 209 yılında geçmişti. Tahtın başına geçtiği devletin etrafında bulunan devletlerden olan Tunguzlar, Asya Hun Devleti’ndeki taht değişiklinden faydalanmaya çalışma düşüncesiyle Mete Han’dan toprak istemişlerdir. Ancak Mete Han onları bu istekte bulunduklarına pişman ederek onları mağlup etmiştir.
Böylelikle Mete Han’ın komşu devletlere karşı elde ettiği başarılar başlamıştır. Mete Han’ın Tunguzlar’ı Hun devletindeki taht değişikliğinden faydalanmak isteyip toprak istemeleri sonucu mağlup ettikten sonra İpek Yolu ticaretini engelleyen Yüe-çiler’i durdurmak için bir sefer yaparak İpek Yolu’nun güvenliğini sağlamıştır. Bundan sonra kuzeye yönelmiştir. Hunlarla akrabalığı bulunan Tölesleri ve Kırgızları egemenliği altına almıştır. Bu şekilde Türk kökenli ve Türkçe konuşan insanları Hun devleti çatısı altında toplamıştır. Mete Han’ın bu başarıları çin yıllıklarında Hunların bütün soylu kişilerinin Mete’nin hakimiyetini tanıdığından ve onu en büyük şanyü olarak yücelttiklerinden bahsediliyor. Yaşanan bu olaylardan Atatürk’ün bahsettiği gibi Mete Han’ın çok yüksek ve güçlü bir Türk Hakan’ı olduğunu çıkarabiliriz.
Asya Hun Devleti’nin Siyasi Yapısı İle Hunların Devlet Anlayışı Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 109’daki metne göre yanıtlanmıştır.)
Mete’nin mektubundan yola çıkarak Asya Hun Devleti’nin askeri açıdan oldukça güçlü, kuvvetli, dayanıklı, pes etmeyen ve disiplinli olduğu yargısını çıkarabilirim. Askeri açının yanında Asya Hun Devleti’nin siyasi yapı olarak savaşlarda kazandıkları bölgelerdeki, krallıklardaki insanları Hun yapmak istemelerinden herkesi tek bir millette birleştirmek istedikleri çıkarımını yapabiliriz. Bunun yanında Yüe-çileri mağlup ettiklerinden sonra bölgedeki halkı hun yapmak istemelerinden milliyetçi olduklarını, bu şekilde bütün kuzey ülkesinde barışı sağlamak istemelerinden de kendi hayatlarını kurtarmak için savaştıktan ve savaş çıkmasını gerektirecek bir neden olmadıktan sonra kazandığı bölgedeki halka barışçıl davrandıklarını barışçıl bir şekilde yaşadıklarından Hunların barışçıl ama yeri geldiğinde askeri açıdan çok saldırgan bir devlet anlayışı olduğunu çıkartabiliriz.
Mete Han’ın mektubunda bahsedilene göre Mete Han savaş bittikten sonra Asya Hun Devleti olarak barış içinde yaşamak istediklerini, savaştan çıktıktan sonra orduyu ve atları dinlendirmek istediğini ve geçmişte olan olayları unutup eski antlaşmalarını tekrar yürürlüğe koymaktan ve savaş sonrası barış ortamını sağlamak istediğinden bahsetmiştir. Bunun yanında artık Asya Hun Devleti’nin sınırlarındaki halkın nesilden nesile barış içinde yaşaması istemektedir. Çünkü savaştan sonra antlaşma kurallarının ihlal edilmesiyle yeni bir savaş çıkmasını ve saha yeni sağlanmaya çalışılan barış ortamının tekrar yıkılmasının önüne geçmek istediği çıkartılabilir. Ayrıca burada Mete Han savaştan sonra zayıflık göstermeyerek savaş sonrası belirlenen koşullar yerine getirilmezse yeniden bir savaş durumuna girilebileceğini devletin güvenliğini sağlamak için belirtmiştir.
Ayrıca Mete Han sınırın çok yakınında bulunan ya da yaşayan Çin halkının ve subaylarının sınırdan biraz daha uzak bir kısımda bulunmalarını, oraya yerleşmelerini gerektiğini ve eğer bu koşula uymazlarsa Hun askerlerinin Çin savunma duvarlarına yanaşacaklarını ifade etmiştir. Bu olaydan iki devlet arasındaki anlaşmazlık riskinin ortadan kalkması için Mete Han’ın bu tür kararlar verdiği ve savaş daha yeni bitmişken ve savaşın etkisi daha geçmeden ve savaşın etkileri halen devam ederken, Asya Hun Devleti halkının güvenliği daha tamamen sağlanamamışken yani iki devlet arasındaki barış tamamen gerçekleşmeden yeni bir savaş veya anlaşmazlık vb. bir şeyin çıkmasını önlemek istediğini çıkarabiliriz. Kısacası ben Mete’nin mektubundan Mete’nin savaş sonrası barış ortamı yaratılması istediğine, iki halkın da rahatlaması ve savaş durumundan çıkması için bazı koşulların sağlanması gerektirdiğine, aksi taktirde daha yeni biten ve halen etkisi devam eden savaşın ateşinin yeniden tutuşabileceği yargılarını Mete’nin mektubundan çıkarmış bulundum.
Kök Türklerle İlgili Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 110’daki metne göre yanıtlanmıştır.)
Üç yüz yetmiş altı yılında kurulan Asya Hun Devleti, günümüzden çok önce varlığını sürdürmüş bir devlettir. Bu sebepten ötürü de Asya Hun Devleti’nin siyasi yapısı ve devlet anlayışının günümüzden farklı olduğunu söyleyebiliriz. Devletin tek bir yöneticisinin olması, ülkenin monarşi ile yönetildiğini bize kanıtlamaktadır. Bunu da metinde Mete Han’ın Devlet hazinesi ve halktan bahsederken kendisine ait olduğunu belirten “Artık silahlarımı bırakıp askerlerimi dinlendirmek ve atlarımı otlağa çıkarmak arzusundayım.” ifadesinden anlayabiliriz.
Ayrıca Mete Han’ın anlaşmalar hakkındaki söylemleri ve planlarına bakılacak olursa da danıştığı bir halk veya halkın iradesinin ülke için alınacak siyasi kararlarda fazla söz hakkının veya söz hakkının olmadığı çıkarılabilir. Bu durum “Geçmişte olan olayları unutmak, eski antlaşmalarımızı tekrar yürürlüğe koymak istiyorum” ifadesine dikkat ederek söylenebilir. Mete Han’ın mektuba başladığı “Tanrı’nın yardımı ve iyiliği, subaylarımızın ve askerlerimizin mükemmelliği ve dayanıklı atlarımızın üstün gücü ile düşmanlarımıza baş eğdirdik.” cümlesi; bize ülkede dinin ve tanrının önemli bir güç olduğu çıkarabilir. Böylece monarşik yönetimin yanında teokratik yönetiminde uyguladığını gösterir. Cümlenin kalanında ise askerlerin ve atların kuvvetinden bahsedilmesi bize ülkede askeri ve fiziksel güce önem verildiğini gösterir. Metnin geneline bakılırsa da ülkede manevi değerler, aile değerleri ve ahlaki değerlere önem verildiği görülmektedir. Devletin çok uluslu, kozmopolit bir yapısı bulunmaktadır. Devletin büyük bir alan hakimiyeti olduğu 26 krallığı topraklarına katmasından anlaşılmaktadır.
“Yirmi altı krallığı 26 krallığı egemenliğimiz altına aldık ve düzene kavuşturduk.” ifadesinden de ülkenin farklı krallıkları topraklarına katıp yönetimine alması ülkenin çok uluslu olduğunun kanıtı olmaktadır. “Yay çekebilen ve kullanabilen bütün kavimler bir tek aile hâlinde birleştiler. Şimdi bütün kuzey ülkesi barış içinde.” ifadesine bakıldığında da bütün kuzey barış içinde kelimelerine bakarak devletin güney kısmının da olabileceği ve bu savaşın öncesinde barış ortamının hakim olmadığı çıkarımı yapılabilir. Yazıdaki son paragrafta kullanılan subay kelimesi göz önüne alınırsa da devlette belirli oturulmuş bir askeri sistem olduğu görülmektedir. Kısaca daha spesifik bir yorum yapılırsa otokratik ve tanrısal gücün hakim olduğu, askeri sistemin ve başarıların değerli olduğu, ahlaki değerlere, manevi değerlere önem veren çok uluslu bir siyasi yapı ve devlet anlayışı olduğu söylenebilir.
Sizce Kürşad Ayaklanması’nın Kök Türkler Üzerindeki Etkileri Neler Olmuştur?
(Bu soru sayfa 111’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Gök Türklerin bağımsızlık ve hiçbir şekilde esaret altında kalmamak için yapmış oldukları Kürşad İhtilali, bağımsızlığa olan düşkünlüklerinin önemli göstergelerindendir. Metnin ilk cümlesine bakıldığında “Çin İmparatoru Li-Şi-Min’i esir edip Türk illerine kaçıracak, sonra da Çin sarayında esir bulunan Türkileri gelenleri ve Çin boyunduruğundaki Türk toprakları ile değiştirecektik.” ifadesi ülkede birlik ve beraberlik ruhunun fazlasıyla olduğu, savaşçı ve topraklarını geri almak isteyen bir Gök Türk Devleti görülmektedir. Ancak Kürşad İhtilali’nin planlandığı ve beklenildiği gibi gerçekleşmemesi sorunlara, karışıklara ve kayıplara sebep olmuştur.
“Çinlilerin amansız takibi, korkunç bir vuruşma hâlini aldı. Bir an için çevreme bakma fırsatı bulduğumda vücudumda düşman silahı değmemiş yer kalmadığını gördüm.” cümleleri de Kürşad İhtilali’nin sanıldığından daha fazla uzadığını göstermektedir. ”Ancak bu işi yapacağımız gece, aksi bir tesadüfle büyük bir fırtına patlak verdi. İmparator sarayından çıkmadı. Ben, gecikirsek planımızın duyulmasından ve Türklerin kılıçtan geçirilmesinden korktum.” ifadeleriyse doğal koşuların ve şanssızlıkların ihtilalin planlandığı gibi gitmemesine sebep olduğu görülmektedir.
Ayrıca Kürşad İhtilali’ni yapan birliğin hem sayı hem de askeri olarak başarılı olamayacağı “O gece ben ve 39 arkadaşım Çin imparatorluk sarayını bastık. Yüzlerce Çinli muhafız, keskin nişancılığımız ve vuruş maharetimiz karşısında can verdi. Ancak Çin İmparatoru’nun hassa kuvvetleri, yerden mantar bitercesine çoğalıyor, bir ölü muhafızın yerini on kişi alıyordu. Öyle bir an geldi ki İmparator’un ele geçirilmesine imkân olmadığını anladım.” cümlelerindeki; sadece 39 asker olarak gitmeleri ve ölen Çin askerlerinin 1 tanesinin yerini adeta 10 tanesinin doldurması, yetersiz ön hazırlık ve yetersiz askere sahip olunduğunu gösterir. İhtilaldeki tüm bu olaylar ve başarısızlığa sebep veren etmenler, Doğu ve Batı Gök Türklerinin neredeyse ayrışmasına sebep olmuştur. Ayrıca Kürşad İhtilali sonucundaki Türklerin hezimeti Çinlilerin ilerlemesine fırsat sağlayıp Gök Türklerin Çin’in esareti altına girmesine yol açmıştır. Böylece de Gök Türklerin Çin altında kaldığı esaret, 2. Gök Türklerin kurulmasına sebep olmuştur.
Manihaizm Dinini Kabul Etmeleri Uygurların Yukarıdaki Metinde Anlatılan Hayat Tarzında Hangi Özellikleri Ortaya Çıkarmış Olabilir? Neden?
(Bu soru sayfa 113’teki metne göre yanıtlanmıştır.)
Maniheizm temelinde iyi-kötü, aydınlık-karanlık gibi zıt olguların yer alan balta bir felsefi düşünce yapısı olarak doğup sonrasında bir din haline gelmiş inanıştır. Komşuları ve savaşlardaki sosyal etkileşimler öncesinde diğer Uygur Devleti’nin dini de kendinden önceki diğer eski Türk Devletleri ile aynı idi (Gök Tanrı İnancı). Ancak çeşitli sosyal etkileşimlerle beraber Uygur Devleti Gök Tanrı inancını yitirmiş ve Maniheizm dinine geçiş yapmışlardır. Metindeki “Yüksek tekerlekli arabaları vardı. Göçlerde ve harplerde bu arabalarına çok güveniyorlardı.” cümlesi ve “konar-göçer” ifadesine bakılacak olursa kendinden önceki eski Türk Devletleri gibi Uygurların da yerleşik olmayan bir yaşam sürdüğü, yerleşmiş oldukları belirli bir yer olmadığı görülmektedir. “Ata binmede ve ok atmadaki maharetleri fevkalade idi. Hayatlarını çoğu zaman, akın yapmakla devam ettirirlerdi. Çünkü toprakları çok verimsizdi.” cümlelerine bakıldığındaysa halkın ve devletin geçim kaynağının hayvancılık olduğu tarımsal açıdan çorak toprakları olmasının tarımdan verim almamasını sağladığını göstermektedir.
Bunun yanında konar-göçer bir toplum olması da tarım yapmasını zorlaştırmaktadır. Çünkü sürekli bölge değiştirildiğinden belirli bir toprakları ekip biçip hasat edebilmeye yetecek zamanları olmadığı düşünülebilir. Metnin son cümlesi olan “Selenga, Orhun ve Tola Nehirlerinin kıyılarında oturan bu oymakların atları çok azdı fakat koyun ve sığırları pek çoktu.” ifadesine bakıldığında, sığırların çok olmasından büyükbaş hayvancılığın ön planda olup halkın hayvancılık faaliyetleri fazla olduğundan ötürü et tüketiminin fazla olduğu söylenebilir. Ancak Uygurlar Maniheizm dinine geçtikten sonra bu özelliklerin çoğunu yitirmiştir. Örneğin göçtükleri yerlere sahip olmak için savaşan savaşçı özellikleri olan Uygular, bu özelliklerini yitirmişlerdir. Konar-göçer yaşamlarını bırakıp yerleşik yaşama geçmişlerdir.
Bunun yanında devletin eskiden çorak ve elverişsiz toprakları ve konar- göçer yaşamı sebebi ile yapamadığı tarım yerleşik hayata geçilmesiyle önem kazanıp halkın önemli geçim kaynaklarından biri haline gelmiştir. Maniheizm dininde hayvansal ürünlerin tüketilmemesi de hayvancılık faaliyetlerinin azalarak tarımsal faaliyetlerin artmasına sebep olmuştur. Tarımsal faaliyetlerin artması da bir yandan yerleşik yaşama geçişi hızlandırırken diğer yandan atalarının ve alıştıklarından farklı bir perhize geçildiğinden Uygur Türkleri fiziksel olarak da zayıflamıştır. Yemek alışkanlıklarının değişmesi de devletin askeri başarılını olumsuz etkilemiştir. Maniheizm dininde kan dökmenin de yasak olması devleti savaşlardan ve toprak fetihlerinden alıkoymuştur. Uygur Türklerinin savaşçılık özelliklerinin körelmesine hatta kaybetmesine sebep açmıştır. Özet olarak Uygur Türklerinin Maniheizm dinine geçişi hem örf adetleri, yemek alışkanlıklarını, ülkenin siyası ve askeri gücünü, ekonomiyi ve ekonomik gelir kaynaklarını, sosyal yaşamın ve yaşam tarzının değişimine sebep olmuştur.
Uygurların Günümüzdeki Durumu Hakkında Neler Biliyorsunuz?
Uygurların, Uygur Devletlerinin yıkım sürecinde Çin’le hiç iyi anlaşamadıklarını ve kendi bağımsızlıkları için savaşmalarının yeterli olmadığını biliyorum. Benim bildiğim kadarıyla Uygur Türklerinin soyu hala devam ediyor. Ancak Çin Devleti’nin adının altında yaşıyorlar. Dünyanın çok acımasız bir yer olduğunu anlamak için zekaya ihtiyacımız yok. Daha bu sene Uygurlu Müslümanların Çinliler tarafından nasıl işkence gördüğünü ve baş örtülerini çıkarmalarına zorlandıkları vb. gibi din özgürlüğüne karşı geldiklerini söyleyen bir sürü makale okudum. Dinlerinin yasakladığı yiyeceklerin zorla tükettirilmeye çalışıldığını da duymuştum (domuz, içki). Yaklaşık 1 milyon müslüman Uygur Türkünün kendi iradelerinin dışında kamplarda tutulduğunu duymuştum.
Bu kamplarda açlık, pislik içinde yaşadıklarının ve gitmelerine izin olmadan zorla tutulduklarını duydum. Türkiye Müslüman ülkesi olduğu için bize standart Müslümanlık gibi geliyor ancak başka ülkelerde hala Müslümanlara ayrımcılık yapılıyor. Bu ayrımcılığa dikkat çekmek sadece Müslümanların değil, insanlığın görevidir. Bu dünyada hepimiz birlikte yaşıyoruz ve hepimiz birbirimize sahip çıkmalıyız. Onlara sempati duymak için Müslüman olmamız veya kanımız olmaları gerekmiyor. Bu Uygur Türkler’inin çektiği acılar hiç adil değil. Hiç kimse inandığı şey yüzünden bir ceza çekmemeli.
Bu noktada bizim, benim elimden ne gelir bilmiyorum. Ancak yapabileceğim bir şey varsa o da bu olayın üzerinin kapanmasını engellemektir. Bir kaç ay önce Çin’in üzerine bir makale yazarken hep bu olayları düşündüm. Bazen böyle olaylarda iş ve duyguları ayırmak zor olabiliyor. Benim cinsime, benim kanımdan gelen insanlara ağıza alınamayacak şeyler yaparken ben onlar hakkında bilgiler araştırırken, övülmelerine katlanmak zorundaydım. Maalesef bazen olaylara objektif bir açıdan bakmak zorundayız ve bu da öyle bir durumdu. Övülmeleri gereken yerlerde çekinmedim, övdüm. Amacım hiçbir zaman övündürülecek bir yer olduğunu söylemek ya da böyle olduğunu düşündürücek ifadeler kullanmak değildi. Böyle olayların üstünün bu kadar iyi kapatılabilmesi çok ilginç gerçekten. Ama onları övdüğüm bir yön de zaten stratejik hareketlerde bulunmayı bilmeleri idi. Kendi ülkelerini korumayı ve kollamayı çok iyi bilen bir ülkeler.
Yukarıdaki Sözden Hareketle İlk Türk Devletlerinin Yapısı Hakkında Neler Söylenebilir?
“Ben Türk Bilge Kağan, tanrı istediği için kağanlık tahtına oturdum.”
Dine bağlı olduklarını gördüm. Bu dinin müslümanlık olmadığını “tanrı” dedikleri için tahmin ediyorum. Tanrıları için bir sürü şeye katlanmaya ya da bir sürü şeyden vazgeçmeye hazır olduklarını görebiliyorum. Böyle bir inanca sahip olmak insan için iyidir. Kendini güvende hisseder. Ancak bu güveni kötüye kullanmamalıdır. Kadere inandıklarını görüyorum. Her olayın bir nedeni olduğunu ve bu nedeni de tanrıların yarattığını düşündüklerini görebiliyorum. Tanrılarına bu bağımlılık kötüye de kullanılabilir maalesef. Tahmin ediyorum bu yüzden kesin bir şey diyemeyeceğim. Ancak eğer bir kişinin bütün davranışları için arkasına sığınacağı bir gücü varsa bu o kişiyi bir sürü ahlaksız davranışa itebilir. Mesela birini öldürüp “tanrım istedi” şeklinde düşünen biri çok tehlikeli olabilir. bu alıntıda konuşan kişi de buna benzer bi davranış göstermiştir.
Dinlerin hepsinin ortak amacı insanın bir diğerini sevmesi ve saymasıdır. Hayatının bir amacını olduğunu bilmesi ve bu amaçtan sorgulanacağını da kavramasıdır. Aslında din insanın iyi bir birey olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Ancak bunun tam tersi görülmektedir. İnsanlar davranışlarını tanrılarına sığınarak savunmaya ve bahaneler bulmaya başlamıştır. Oysa dinin bütün amacı insanın yaptıklarının bedelini ödeyeceği bilincinde olmasını sağlamaktır. Bu yüzden din doğru anlaşılmazsa gerçekten tehlikeli olabilir.
Aynı zamanda kötü olayları hep insanların suçu olarak gösteriyor. Başlarına gelen iyi olayların hepsinin sebebinin tanrıları veya tanrılarına olan inançlarına bağlıyorlar. Hasta bir akrabaları ameliyata girip kurtarılamazsa doktorun suçu oluyor. Ancak kurtulursa kurtulmasını tanrı sağlamış, “tanrıma şükür” oluyor. Bütün işi yapan doktorlar ise hiç tebrik almıyorlar. Sözde aynı zamanda Bilge Kağan tahta oturmasını sağlayan gücün Tanrı olduğunu söylüyor. Kendini cinsinden yukarı taşıyıp kendisinin Tanrının bir yansıması olduğunu söylüyor. İnsanların tanrı korkusunu kullanarak sözünü geçirmeye çalışıyor olabilir. İnsanlar korku yüzünden Bilge Kağan’ın dediği şeylere katılmasalar da boyun eğmekten başka şansları kalmıyor. İlk Türkler kağanlara bu tür üstünlüklerin Gök Tengri tarafından verildiğine inanıyorlarmış. Bu yönetme yetkisine de kut denirmiş.
Asya Merkezli Türk Devletlerinde Meşruiyetin Gök Tengri’ye Dayandırılmasının Nedenleri Neler Olabilir?
(Bu soru sayfa 114’teki metne göre yanıtlanmıştır.)
Asya Türk devletlerinde meşruiyetin Gök Tengri’ye dayandırılmasının nedeni insanların inanma isteğidir. İnsanlar bu dünyada varoluşlarını keşfettiklerinden beri bir hayat amacı aramışlardır. Din de insanlara bu amaç olmuştur. Din insanlara umut ve sorumluluk vermiştir. Kendilerinden büyük, yüce ve onları koruma gücü olan bir varlık olması ve bu varlığa sığınabileceklerini bilmek yüz yıllardır insanları güvende hissetirmiş, huzur vermiştir. Bu yeni gelen umut sabote edilmiştir. Kişiler kendilerinin tanrıyla temasta olduğu gibi ifadeler kullanarak kendi türleri içinde üstünlük kazanmak istemiştir. Bu üstünlükle sözlerini dinletmiş, onların üstüymüş gibi belli başlı kurallar koymuşlardır. Tanrı hakkında fazla bilgisi olmayan insanlar ise tanrı korkuları yüzünden bu kişilere karşı çıkamamıştır. Çünkü insanlar dine “ya öyleyse” mantığı koyup insanların tanrıya olan güvenleri ve korkularını kötüye kullanıp insanları söylenen her şeye inanmaya zorlamışlardır. Bu korku insanların düşünme ve sorguluma becerisini köreltmiştir. İnsanlar tanrılarının gözünde bir yanlış yapmamak için önlerine gelene inanmışlardır.
Bunun hala böyle olduğu da söylenebilir bence. Ama çok hassas bir konu olduğu için girmek istemiyorum. Zamanında insanların hükümdarlarına sonsuz yücelik, genişlik ve ululuk anlamlarına gelen “şanyü” veya “tanhu” unvanlarını kullanmaları da buna kanıt olarak gösterilebilir. Bir insanın bir diğerinden bir üstünlüğü olmadığı bariz ortadadır. Bu nedenle bir insanın bu tapılmak ve o üstünlük duygusunu yaşamak için aşmayacağı sınır yoktur. Bunun zeki ve stratejik bir hareket olduğunu da inkar edemem.
Bir insanın, özellikle bir topluluğun zayıf yönününü veya yönlerini bulup onları bunlardan vurmak kurnazlık ve kötü zeka gerektirir. Bir kişinin bile bu olayı sorgulamaya başlamasına kadar sürebilir bu. Bu kişi tarihte her zaman vardır. Genelde her zaman yaralanan bu kişi olur. Bu tür kişilerin tarihte çağlar açtığı ve büyük devrimlere yol açtığı da doğrudur. Bu ölmeye veya çok sevdiğin bir şeye el konulmasına değer mi, bilinmez ve tartışılabilir. Bence çok üzücü olsa da hayat böyle bir gelişime adanmaya değerdir. Ama tabi ki bu kişiden kişiye değişir.
Türk Toplumunda Kadının Yeri ve Önemi İle İlgili Olarak Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
(Bu soru sayfa 115’teki metne göre yanıtlanmıştır.)
Türk kadının toplumda yeri çok büyük ve önemlidir. Bunda dünya nüfusunun hala devam etmesinin nedeni olmaları oldukça önemli bir neden sayılabilir bence. Bunun yanında herhangi bir insanın saygı ve sevgiyi haketmesi için bir nedeni olması gerekmediğini de aklımızda tutalım. Bu dünyada bir çocuğu dünyaya getirebilen tek cinsiyet kadındır. Çocukları yetiştiren besleyen ve geliştiren hormonlar da kadındadır. Oldukça basitleştirilmiş ama aslında bir o kadar karışık ve zahmetli olan çocuk yetiştirme olayını da kadınlar yapmıştır. Bu olayın niye basitleştirildiğine gelirsek, kadınlar asırlardır daha güçsüz ve duygusal bir cinsiyet olarak gösterilmiştir, bu tabiki de yanlıştır.
Bu yüzden kadınlar bir çok erkeğin katlanamayacağı miktarda acı çekseler bile erkekler tarafından aşağılanmamak ve küçük görülmek istemedikleri için bu acıları saklamışlardır. Aslında kadınların içten içe güçleri mucizedir. Sadece doğurması değil geliştirmesi de tarihte kadınlara düşmüştür. Böyle olmalı mıdır? Hayır ancak kadınlar her zaman bebeklerinin ana bilgi ve yaşam kaynağı olmuştur. Kadın ve erkeğin aile hayatı aynı olmalıdır, ancak değildir. Evet eşler karılarını korumalıdır. Ama aynı zamanda kadınlar da eşlerini korumalıdır. Erkeklerin eşlerini koruma vazifesi yoktur. Kadınlar da korunmaya muhtaç değilidir. Kadınlar erkeklerin koruması gereken üç şey ile bir kılıçla kategorize edilemez. Çünkü kadınlar bir obje değildir ve bir erkeğin malı değildir. Kadınlar erkeklere muhtaç değildir. İnsanlar insanlara muhtaçtır. İnsanlar sevgiye muhtaçtır. Kadınların öneminin bir tartışma konusu olması veya kadınların öneminin erkeklerin üzerinden anlatılması ise yanlıştır.
Anne baba çocukların gelişimden eşit derecede sorumlu olmalıdır. Ancak bunun böyle olmadığını iki gözü olan herhangi bir birey görebilir. Özellikle Türkiye’de babanın çocuğun hayatında hiçbir rolu yokmuş gibi gösterilmesi çok zararlıdır. Çünkü çocukların iki ebeveynlerine de ihtiyacı vardır. Bu yüzden güçsüz ve kendini bir erkeğin korumasına muhtaç hisseden kız çocukları ve duygularını dışarı vuramayan, bu duyguları dışarıya sinir olarak püskürten ve kendini güçlü hissetmesi için bir şeylere sahip olması gereken oğlanlar yetiştirildi.
Bir Devletin Kurulabilmesi ve Gücünü Artırarak Devam Ettirilebilmesi İçin Toplumun İhtiyacı Olan Maddi Varlıklar ve Kaynaklar Nelerdir?
Devlet denen şey bir halk topluluğu olduğundan, devletin var olabilmesi ve kurulabilmesi için öncelikle insanlara ihtiyaç vardır. İnsan topluluğu, devletin ilk unsurudur. İkincisi, devlet kurmak isteyenler bu devleti havada veya denizde kurutamayacakları için karaya ihtiyaç duyarlar. Toprak, devletin ikinci unsurudur. Ama yeryüzünde sahipsiz toprak yoktur. Bütün topraklar tek bir devlete aittir. Bu durumda mevcut bir devlete ait bir toprak parçasını o devletten ayırmak zorundadırlar.Devlet denen şey bir halk topluluğu olduğundan, devletin var olabilmesi ve kurulabilmesi için öncelikle insanlara ihtiyaç vardır. İnsan topluluğu, devletin ilk unsurudur. İkincisi, devlet kurmak isteyenler bu devleti havada veya denizde kurutamayacakları için karaya ihtiyaç duyarlar. Toprak, devletin ikinci unsurudur. Ama yeryüzünde sahipsiz toprak yoktur. Bütün topraklar tek bir devlete aittir. Bu durumda mevcut bir devlete ait bir toprak parçasını o devletten ayırmak zorundadırlar.
Destanda Anlatılanlara Göre Oğuz Kağan’dan Sonra Başa Geçecek Yöneticiler Öncelikle Hangi Özelliğe Sahip Olmalıdır?
(Bu soru sayfa 117’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Oğuz Kağan’ın “Düşmanları ağlattım, dostlarımı güldürdüm. Ben Gök Tanrı’ya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu size veriyorum.” sözünden tahta ondan sonra gelecek kişiden bir sürü beklentisi olduğunu anlayabiliriz. Bu beklentilerin çoğu gerçekten mantıklı beklentilerdir. Oğuz Kağan’ın işine gerçekten önem verdiği ve ondan sonra gelecek yöneticinin de onunla aynı yolda olduğundan emin olmak istediği açık. Bunlardan biri bu kişinin bir nevi acımasız olmasını istemesidir. Sözünde düşmanlarına acımaması gerektiğini açık bir şekilde belirtmiştir. İş ve duygularını ayrımasını bilmesini istediğini belirtmiştir. Aynı zamanda buradan ondan sonra gelecek yöneticinin iki yüzlü olmamasını istediğini de anlayabiliriz. Dostlarını sevip saymasını ve düşmanlarına da tavrını korumasını söylemiştir. İnsanlara yaranmamasını ve duruşunu ve prensiplerini koruması gerektiğini söylemiştir.
Bu zamanımızda gerçekten dikkate alınmayan bir şeydir. Ancak bence bir topluluğun dikkate alınabilmesi için duruşunu korumayı bilmesi ve kararlarından geri adım atmaması gerekmektedir ve bu çok önemlidir. Kendisinin hiçbir pişmanlığı olmadığını ve gönlünün rahat olduğunu belirtmiştir. Her şeyi hakkıyla yapan biri olmasını istediğini belirtmiştir. Kendisinin de zamanında işini hakkıyla yaptığını söylemiştir. Tahta geçecek kişinin de dindar olmasını istediğini söyleyebiliriz. Tanrıları için yaşamasını istemiştir. Din insana sorumluluk ve olgunluk getirebilir. Bu yüzden bu istenen özellik, bakıldığında mantıklıdır. Ama tabi ki birine dini sorumluluklarla ve dinle ilgili zorlama yapmak doğru ve etik değildir. Bu hala günümüzde çok büyütülüyor. Oysa herkes başkasının görüşlerine saygı duymalı. Bir insanın sorumlu ve olgun olması için dindar olması gerekmiyor. Hatta günümüzde dinin yanlış kullanımı ile en olgun ve sorumlu insanlar dinsizler olabiliyor.
Kendi yurdunu önemsediğini anlayabiliyor. Kendinden sonra tahta geçen kişinin de işini onun kadar titiz davranarak ve özenle yapmasını istediğini tahmin edebiliyorum. Oğuz Kağan sorumluluk sahibi birisini istiyor. Kendi hatalarının arkasında duracak ve her zaman elinden gelen her şeyi yapmaya da hazır birini arıyor. Aynı zamanda kararlarına duygu katmamasını da istiyor diyebiliriz. Kararlarını mantıkla alacak ve yurdu için en iyisini yapabilecek birini arıyor.
Atın Türklere Hangi Alanlarda Ne Gibi Üstünlükler ve Yararlar Sağladığı Söylenebilir?
(Bu soru sayfa 118’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Metinde Türklerin atları evcilleştiren ilk ulus olduğunu söylüyor. Daha diğer kısımları okumadan bile bunun ekonomik açıdan büyük bir kazanım getirdiğini tahmin edebiliyorum. Dizelerinden ilk başta atın bir besin kaynağı olduğunu anlayabiliriz. Şu anda atlar yenmese de demek ki insanoğlu bunu bir besin kaynağı alternatifi olarak denemişler. Biraz araştırma yaptım ve atları şu anda yemememizin nedenlerini araştırdım. Kesin bir cevap olmamasına rağmen bir sürü farklı neden sunulmuş. Bunlardan ilki her atın yenmemesidir. Yenilebilen atların özel yetiştirilmesi gerekiyormuş. Aksi taktirde atlarda bulunan bir madde insanlarda kanser yapıyormuş. Çok zahmetli olduğu için tercih edilmiyormuş.
Diğer bir neden ise dinmiş. Müslümanlıkta Hz. Muhammed’in söyleşine göre at, eşek vb. hayvanları veya gıdalarını tüketmek harammış. Tabi ki bu ne kadar doğru bir bilgi bilemiyorum ama buna kalırsa dindeki herhangi bir bilginin güvenirliği yüzde yüz değil. Eskiden Müslüman olmadığımız için tercih edilmiş olabilir. Veya bu dönemde bir sürü alanda kullanılmış oldukları için sayıca çokluktan dolayı böyle bir yola başvurulmuş olabilir. Aynı zamanda ulaşım aracı olan kullanılan bir hayvanın besin olarak tüketilmesi ilginç, belki de atların sayısı oldukça fazlaydı.
Aynı zamanda kurban olarak kullanılmışlardır. Bu kadar fazla yolda kullanılması gerçekten zamanında çok at bulunduğu gösteriyor. Atlar aynı zamanda bir ekonomik kazanç yoluymuş. Çin’e ihracat çokmuş, özellikle savaş atları. Geçimlerini böyle sağlıyorlarmış. Hata geçimlerinin ana kaynaklarından biri denilebilirmiş zamanında. Dünyanın çoğu atları kullandığı için ulaşımda zamanında çok değerlilermiş. Fiyatları da oldukça yüksekmiş. Tabi ki bu geçinme kaynağı zamanla icat edilen ulaşım araçları ile körelmiştir. Atlar öncelikle ulaşım aracı olarak kullanılıyormuş. Zamanında araba vb taşıtlar yok iken bütün ulaşım atlar üzerinden yapılıyormuş. Bu ne kadar doğru bir davranıştır, bilemiyorum. Hayvanların ticaret için kullanılması, veya insanların bir hizmetkarı, oyuncağı olması
Türklerde Uzun Süreli Hapis Cezalarının Verilmemesinin Nedenleri Neler Olabilir?
Türkler göçebe bir hayat tarzı sürerlermiş. Bu hayat tarzında adından da anlaşılacağı gibi sürekli göç etmek zorundalarmış. Bu göçebe yaşamın artıları olduğu gibi eksileri de varmış. Bu göçler sırasında yer değişikliği yapıldığı için hapiste olan bireyleri zapt etmek zor olmuştur. Bu yüzden de Türkler insanları bu göç zamanları gelmeden çıkarıp, işlerini kolaylaştırmak istemişler. Bu davranışın ne kadar etik olduğuna gelirsek, bence hiç doğru bir yaklaşım değildir. Sorunu anlıyorum ve bu durumu kolaylaştırmak için bunun nasıl gerekli olabileceğini de ancak o hapisteki insanlar içinde topluluğa ciddi zarar verecek kişiler bulunabilir ve tahminen de vardır.
Bu durumda kolaylık pahasına bu kişileri dışarı salmak topluluğun güvenliğini ve özgürlüğünü kısıtlamaz mı? Pozitif açıdan bakarsak, o zamanlar bir sürü insan gereksiz nedenlerden dolayı hapse atılırmış. O zamanki hapis koşullarını bilmesem de pek parlak olmadıklarını düşünüyorum. Bunun sayesinde suçlu olmayan ya da en azından topluma zararı olmayan bireyler de çok acı çekmeden (en azından uzun süre) özgürlüklerine kavuşmuş olabilirler. Bunu da değerlendirmeye aldığımızda hala değer mi, bilemiyorum. Sonuçta topluma ciddi zararlar verebilecek ve vermiş kişiler de bu olaydan yararlanmıştır. Bu iyileri kurtarmaya değer midir, bu da bir tartışma sorusudur.
Türk Töresindeki Yasaklama ve Cezalardan Hareketle Türklerdeki Hukuk Anlayışı Hakkında Hangi Çıkarımlarda Bulunabilirsiniz?
Öncelikle hukuk ne demek onu öğrenelim. Hukuk bir arada yaşamakta olan bir insan topluluğunun hayatlarını sürdürebilmesi için konulmuş ve uygulanan kurallar ve yasaların tümüdür. Türklerde bu siyasi ve sosyal hayatı düzenlemeye yardım eden bu kurallara “töre” denir. Ancak töre yazılı değildir. Töredeki asıl kural eşitlik, iyilik, insan sevgisi ve adalettir. Türklerde bir sürü hukuk kuralı vardır. Bu kuralların hepsi toplumun sakinlik ve güvenini koruyabilmek için vardır ve kuralların çiğnenmesi oldukça ciddi suçlardır. Hepsinin de cezası oldukça ağırdır. Bu yasaların bazıları günümüzde uygulanmamalıdır. Bunların da kendilerine göre nedenleri vardır. Eskiden Türklerde adam öldürmenin cezası idammış.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de şu anda idam yasak ve uygulanmıyor. Bunun nedeni bir başka insanı öldüren birinin ölmeyi haketmemesinden değil, bir sürü insanın yanlışlıkla suçlanmasıdır. Bu insanların canına kıymak acımasız olduğu için idam kaldırılmıştır, doğruluğu tartışılır. İdam ve öldürülme cezası burada bitmiyor. Aynı zamanda barış zamanında başkasına ok atmak ve zinanın da cezası ölümdü. Ordudan kaçmak ve vatana ihanet etmenin de cezası ölümdü. Şu anda savaşta olmadığımız için böyle kurallar yok. Ama tabi ki bu kategoride yapılan suçlar kanıtlanabildiği için en azından yanlış kişiler suçlanmıyordu.
Orduya katılmak istememek tabi ki bir hak ancak zamanın koşullarına baktığımızda pek farklı başka bir çare de görünmüyor. Hırsızlık yaparken yakalanırsa bir bireyin malına el konurmuş. Aile fertleri ile kendisinin hürriyeti kısıtlanırmış. Bunlar biraz fazla gelse bile bazen bazı suçların sayısını ciddi bir şekilde azaltmak için böyle fazla görünen cezalar verilmek zorunda kalınabiliyor. Bu anlamda yine de aile bireylerinin özgürlüğünün kısıtlanmasını doğru bulmuyorum. Sonuçta hiç kimse ailesinin davranışlarından sorumlu olmamalı. Her birey sadece ve sadece kendi hareketlerinin cezasını çekmeli. Genel olarak şu anda zamanımızda çok uymayan kurallar içerse de zamanın şartlarına bakılırsa bence genel olarak gerekli ve mantıklı kurallar varmış.
Çeşitli Kavimleri Aynı Anda Göç Etmeye Zorlayan Gelişmeler Neler Olabilir?
Toplumlar, savaşlar sırasında kendilerini en kötüye hazırlarlar. Savaş sırasında toplum olağanüstü hal ilan ederekten en zor şartlar altında dahi yaşamayı kabul eder. Ancak zor şartlar altında yaşamak toplum tarafından kabul edilmiş olsa da temel ihtiyaçların ve güvenlik ihtiyacının karşılanamaması toplumların yaşamlarını olağanüstü halde dahi olsa devam ettirememelerine sebep olur. Haliyle toplum bulundukları konumdan daha güvenli bir konuma geçme ihtiyacı duyar. Bunun sonucunda da zorunlu toplu göçler gerçekleşir. Bundan dolayı sorunun cevabı:Savaşlar, temel ihtiyaçların karşılanamaması, güvenlik ihtiyacı vs.
Kavimler Göçü ile Günümüzde Yaşanan Kitlesel Göç Hareketlerini, Bu Göçlerin Olası Sonuçlarını Da Göz Önünde Bulundurarak Sebepleri ve Sonuçları Bakımından Karşılaştırdığınızda Neler Söyleyebilirsiniz?
Sizce Yukarıdaki Sözde Türklerle İlgili Olarak Neler Anlatılmak İstenmiştir?
“Türkler insanlık tarihinde Pasifik’ten Akdeniz’e, Pekin’den Viyana’ya ve Cezayir’e, oradan Troyes’e uzanan iki bin yıllık tarih demektir.”
İlk olarak göçebe bir toplum olarak tarih sahnesine giriş yapan Türkler IV. Yüzyılda Orta Asya’da Avarlar adında bir devlet kurmuşlardır. Göktürklerin güçlenip bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte günden güne zayıflamışlardır.
630 yılında ise Atilla’nın ölümüyle Karadeniz’in Kuzeyine çekilen Onogur, Utigur ve Kutrigurlar birleşerek Büyük Bulgarya Devletini kurdular. Fakat Kubrat’ın ölümüyle başlayan taht kavgaları devleti gittikçe zayıflattı nitekim 655 yılında Hazarlar, Büyük Bulgarya Devleti’ne son verdi. Sonrasında ise Büyük Bulgarya Devleti Tuna Bulgar Devleti ve İtil Bulgar Devleti adında iki yeni ülke oluştu. Yeni oluşan bu ülkelerden Tuna Bulgar Devleti Hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşma dönemine girmiştir. İtil Bulgar Devleti ise Müslüman tüccarla ile yapılan ticaretler sayesinde 922 yılında İslam’ı kabul etmişlerdir.
Büyük Bulgarya Devletine son veren devlet olan Hazarlar ise ilk başta 630 yılında Volga ve Dinyester Nehirleri arasında kuruldu. Ülkeyi yönetenlerin de kabul ederek Museviliği kabul eden ilk Türk devleti olmuşlardır. Ülkenin sınırları Karadeniz’den Van’a, Van’dan Macaristan’a uzanmaktaydı.
Bu devletlerin haricinde Macarlar, Peçenekler, Kıpçaklar (Kumanlar), Oğuzlar (Uzlar), Sabirler (Sibirler- Sabarlar), Türgeşler (Türgişler), Kırgızlar, Karluklar ve Başkırtlar gibi pek çok Türk Devleti kurulmuştur. Bunların haricinde Osmanlı, Selçuklular gibi çok köklü devletler kurulmuştur. Bu ülkelerin birbirinden farklı zamanlarda ve farklı yerlerde kurulduğundan ötürü Türk tarihi insanlığın ilk yıllarında başlayarak günümüze devam etmektedir. “Türkler insanlık tarihinde Pasifik’ten Akdeniz’e, Pekin’den Viyana’ya ve Cezayir’e, oradan Troyes’e uzanan iki bin yıllık tarih demektir.” Sözündeki sınırlara ise şu ana kadar kurulan devletler sayesinde ulaşılmıştır.
Sulu Kağan’ın Türk Tarihindeki Önemi Hakkında Neler Söyleyebilirsiniz?
(Bu soru sayfa 125’deki metne göre yanıtlanmıştır.)
Bazı İslam kaynaklarında Arap toplumları ona yorgunluk, zahmet, sıkıntı veren anlamına gelen Ebu muzahim adını vermişlerdi. Emevi ırkına çok zorluk çektirdiği için ona bu lakabı takmışlardı. Askeri alanda Sulu Kaan çok iyi bir komutan ve askerdi. Savaş sırasında yanındaki birkaç kumandanı ile en yüksek tepeye çıkardı. Kendi tarafının karşısındaki düşman bölgelerini dikkatli bir şekilde irdeleyerek en zayıf noktan saldırıya bileceği yerleri incelerdi. İncelemelerinin sonunda arkadan önden ve yandan saldırılara başlardı. Kısa bir süre sonra zaferi ulaşırdı.
Kale kuşatmalarında ise esir alınan askerlerin canlarını bağışlardı. Sulu Kağan bu mükemmel savaş stratejileri sayesinde çok fazla savaş kazanmıştır. bundan ötürü Sulu Kaan dış politikada profesyonel bir siyasetçiydi. 22 yıl hükümdarlık yapmış olan Sulu Kaan temiz ve saygılı bir konuşmaya sahipti. O savaşlarda elde ettiği harçlıkları yani ganimetleri ve hazineleri halkına ve toplumuna adaletli ve eşit bir şekilde bölerek dağıtırdı. Bu sebeple yanındaki askerler, komutanlar ve kumandanlar onu sever ve saygı duyarlardı. Onun için canlarını verecek kadar önemli bir önderdi.
Romalılar Hangi Özelliklerinden Dolayı Hunlara Saygı Ve Hayranlık Duymuş Olabilirler?
Kuzey Hun Devleti’nin ardından Aral Gölünde tekrardan kurulmasıyla Kavimler Göçü başlamış oldu. İnsanlık tarihi için çok önemli olayların baş sebeplerinden biri olan “Kavimler Göçü”ne sebep olan Türkler olduğu için Romalıların saygı duyduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca, bu göçle birlikte Ostrogotlar, Vizigotlar, Gepidler, Vandallar, Lombardlar ve Burgundlar yer değiştirerek günümüzdeki Almanya, Fransa, İngiltere gibi devletlerin temelini oluşturmuşlardır.
Tekrardan güçlenmeye başlayan Germen kavmi Roma için tehdit oluşturmaya başladı. Bu tehdit gittikçe büyüdü. 395 yılında Germen kavminin istilaları ve yağmaları yüzünden Roma İmparatorluğu ikiye bölünerek Doğu Roma ve Batı Roma adında iki yeni devlet oluştu. Bu kötüye giden gidişattan ötürü ittifak arayışında olan Roma İmparatorluğu, Hun Devletinden yardım istemeye karar verdi. Roma İmparatorluğunun Hun Devleti seçmesinin nedeni ise askeri gücüydü. Çocuklarını Hun Devleti rehin verme sebepleri ise Hun İmparatorluğu’nun rehin aldığı insanlara insancıl davranarak askeri eğitim vermesiydi. Bunların yanı sıra günümüzde Avrupa’nın medeniyet yeri olarak anılmasındaki en önemli etkenlerden biri de Hun Devletidir. İç çamaşırı, pantolon ve ceket giymeyi, at evcilleştirmeyi Hun Devleti’nden öğrenmişlerdir. Bu tür sebeplerden ötürü döneminin en güçlüsü olan Hunlardan korkmak yerine onlara karşı büyük bir saygı ve hayranlık duymuşlardır.
Avrupalıların Attila’yı “Tanrı’nın Kırbacı” Olarak Adlandırmalarının Nedenleri Neler Olabilir?
Uzun yıllar boyunca başka devletler tarafından rahatsız edilemeyen Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçüyle birlikte yeni kavimler tarafından rahatsız edilmeye başlandı. 395 yılında ise Batı Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldı. Bu süreçte Avrupa Hun Devleti’nin hükümdarlığı değişmiştir. Balamir’den sonra devletin başına Uldız geçti ve Batı Roma ile dostça ilişkiler kurdu. Fakat aynı şeyi Doğu Roma tarafı için söylememek pek mümkün değil. Doğu Roma’yı vergiye bağlamıştır. Ayrıca Doğu Roma sık sık seferler veya akınlar düzenleyerek Doğu Roma’yı baskı altında tutmak istemişlerdi. Devamında ise yine aynı şekilde Anadolu’ya akınlar düzenleyerek Anadolu’ya giren ilk devlet oldu. Uldız’ın ölümünden sonra sırasıyla Karaton ve Rua geçti. Bu hükümdarlardan Rua, Doğu Roma İmparatorluğunun devleti parçalamak için yürüttüğü planları fark ederek Doğu Roma’ya olan yaptırımlarının arttırdı. Buradan sonra ise Atilla ülkenin başına geçti. Geçtiği gibi Doğu Roma İmparatorluğunun aleyhine bir antlaşma imzalayarak Doğu Roma İmparatorluğunu zorlamaya başladı.
Antlaşma maddeleriyle birlikte durumu gittikçe kötüye giden Doğu Roma İmparatorluğu borçlarını ödeyemeyince ülkenin Balkanlarda bulunan topraklarına seferler düzenledi. Bu seferler sonucunda daha da güçsüzleşen Doğu Roma yıllık ödemesi gereken vergi miktarının 3 katını ödemek zorunda kaldı. Fakat Atilla’nın “Tanrının Kırbacı” olarak nitelendirilmesindeki en önemli sebeplerden birisi de Batı Roma için de sorun teşkil etmeseydi. Doğa Roma’ya gücünü kanıtladıktan sonra Atilla komutasındaki Hunlar Batı Roma’ya yöneldi. İlk olarak 451 yılında Galya Seferi’yle şansını deneyen Atilla kesin bir sonuç alamayınca geri çekildi.
Bir yıl sonra, 452 yılında, daha güçlü bir orduyla yola çıkan Atilla Alp dağlarını aşarak doğrudan Roma’ya yönelmek istedi. Başarılı oldu da. Bu saldırıyı püskürtmeyi başaramayan Batı Roma İmparatorluğu kendilerini bağışlaması için dönemin papasını (dini açıdan ve de askerî açıdan da yetkisi olan) I. Leon’u Atilla’nın huzuruna yolladı. Atilla ise bu yalvarışa bir antlaşma yaparak cevap vermiş oldu. Bu antlaşma ile Doğu Roma’da olduğu gibi Batı Roma’da da hakimiyet sağlanmış oldu. Romalılar ise Atilla’nın bu yaptıklarını dine bağlayarak Hristiyanlığın ilk yıllarında inanmadıkları için Tanrı’nın kendilerini cezalandırdığını düşünmüşlerdir.
Ünite Değerlendirme Bölümü Soruları
9. sınıf tarih ders kitabı kitabı (Tuna Yayınları) dördüncü ünitesi olan İlk ve Orta Çağlarda Türk Dünyası ünitesinin Ünite Değerlendirme bölümünde yer alan tüm soruları yanıtladık.
Aşağıdaki cümleleri kutucuklarda verilen kavramlardan uygun olanıyla tamamlayınız.
1. Mete Han
2. Ülüş
3. Anav
4. Bögü Kağan
5. Aşina
6. Musevilik
7. Sasaniler
8. Uluş
Aşağıdaki ifadelerden doğru olanların başına “D”, yanlış olanların başına “Y”yazınız.
1. D
2. D
3. Y
4. Y
5. D
6. Y
7. D
8. D
9. Y
Aşağıdaki soruların cevaplarını defterinize yazınız.
Törenin Türklerin Toplum Yapısında ve Hukuk Sistemindeki Yeri Hakkında Neler Söylenebilir?
Töre adı verilen yazılı olmayan toplumsal hukuk kuralları, İlk Türk devletlerinde uygulanmaktaydı. Sonrasında ortaya çıkan töre, toplumsal düzenin sağlanması amacını güden gelenek, görenek ve ahlaki değerlerden beslenilmesi sonucu ortaya çıkan bir kavramdı. Orta Asya’da sürülen göçebe tarzı yaşam biçiminin etkileri sonucunda ortaya çıkan gelenek, yalnızca bulunan coğrafya ile sınırlı kalmamış, çağlar boyunca kurulan farklı bölgelerdeki farklı Türk devletlerinin yaşam biçimlerini etkilemiştir.
Orta Asya Türk Devletlerinde Görülen İkili Teşkilat Yapısının Özellikleri Nelerdir?
İki kısımlı yönetim anlayışı (doğu-batı, kuzey-güney) Orta Asya Türk devletlerinde görülmekteydi. Bu yönetim biçiminde Doğu merkez olarak kabul edilmekteydi. Yönetimde batı, iç işlerinde özgür bırakılırken dış işlerinde doğuya karşı bağlı olmak zorundaydı. Bu sisteme ikili organizasyon denilmekteydi.
Kut Nedir? Açıklayınız.
Kut kavramı, ‘’yaşam gücü’’ anlamına gelmektedir. Padişah ve soyundan gelenler kutsanmış kabul edildiğinden dolayı bir haneden mensubunun idamı söz konusu olduğununda boynu kılıçla kesilmezdi, yay ile boğulurdu.
Konar-Göçer Türklerin Kış Mevsimini Geçirdikleri Kışlaklar Hangi Özelliklere Sahip Olmalıdır?
Ilıman ve alçak ovalardan oluşuyordu.
Kavimler Göçü’nün Sonuçları Nelerdir?
Roma İmparatorluğu ikiye bölündü. Göçe dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında çöktü. Avrupa’da feodalizm rejimi ortaya çıktı. İlk Çağ bitti, Orta Çağ başladı.
Attila’nın Roma’ya Girmekten Vazgeçip Antlaşma Yaparak Geri Dönmesinin Nedenleri Nelerdir?
İtalya Seferi (452) Atilla, 452 yılında Alper üzerinden yüz bin kişilik ordusuyla İtalya’ya girdi. Papa Leo başkanlığındaki bir heyet, Romalılardan af diledi. Papa’nın isteğini kabul etti ve geri döndü.
Aşağıdaki yönergelerde istenen çalışmaları yapınız.
Attila, Avrupalıları Hangi Özellikleriyle Etkilemiş Olabilir?
Atilla, Avrupalıların etnik özelliklerinden etkilenmiştir. Atilla’nın kişiliği ve hayatı hakkında kısaca bir inceleme yapmak gerekirse; Atilla İmparatorluğunda doğu-batı düşmanlığı gözlemlenmiştir. Bu düşmanlığı gözlemleyen Atilla, batıya daha yatkın bir tavır sergilemiştir. Bundan dolayı da Avrupalardan etkilenmesi oldukça beklenebilecek bir durumdur. Eklemek gerekirse Atilla oldukça açık ve ileri görüşlü bir insandır. Açık ve ileri görüşlülüğü sayesinde Avrupa’nın etnik özelliklerine uyum sağlamakta sıkıntı çekmemiştir.
Aşağıdaki çoktan seçmeli soruları cevaplayınız.
1. D
2. C
3. E
4. B
5. A
6. A
Aşağıdaki Bulmacayı Çözünüz.
Not: 9. sınıf tarih ders kitabı cevapları (Tuna Yayınları) tamamı için 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı Cevapları (Tuna Yayınları) – Tüm Üniteler başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.
Soru Sor: 9. Sınıf Tarih Ders Kitabı (Tuna Yayınları) içinde yer alan diğer soruları destek@derstarih.com e-posta adresini kullanarak bize iletebilirsiniz. Sorularınızı bize gönderin Ders: Tarih Ekibi sizin için yanıtlasın!
Son 22 yılın çıkmış tarih sorularının cevabını alabilir miyim ?