Cumhuriyet TarihiDünya Tarihi

Ders: Tarih Söyleşileri: Barış Doster

Ders: Tarih Söyleşileri çalışmamızın ilkini akademisyen Barış Doster ile gerçekleştirdik. Barış Doster ile olan söyleşimize geçmeden önce sayın Barış Doster’i kısaca tanıyalım.

Barış Doster Kimdir?

1973’te Kars’ta doğan Barış Doster, Kars Gazi İlkokulu’nu bitirdi. 1990’da Kadıköy Anadolu Lisesi’nden, 1994’te İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Türk siyasal yaşamı üzerine yazdığı tezle yüksek lisansını, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği dış politikayı, Türk dünyasına ve mazlum milletlere dönük yaklaşımını incelediği çalışmasıyla doktorasını tamamladı. 1994’te gazeteciliğe başladı. 1996- 2006 arasında Cumhuriyet gazetesinde çalıştı. Türk siyasal yaşamı, Türk dış politikası ve uluslararası ilişkiler konularında çeşitli dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi yayınlandı. Çeşitli üniversitelerde ve Kara Harp Okulu’nda Uluslararası İlişkiler, Türk Devrim Tarihi, Türk Dış Politikası, Türk Siyasal Yaşamı ve Kitle İletişim Sosyolojisi dersleri verdi. Halen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Ayrıca Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler adlı kitabın yazarıdır.

Barış Doster İle Söyleşi

Sayın Barış Doster ile yaptığımız söyleşiyi aşağıda inceleyebilirsiniz. Barış Doster’e sormak istediklerinizi yorum bölümü üzerinden bize ulaştırabilirsiniz.

Türkiye ve Avrasya Birliği

1. Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri konusunda ne düşünüyorsunuz? Avrasya Birliği buna bir alternatif oluşturabilir mi?

Barış Doster: Türkiye AB ilişkileri sadece Türkiye’nin kendi çabasıyla niyetiyle açıklanamaz. AB’nin de Türkiye’ye bakış açısı en az bizim çabamız kadar önemlidir. Eğer AB küresel ölçekte kendisini bir büyük güç olarak konumlandırabilirse ve bunun yüksek getirisini ve maliyetini dikkate alarak bir muhasebe yaparsa Türkiye’yi üye yapması gerekir. Çünkü Türkiye jeopolitik konumuyla, büyük pazarıyla, 80 milyon nüfusuyla, iyi kötü gelişmiş olan ekonomisiyle ve öteki İslam ülkelerine nazaran çok daha ileride olan demokratik birikimiyle önemlidir. Ama eğer AB küresel bir rekabeti göze alamaz ise Türkiye’yi tam olarak üye almak yerine onu sorunlu coğrafyalarda bir tampon bölge olarak tutmak isterse, Türkiye ne yaparsa yapsın AB Türkiye’yi üye olarak almaz.

Avrasya Birliği buna bir seçenek birliği oluşturmaz. Ben kendi adıma Avrasyacı yaklaşımlara daha yakınım. Türkiye’nin AB üyeliğine usulden de esastan da karşı olan bir insanım. Ama bu demek değildir ki Avrasya Birliği bugünden yarına akşamdan sabaha AB’nin alternatifi olsun. Niye olamaz çünkü Türkiye’de onun henüz nesnel ve objektif koşulları yok. Türkiye’nin Avrasya Birliği’ne yönelik bürokratik politik ve toplumsal hazırlığı yok.

Türkiye ne zaman AB ile, ABD ile arası gerginleşse geçici bir taktik, bir koz hatta batıya karşı bir şantaj unsuru olarak Avrasya Birliği, Şanghay İş Birliği Örgütü’nü dillendiriyor. En son Sayın Cumhurbaşkanı ABD’ye gitmeden önce Çin’e, Hindistan’a ve Rusya’ya gitti. Bunlar taktik çıkışlar yani Türkiye’de ne ordu ne iş dünyası ne üniversite ne siyaset ne bürokrasi kapsamlı, tutarlı, samimi, kalıcı bir Avrasya perspektifine sahip değil. Batı ile bozuştuğumuzda biz buraya yanaşalım ve diyelim ki biz de seçeneksiz değiliz görüntüsü vermek istiyorlar. Ama bu görüntü ne Batı’da inandırıcı ne de Avrasya tarafında çok fazla itibar edilen bir görüntü.

Türkiye’nin İktisadi Ortakları

Herkes bizim ne olduğumuzu biliyor ve görüyor. Ama şunu sorarsanız %55 Rusya’nın doğal gazına bağımlıyız, Almanya’dan sonra iki ve üç numaralı en büyük dış ticaret ortaklarımız sırasıyla Çin ve Rusya. Öyle bir iktisadi iş birliği ve enerji bağımlılığı var iken bunun yanına bir siyasal yönelimi koymak kolay mı derseniz? Dürüstlükle size kolay olmadığını söyleyebilirim. Bir taraftan biz 1952’den beri NATO üyesiyiz. 1963 Ankara Antlaşması’ndan beri AB ile ilişkilerimiz var. 1949’da kurulan Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biriyiz. Bizim Batı’nın askeri örgütleriyle ve ittifaklarıyla ilişkilerimiz çok güçlü, tarihsel, derin ve yoğun. Ama öbür yandan dünyanın bir iktisadi kayması söz konusu. Bir enerji bağımlılığımız ve iktisadi ortaklıklarımız var. Yani kafamız bir yerde bedenimiz bir yerde. Aklımız bir yerde gönlümüz bir yerde. Askeri ve siyasi anlaşmalarımız bir yerde iktisadi ortaklıklarımız bir yerde. Biraz ikiye bölünmüş bir haldeyiz ve bunu gerçekten siyasi anlamda yürütmek bu krizi yönetmek çok da kolay bir iş değil.

Barış Doster ile Söyleşi

Türkiye, Ortadoğu’nun İç İşlerine Karışmalı Mı?

2. Ortadoğu üzerindeki sömürge hareketlerinin sömürülen toplumlara ve Türkiye’ye etkisi ne olabilir?

Barış Doster: Biz coğrafi konumumuz itibari ile aynı zamanda bir Ortadoğu ülkesiyiz. Tarihsel olarak Ortadoğu’da çok ciddi ve hacimli süreler bulunmuş bir büyük imparatorluğun da bakiyesi olan bir ulusuz. Bu bağlamda bizim Ortadoğu’yla sadece sınırlarımız ve komşularımız anlamında değil; tarihsel, kültürel dini, dil açısından duygusal olarak bağlarımız var. Yani Ortadoğu’ya biz bir Avustralyalının veya bir Kanadalının baktığı gibi bakamayız. Bizim oralarda insanımız var, onların da bizde var. Sonuçta topluluklar hemhal olmuş durumda. Türkiye’nin Ortadoğu’nun iç işlerinde müdahil olması; Ortadoğu, Arap ve İslam ülkelerinin kendi aralarındaki sorunlarda ve veya kendi içlerindeki sorunlarda taraf olması çok yanlış.

Birincisi bizim böyle bir devlet kapasitemiz yok. İkincisi biz emperyalist bir ülke değiliz. Üçüncüsü de biz bu coğrafyanın ülkesiyiz ve oralardaki sorunlarda taraf olmak, iç işlerine karışmak bizim çok daha fazla başımızı ağrıtır. Bu Kanadalı Avustralyalı Amerikalı için bir gazete haberidir ama biz bunu her gün hayatımızda yaşıyoruz. Misal Suriye karıştı mı Türkiye’ye 3,5 milyon Suriyeli geliyor. Çok ciddi sağlık, güvenlik, barınma ve eğitim gibi sorunlar ile karşılaşıyoruz. Türkiye Suriyeliler için 25 milyar dolar bütçe ayırmış durumda. Türkiye, Ortadoğu’nun biriktirdiği sorunlarda taraf olmamalıdır. Oralara taraf olabilecek, yanlış algılanabilecek söylemlerden ve vaatlerden uzak durmalıdır.

Mazlum Milletler ve Mustafa Kemal Atatürk

3. Yazdığınız “Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler” kitabındaki Mazlum milletler olarak hangi ülkeler veya toplumlar kastediliyor? Atatürk bu toplumlara nasıl rol model olmuş ve bu toplumlara nasıl yön vermiştir?

Barış Doster: Mazlum milletler emperyalizmin zulmüne uğramış Afganistan’dan Pakistan’a Hindistan’dan Irak’a kadar bütün bu coğrafyanın, büyük bölümü bu coğrafyanın insanları olan önemli bölümü Müslüman olan ve emperyalizm tarafından vatanları tarumar edilen milletleridir. Türk Devrimi yani Kurtuluş Savaşı bu milletlerin büyük sevgisini kazanmıştır. Türk Devrimi ve Mustafa Kemal hayranlığı şiirlerine, şarkılarına ve türkülerine yansımıştır. Mustafa Kemal’i İslam’ın Kılıcı (Seyful-İslam) olarak anarlar. Türk Kurtuluş Savaşı’nda Türkler İngilizleri yendiklerinde, Yunan’ı denize döktüklerinde camilerde hutbeler okutulmuştur. Fener alayları ve gösteriler düzenlenmiştir.

Hindistan’da tanıdığım bir hocanın adı Mustafa Kemal Atatürk’tü. Gittim odasının kapısını tıklattım. Adınız beni çok duygulandırdı dediğimde bana biz Gandhi’den ve Nehru’dan öğrendik Mustafa Kemal’in ne büyük işler yaptığını dedi. Mesela Pakistan’ın milli şairi Muhammed İkbal, Bangladeş’in milli şairi Nazrul İslam bunların Türkiye ile destanlı şiirleri var. Bizim milli mücadelemiz bütün bu coğrafyada sevgi ve saygı ile kucaklanır. Türk devlet modelinin bir dönemler Afganistan, bir dönemler Şah döneminde İran rol modelmiş gibi sarıp sarmalayarak benimsemişlerdir. Bu ne kadar hayata geçirilir ne kadar geçirilmez elbette farklıdır. Bir devrim ihraç etmekte ithal etmekte kolay değildir. Ama o coğrafyada Afrika’da hatta Latin Amerika coğrafyasında Türk Devrimi saygıyla ve sempatiyle karşılanır. Mesela Latin Amerika’da genç, özgürlük isteyen anti emperyalist genç hareketlere jön türk denir. Literatüre bir kavram olarak girmiş ve bu Türkçe’den onlara geçmiş bir kelimedir.

Dünya’nın En Büyük Ekonomisi Çin

4. Çin’in yavaş yavaş bir süper güç haline gelmesi ve ekonomik dengelerin Doğu’ya kayması göz önünde bulundurulursa yakın gelecekte Dünya siyasetinde ve ülke ilişkilerinde ne gibi değişiklikler olabilir?

Barış Doster: Şöyle ki ben Çin’de hocalık da yapmış bir arkadaşınızım. Çin, şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nin ardından Dünya’nın en büyük ikinci ekonomisidir. ABD’nin kısaca toplam iktisadi hacmi 19 trilyon dolar, Çin’in ise 12 küsur trilyon dolar. Kişi başına düşen milli gelir, yani gayrisafi milli hasıla ve harcama parametreleri üzerinden yapılan bazı araştırmalarda Çin, yani 2. en büyük ekonomi olan çin, Dünya’nın en zengin ekonomisi olarak çıkıyor. Farklı istatistikler, farklı veriler sepeti toplandığında, derlendiğinde Gayrisafi Milli Hasıla üzerinden yapılan hesaplamalarda Dünya’nın en büyük ekonomisi Çin olarak çıkıyor. Şimdi, mevcut tempo devam ederse Çin, görünür gelecekte Dünya’nın en büyük ekonomisi olacak. Son 30 yıldır kabaca, %9-%10 büyüme hızı yakalamış bir ekonomiden bahsediyoruz. Dünya’da en fazla doğrudan yabancı yatırım yapan ülkeden bahsediyoruz. ABD’nin en borçlu olduğu ülkeden söz ediyoruz. 1.4 milyar gibi büyük ve muazzam bir nüfustan bahsediyoruz.

Yani, Çin’e insanlar Dünya’nın fabrikası diyorlar. Şimdi bunları alt alta yazdığımızda böylesi bir ekonomik gücün “Ben ekonomik güç olarak kalayım. Ben politik güç olmak, siyasi güç olmak, askeri güç olmak istemiyorum.” demesi akıl ve mantık ile açıklanamaz. Muhakkak ki bu ekonomik gücünü, askeriyeye, orduya, polisiyeye, diplomasiye tahvil edecektir. Ki zaten etmeye de başladı. “Bir Kuşak, Bir Yol” dediğimiz yeni İpek Yolu bunun adımlarından bir tanesi. Aynı zamanda Şangay İşbirliği Örgütü’nde de Çin, Rusya ile beraber kurucu ve en güçlü üye. Keza BRICS dediğimiz beş ülke olan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika içerisinde Çin önemli bir ülke. Muazzam bir iktisadi ve insani yardım, muazzam yatırım kapasitesini kullanarak Afrika’da görünürlüğünü arttıran, Ortadoğu’da görünürlüğünü arttıran ülke. Yani bizim ülkemizde de mesela Çin bankası var. ICBC bank mesela Çin bankasıdır. Ki ülkede şube sayısı artıyor.

Geleceğin Dili Çince

Bizim ülkemizde de mesela, Boğaziçi Üniversitesi’nde, Okan Üniversitesi’nde veya Ankara’da bir üniversitede Konfüçyüs Enstitüleri açıyorlar. Yani Çince öğretiyorlar. Aynı bizim Yunus Emre Enstitüleri gibi veya Alman Goethe Enstitüleri gibi ya da Fransız, İngiliz, Amerikan Kültür Merkezleri gibi enstitüler açıyorlar. Yani, ekonomik güçlerini, siyasal, toplumsal, kültürel, eğitimsel alanlarda kullanıyorlar. Dünya’nın her tarafından öğrenciler geliyor, Çin üniversitelerinde okuyor. Dünya’nın dört bir yanından akademisyenler çağırıyorlar. Kısmi zamanlı, tam zamanlı, kısa süreli veya uzun süreli muhakkak bunları diğer alanlara da yayıyorlar. Türkiye üzerinden baktığımızda, Çin Almanya’nın ardından, Rusya’nın önünde bizim 2 numaralı dış ticaret ortağımızdır. Aradaki bunca mesafeye rağmen, Türkiye’nin Çin ile olan dış ticaret hacmi 28 milyar dolar ve bu ticari ilişkide denge açık ara Çin’in lehine. Yani bu anlamda Çin, Türkiye’nin de Dünya’nın da göz ardı edemeyeceği, görmezden gelemeyeceği bir ülkedir.

Avrupa ve Çin İlişkileri

5. Dünya’daki dengelerin Çin lehine bir pozisyon almasının ve günümüzde yapılması planlanan İpek Yolu Projesi’nin ABD’ye etkisi ne olabilir sizce? Sizce bu proje siyasi blokları şekillendirir mi? Avrupa bu ikili rekabet konusunda nasıl bir tavır takınır?

Barış Doster: Avrupa’nın şu anki durumu gerçekten çok zor çünkü coğrafi olarak ve iktisadi olarak Çin’e kayıtsız kalabilecek durumda değil. Öbür yandan baktığımızda, Avrupa askeri olarak ve güvenlik açısından ABD ile çok iç içe. Yani, Avrupa Birliği’nin 27 üyesi var, İngiltere çıktı. Bunların 20-21 tanesi ise NATO’nun üyesi ülkelerdir. Ama şimdi diğer taraftan da, Bu “Bir Kuşak Bir Yol” dediğimiz İpek Yolu projesi dedikleri şey 60 adet ülkeyi kapsıyor. Bir taraftan, Orta Asya, Türkistan üzerinden Rusya, in aşağı Doğu Avrupa ve Balkanlar, Türkiye de burada dahil. Bu yol Avrupa’yı kat edip İspanya’ya, Portekiz’e kadar uzanıyor. Bir de deniz kısmı var. İn Çin’in altına, Endonezya, Malezya falan yani bir de bu yolun deniz kuşağı var.

Yani, 60 ülkeyi kapsayan, daha ilk aşamada 300-400 milyar dolarlık yatırımlarla öne çıkan toplamda bir 4 trilyon dolarlık hacimden ve iktisadi büyüklükten söz eden bir projeye coğrafi olarak ve iktisadi hacminden ötürü kaynaklanan muazzam pazarlarından dolayı hiçbir ülkenin kayıtsız kalması, onu görmezden gelmesi mümkün değildir. O yüzden ben, Avrupa ülkelerinin de projeye kayıtsız kalabileceğini düşünmüyorum. Ki zaten yavaştan girmeye başladılar. Yani, bu projeye, bunla ilgili fonlara, bunla ilgili yatırım bankalarına irili ufaklı birçok Avrupa ülkesi dahil olmaya başladı. Çin’in de kazanacağı, Çin’in sayesinde Avrupa ülkelerinin de kazanacağı bir proje bu çünkü 60 ülkeyi de kapsayan bir projeden bahsediyoruz. Yani, Avrupa’daki istihdamın daraldığı, işsizliğin arttığı, bir türlü bu 2007-2008’te başlayan iktisadi krizin atlatılamadığı da dikkate alırsak iktisadi bir gerçeklik olarak bunlar bu projeye uzak kalamazlar.

3. Dünya Savaşı Yaşanır Mı?

6. Dünya siyasetindeki ülkeler arasında artan tansiyonu da hesaba katarsak sizce günümüz neslinin 3. Dünya Savaşı’nı görmesi ne kadar olası?

Barış Doster: 3. Dünya Savaşı’nı düşündüğümüz anlamda, yani konvansiyonel silahların da dahil olduğu bir 3. Dünya Savaşı’nı ben beklemiyorum. Öyle bir savaş, sadece ilk düğmeye basanın, ilk kurşunu sıkanın, ilk hamleyi yapanın kazandığı bir savaş değil bütün Dünya’nın kaybettiği bir savaş olur. Nükleer savaşta ilk düğmeye basmak avantaj yaratmaz, herkes ortadan kalkar. O anlamda bir savaş bence pek mümkün görünmüyor ama Suriye örneğinde olduğu gibi bir vekaleten savaş olabilir. Demek istediğim, doğrudan savaştıkları değil de kendilerine yakın olan örgütler üzerinden dolaylı olarak savaştıkları bir savaş modeli olabilir. Yani, hibrit savaş dediğimiz psikolojik savaş unsurlarının ve toplum mühendisliğinin de dahil olduğu bir savaş veya da siber savaş dediğimiz hackerlar üzerinden yapılan bir tür savaş olabilir. Hatta belki de şu an bir 3. Dünya Savaşı’nın içindeyiz. Fakat dediğim gibi, güçlü ülkelerin nükleer silahlarla, uçaklarla, bombalarla, büyük gemilerle savaşmasını beklemiyorum.

Türkiye ve Suriye İlişkileri

7. Bildiğiniz üzere Türkiye, Suriye üzerinde etkin bir faaliyet gösteriyor ve siyasi arenada ‘’Ben de varım.’’ mesajı veriyor. Peki sizce, Türkiye’nin Suriye üzerinde planları nedir ve Dünya devletlerinin bu konuda Türkiye’ye bakışı nasıl olur? Bu konuda Türkiye hangi ülkelerden nasıl tepki görebilir?

Barış Doster: Öncelikle, Türkiye Suriye olaylarının başladığı 2011 tarihine kadar Suriye ile olan ilişkilerini dengeli ve düzgün yürütüyordu. Aslında, Türkiye-Suriye arasında 3 temel sorun vardı. Bunlardan ilki, Suriye’nin PKK terör örgütüne destek vermesiydi, bir diğeri 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından sonra Suriye’nin bunu tanımaması, Hatay’ı haritalarda kendi sınırında göstermesiydi, sonuncusu da Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde doğan sulardan Suriye’ye az pay vermesiydi. Suriye iç karışıklıklar yaşamaya başlamadan önce bu üç mesele bir kenara konulmuştu ve Türkiye-Suriye ilişkileri hızla gelişmeye başlamıştı. Ortak bakanlar kurulu düzenleniyordu ve karşılıklı vizeler kalkıyordu. İkili ticaret artıyordu ve bu ticaret Türkiye lehine artıyordu. Yani dengeler Türkiye lehine olageliyordu. Suriye lideri sürekli Türkiye’ye geliyordu ve hatta iki lider birlikte tatil yapacak kadar yakınlaşmışlardı. Fakat, 2011’de, Suriye karıştıktan sonra Türkiye büyük bir hata yaptı ve Amerika Birleşik Devletleri ve onun bölgesel müttefikleri olan Suudi Arabistan, Katar ile birlikte hareket etmeye başladı.

Yani, Suriye’nin bu duruma gelmesinde, Suriye’deki iç karışıklığın daha da büyümesinde, 3.5 milyon Suriyeli mültecinin ülkemize gelmesinde ve 8 milyon Suriyeli’nin vatanını terk etmek zorunda kalmasında Türkiye’nin 2011’den sonra izlediği yanlış politikaların payı büyük. Suriye bizim için çok önemli çünkü 911 kilometre ile kara sınırımızın en uzun olduğu ülke Suriye. Yani Suriye’deki sorunlara Türkiye’nin kayıtsız kalması kesinlikle mümkün değil ama Türkiye’nin bu sorunla ilgilenirken uyguladığı yanlış politika Suriye ile birlikte Türkiye’nin de başını ağrıttı.

Astana Süreci

Evet, Astana süreci başladı, Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte hareket etmeye başladı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün garantörü olduğunu söyledi ama 2011’den 2017’ye kadar o kadar büyük hatalar yaptı ki şimdi bu hataları telafi etmekte güçlük çekiyor. Bir de unutmayalım, Araplar arasında olan kavgalarda taraf olmak bizi her zaman ofsayta düşürür. Çünkü, kavga konuları, husumet konuları ne olursa olsun Türkler dahil olursa son toplamda Araplar yine birbirinin tarafını tutarlar. Ayrıca Suriye diyip geçmeyin. Suriye’nin arkasında Rusya var, İran var ve Çin var. Siz Suriye ile didişmeye başladığınızda bu ülkeleri karşınıza alıyorsunuz.

Barış Doster Kimdir?
Barış Doster ile Röportaj

Okuma Önerisi: Bu konuyla ilgili olarak Geçmişten Günümüze Türkiye ve Suriye İlişkileri başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Türkiye ve ABD İlişkileri

8. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki başkanlık değişiminin ardından yapılan görüşmelerden sonra Türkiye-ABD ilişkileri nasıl bir yol izleyecektir?

Barış Doster: ABD’de müesses nizam ile daha önceden çeşitli lobiler tarafından, ülkenin büyük şirketlerinin çıkarlarına uygun belirlenmiş politikalar ABD Devlet başkanı değişti diye o başkanın siyasi partisine, derisinin rengine, saçının şekline göre değişmez. Yani, ABD Devlet başkanının özellikle dış politikada inisiyatif alanı, kişisel manevra alanı oldukça kısıtlıdır. O kurumsal devamlılık, kurumsal süreklilik, devlet belleği her zaman önceliklidir. Bu da başkana çok geniş bir manevra sahası tanımaz. Şimdi Trump, ittifaklardan gelen ilişkileri sevmeyen, ikili ilişkileri seven ve iş adamlığından gelme pragmatik bir adam. Davranışları çok öngörülemez ama Türkiye bu coğrafya ABD’nin kolay kolay vazgeçebileceği bir NATO müttefiki değildir.

ABD’nin bölgede Kuveyt ve Katar ile de ilişkileri var veya bölgede desteklediği devlet dışı terör örgütleri de var hatta bu konuda çoğu zaman Türkiye ile politikaları çelişiyor ama ABD her ne kadar dönemsel olarak bu devletleri ve örgütleri destekliyor olsa da uzun vadelik bir Türkiye kaybını tercih etmez, her zaman Türkiye ile ittifakını yaşatmaya çalışır. Öbür taraftan kendimize gelelim, ABD en çok ithalat ve ihracat yaptığımız ilk 5 ülke içinde yer almasa bile yani ABD ile bir Rusya, Çin veya Almanya ile olduğu kadar güçlü ticari bağlarımız olmasa bile ABD’nin Türkiye’deki siyasi nüfuzu iktisadi nüfuzundan çok daha yüksektir. Askeri nüfuzu, akademik nüfuzu, kültürel nüfuzu da iktisadi nüfuzundan çok daha yüksektir.

Türkiye ABD ile Vesayet İlişkisi Kurmamalı

Yani ABD Türkiye’deki medya üzerinde, üniversiteler üzerinde, bürokrasi üzerinde, kültürel hayat üzerinde, ordu üzerinde oldukça etkili bir süper güçtür. ABD Türkiye’de, NATO üzerinden etki kurmuştur, Türkiye’deki vakıflar üzerinden etki kurmuştur, büyük şirketleriyle Türkiye’deki iş dünyası üzerinden etki kurmuştur. Buna dayanarak söyleyebilirim ki, Türkiye ABD’nin bu yoğun nüfuzunu göz ardı edemez. Bugünden yarına, akşamdan sabaha politik ilişkiler ne kadar gergin olsa da bu ilişkileri tamamen koparmak mümkün değildir ayrıca gerekli de değildir. Eğer Türkiye bir NATO müttefiki ise, jeopolitik konumu çok önemli bir devlet ise, ekonomik hacim açısından en büyük ülkelerden biriyse bu avantajlarını daha doğru kullanmalı ve ABD ile bir vesayet ilişkisinden çok eşitliğe dayalı, karşılıklı çıkarı gözeten ve daha onurlu ilişkiler geliştirmenin yolunu aramalı ve bulmalıdır.

Yeni Osmanlıcılık

9. Tarih boyunca Osmanlı Devleti’nin uyguladığı bazı politikalar ve günümüz Türkiyesinin uyguladığı politikaların paralellik göstermesi sizce ileride Türkiye açısından ne gibi sonuçlar doğurur ?

Barış Doster: Şöyle ki, şimdi Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi döneminde, kendi zamanında, kendi zemininde, kendi dünyasında ele almak lazım. O başka bir dünyaydı, başka bir güçler dengesi vardı. Bir imparatorluktan söz ediyoruz, 1. Cihan Harbi’nden öncesinden söz ediyoruz, çok uluslu bir yapıdan söz ediyoruz ve de üç kıtaya yayılmış bir devletten söz ediyoruz. Şimdi ise, zaman farklı, zemin farklı, güçler dengesi farklı, devlet aygıtlarının yapısı farklı. Şimdi artık ulus devletlerden söz ediyoruz, 2 adet Dünya Savaşı görmüş bir insanlıktan söz ediyoruz, daha türdeşleşmiş bir nüfustan söz ediyoruz, daha küçük bir coğrafyadan söz ediyoruz ve de başka türlü ittifak ilişkilerinden söz ediyoruz.

Birinci olarak, bunları göz önünde bulundurmadan bandı geriye sarmak yani yeni Osmanlıcılık yapmak mantıkla örtüşmüyor. İkinci olarak, yapmak istesek bile bizim bunu yapabilecek askeri, siyasi, iktisadi gücümüz yok. Üçüncü olarak, bu politikalar Osmanlı ile ortak bir tarihi olan devletler ve ırklar tarafından kötü yorumlanır yani biz tarihsel nostaljimiz gereği olsa bile böyle bir şey söylediğimizde Araplar, Türkler gelsin de bizim topraklarımızda bizi yönetsin demez, bu politika ters teper. O yüzden bizim bu lafları ederken, neo-Osmanlıcılık falan derken çok dikkatli, çok hassas olmamız lazım ve bu lafları ederken kendi iç kamuoyumuzun bakış açısından çok Osmanlı’dan Türklere karşı ayaklanarak bağımsızlık kazanmış milletlerin bakış açısı hesaba katılmalıdır. Yani bu milletlerin bu sözleri nasıl algıladığını, kendi içlerinde bu sözlerin nasıl yankı yaptığını da düşünmemiz gerekir.

Not: Bu konuyla ilgili olarak Ders: Tarih Söyleşileri: Özden İnönü Toker başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.