Kutsal Emanetler Nelerdir? Nerede Sergileniyor?
Emanat-i Mübareke olarak da adlandırılan Kutsal Emanetler genel olarak İslam dini ve tarihi açısından büyük önem taşıyan, Hz. Muhammed’e ve diğer din büyüklerine ait bazı mübarek şahsi eşya ve hatıralara verilen genel bir isimdir.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Kutsal Emanetler Nelerdir?
Kutsal emanetler şunladır;
- Hırka-i Şerif (Hırka-i Saadet): Hz. Muhammed’in hırkası
- Sakal-ı Şerif (Lıhye-i Saadet): Hz. Muhammed’in sakalı
- Dendan-ı Saadet: Hz. Muhammed’in Uhud’da kırılan dişi
- Sancak-ı Şerif (Liva-i Saadet): Hz. Muhammed’in sancağı
- Mühr-i Saadet: Hz. Muhammed’in mührü
- Name-i Saadet: Hz. Muhammed’in mektubu
- Süyuf-u Mübareke: Hz. Muhammed’in kılıcı.
- Kadem-i Şerif: Hz. Muhammed’in ayak izi
- Keman-ı Peygamberi: Hz. Muhammed’in yayı
- Naleyn-i Saadet: Hz. Muhammed’in sandaleti
- Kadeh-i Şerif: Hz. Muhammed’in tası
- Gubar-ı Şerif: Hz. Muhammed’in kabir toprağı
- Kâbe anahtarı ve kesesi
- Hacerül Esved çerçevesi
- Mîzab-ı Zer (Altınoluk)
- Kâbe’nin eski kapısı
- Gasl-i Nebevî suyu şişesi
- Hz. İbrahim’in tenceresi
- Hz. Yusuf’un sarığı
- Hz. Davud’un kılıcı
- Hz. Yahya’nın kol Kemiği
- Hz. Musa’nın asası
- Hz. Fatıma’nın hırkası, seccadesi, sandığı
Kutsal Emanetler İstanbul’a Ne Zaman ve Nasıl Getirilmiştir?
Mukaddes Emanetler Dairesi Has Oda’da yer alan ve Yavuz Sultan Selim’in Halifeliğe geldiği onaltıncı yüzyıldan itibaren 19. yüzyıla kadar Osmanlı padişahlarına farklı tarihlerde gönderilen dinî eserlerin toplanıp sergilendiği dairedir. Yavuz Sultan Selim’in en önemli fetihlerinden biri olan Mısır’ı fethi ile Hilafet de el değiştirmiştir. Hilafet Abbasilerden Osmanlı’ya geçmiştir ve hemen ardından son Abbasi Halifesi 3. Mütevekkil ile beraber halifelik kapsamındaki kutsal emanetlerin birçoğu Yavuz Sultan Selim’e gönderilmiş ve sorumlulukları devredilmiştir. Hz. Peygamber’in Hırkası da bu önemli emanetlerden sadece birisidir ve kutsal emanetlerin İstanbul’a gönderilmesi bu olaydan uzun bir süre sonraya kadar da devam etmiştir. Özellikle Vehhabi toplumunun kutsal yerlere saldırılarının inanılmaz derecede arttığı dönemlerde kutsal emanetler gibi İslam alemi için önemleri tartışılamayacak eşyalar daha iyi korunabilmeleri amacıyla Mukaddes Emanetler Dairesi’ne emanet edilmiştir.
Bunun yanı sıra, Medine’deki kutsal emanetler yine aynı amaç doğrultusunda Birinci Dünya Savaşı sırasında Topkapı Sarayı’na devredilmiştir. Onaltıncı yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına kadar toplanan emanetlerin en önemlileri arasında Hz. Muhammed’in sakalı, hırkası, Uhud Savaşı’nda kırılan dişinin saklandığı kutu, oku, kılıcı ve mektupları bulunmaktadır. Ayrıca, Hz. Muhammed’in bastığı her sert zemin üzerinde olağanüstü bir şekilde ayak izini bıraktığı efsaneleri vardır ve Topkapı Sarayı’nda saklanan altı adet ayak izi bu konuda kanıtlayıcı bir belge ve tüm İslam alemi için oldukça değerli olarak gösterilen izler olarak yer almaktadırlar. Diğer peygamberlere ve toplumuna ait olan emanetlerin arasında ise Hz. Davud’un kılıcı, Hz. Yusuf’un cübbesi, Hz. İbrahim’in tenceresi, topluma ait olan kılıçlar ve Hz. Fatma’ya ait olan hırka, seccade, gömlek ve sandığın dışında Hz. Musa’nın asası da yer almaktadır. Hz. Musa’ya bahşedilen mucizelerden bazıları bu asayla ilişkilendirilmiştir. Asasıyla bir kayaya vurduğunda kayadan su çıktığı, Firavun’a yönelttiği asasının yılana dönüştüğü ve asasını Kızıldeniz’e dokundurduğunda denizin ikiye ayrıldığı gibi efsaneler söylenmektedir.
Kutsal Emanetler Bugün Nerededir? Nerede Sergileniyor?
İslam Halifeleri olarak Kâbe’nin bakım ve onarımını üstlenen Osmanlı padişahları, Kâbe’nin içindeki altın şamdanlar, buhurdanlıklar, güladbanlar, lambalar, askılar ve Kur’an-ı Kerim kopyalarının sağlanması ve yenilenmesinden sorumlu tutulmuşlardır. Zaman içinde yenileriyle değiştirilen bu değerli nesneler Saray’a geri emanet edilmiştir. Mukaddes Emanetler koleksiyonunda bu nesnelerin örnekleri de sergilenmektedir. Bir diğer yandan, Osmanlı padişahlarının büyük bir önemle Kâbe’ye yaptırmış oldukları oluk, kapı, anahtar ve Kâbe’nin duvarında bulunan meşhur kara taş, Hz. Muhammed’in hırkası ve yine aynı şekilde Hz Muhammed’in sakalı da koleksiyonun bir diğer bölümünü oluşturmakta ve ayrı bir bölümde yer almaktadırlar. Bunların dışında koleksiyonda Kudüs’deki Taş Kubbe’nin ve Mescidi Nebevi’nin maketleri, kırmızı mühürle mühürlenmiş ve beyaz opalden yapılmış zemzem suyu şişeleri, Kur’an-ı Kerim rahleleri, Kur’an-ı Kerim’den surelerin yazılı olduğu plakalar, Kerbela’dan getirilmiş toprak, seccadeler, gümüş kâseler, gümüş saplı süpürge ve Has Oda’da kullanılan buhurdanlar da sergilenmektedir.
Osmanlı padişahları her yıl Ramazan ayının 13. ve 14. günlerinde Has Oda’nın içinde bulunan çinilerin ve eşyaların gülsuyuyla ıslatılmış doğal süngerlerle yapılan temizliğine bir bir olarak katılır ve kontrol ederlerdi, seferde veya çok hasta olmaları durumunda ise yerlerine başka birini görevlendirirlerdi. Bu temizliğin ardından Ramazan ayının on beşinci günü padişah ve devlet erkânı Hırka-i Saadet’i özel bir törenle yad ederlerdi. Yavuz Sultan Selim’in Hz. Muhammed’in hırkasını Has Oda’ya getirmesiyle birlikte başlayan kırk tane Has Odalı ağanın Hz. Muhammed’in hırkası başında yirmi dört saat Kur’an-ı Kerim okuması geleneği de Osmanlı Devleti döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet ile birlikte Topkapı Sarayı müze haline geldikten sonra da sürdürülmektedir. Silahdar Hazinesi’nin ilk kısmında, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen hafızlar, Kur’ân-ı Kerim okumaya devam etmektedirler.
Kutsal Emanetlerin Önemi Nedir?
Osmanlı Devleti Müslüman bir devlettir ve bu nedenle Müslümanlıkla ilgili olan her nesne veya eşya Osmanlı Devleti için önem arz etmektedir. Kutsal eşyalar da İslam alemi için önemli olduğu kadar Osmanlı için de önemlidir. Kutsal Emanetlere sahip olunması genel olarak İslam aleminde ün kazanmaya da neden olmaktadır. Aynı zamanda Kutsal Emanetler’in Türkiye’de bulunması Allah’ın kıyamete kadar bu millete Kutsal Emanetler’e sahip çıkma şerefini vermesi ile bağdaştırılmaktadır. Bir diğer yandan günümüzde Kutsal Emanetler’in Türkiye’de bulunması ilk sırada kutsal emanet İslam olmak üzere Müslüman milletlerin birliğini ve dirliğini korumak, onları aynı sancak ve bayrak altında toplamak gibi sorumluluklar da doğurmaktadır. Sonuç olarak günümüzde Kutsal Emanetler gibi değerli ve önemli bir takım eşyanın Türkiye’de bulunması hem Türkiye’yi İslam aleminin merkezi haline getirmektedir hem de Türkiye’yi bu denli önemli eşyaları barındıracak kadar önemli bir ülke konumuna getirmiştir.
Hilafet-i Ulyâ ve Kutsal Emanetler
Osmanlı Devleti, Mısır Seferinden sonra kutsal emanetleri İstanbul’a taşıyarak tüm Müslüman hükümdarların Osmanlıların Hilafet-i Ulyâ’sına tabi olmasını istemiştir.
Hilafet-i Ulyâ Nedir?
Hilafet-i Ulyâ, Osmanlı Devleti’nin Yavus Sultan Selim döneminden sonra İslam dünyasında Osmanlı egemenliğini ve üstünlüğünü kurmak üzere uyguladıkları siyasettir. Çünkü halifenin kureyşliliği anlayışına göre Kureyş ailesinden olmayanlar halife olamazdı. Osmanlı Devleti bu anlayışa karşı çıkarak Müslümanları korumanın ve siyasi güce sahip olmanın halifelik için yeterli olduğu anlayışını yerleştirmeye çalışmıştır.
Sultan Selim; daha Kahire’deyken Abbasi halifesini, Mısır’ın bazı önemli âlimleri ve sanatkârlarını, kutsal emanetler de dâhil olmak üzere İstanbul’a yollamıştır. Yavuz Sultan Selim’in buradaki asıl amacı aslında bu şekilde İstanbul’u bir hilafet merkezi haline getirmiştir. Halifelikle ilgili herhangi bir tasarrufu olmayan Yavuz için iki kutsal şehir Mekke ve Medine koruyucusu olmak hilafetten daha değerlidir. Mısır’ın ele geçirilmesiyle birlikte Yavuz’un, Şirvanşahlar Hükümdarı II. İbrahim’e gönderdiği fetihnamesinin “Büyük Hilafet” anlayışını yansıtması bakımından önemli bir değeri vardır. Sultan Selim, bu fetihnamede bütün İslam memleketlerinin kendisine itaat etmesi gerektiğini belirtmiş ve Şirvanşah’ın kendi “Hilafet-i Ulyâ”sına boyun eğmesini istemiştir. Kanuni de ardından Mekke şerifine gönderdiği yazıda, Allah’ın kendisini saltanat tahtına ve hilafet makamına geçirdiğini duyurmuştur.
Halifelik ve Hilafet nedir?
Hilafet kelimesi sözlükte “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Hilâfet kelimesi, terim olarak İslâm devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet başkanlığı durumuna karşılık gelmektedir. Halîfe de (çoğulu hulefâ, halâif) “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” anlamına gelmektedir ve devlet başkanı krlimrsinin yerine kullanılmaktadır. Devlet başkanlığının bir diğer adı da imâmet olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet başkanına; Resûl-i Ekrem’in vekili olarak görev aldığı ve onun adına toplumu yönettiği için halife, önder ve lider olması nedeniyle de imam denildiği görülmektedir. Hz. Ömer devrinden itibaren “emîrü’l-mü’minîn” kelimesinin halife yerine kullanıldığı ve ileri dönem kaynaklarında cemaatle kılınan namazlardaki imamlıktan ayırmak için devlet başkanlığına “imâmet-i kübrâ” (imâmet-i uzmâ) olarak seslenildiği görülmektedir. Şiî literatüründe ise imâmet terimi daha yaygın olarak görülmektedir.
Osmanlı Devleti Padişahların Halife Unvanını Almaları, Osmanlı Siyasi Hayatında Ne Gibi Değişikliklere Neden Olmuştur?
Osmanlı’nın yönetim sistemi, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne kadar monarşik bir özellik taşırken 1517’den itibaren halifeliğin Osmanlı’ya geçmesiyle devlet yönetimi monarşik yapının yanında teokratik (dine dayalı) bir yapıya da sahip olmasına neden olmuştur. Kısaca; Padişahlar Halife unvanı alınca Osmanlı Siyasi hayata monarşik bir yönetim için teokratik (dine dayalı) bir siyasi hayata geçiş yaşanmıştır.