Evrim Nedir? Evrim Düşüncesinin Tarihi
Evrim, antik dönemlerde insanoğlu için bir gizem niteliği taşımaktaydı ve düşünürlerin bu konu hakkında yıllarca kafa patlatmaları gerekti. Evrim hakkında ortaya atılan bu düşüncelerin günümüzdekilere çok benzer olduğunu görüyoruz. Darwin’in teorisi evrensel olarak kabul gördü fakat söylediği şeylerin daha basit versiyonları daha öncesinde Yunanlı düşünürler tarafından söylenmiştir.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Evrim Nedir?
Evrim, tarihsel süreç içinde birçok kaynak tarafından farklı tanımlanmıştır. Biyolojik açıdan bakıldığında evrim, biçimsel ve yapısal özelliklerin gelişip değişerek bir canlının öteki canlılardan farklı bir hale gelmesidir. Bu süreçte en önemli etken çevre koşulları ve gen çeşitliliğidir.
Darwin’in Evrim Teorisi Nedir?
Evrim, biyolojik açıdan ele alındığında akla gelen ilk isim Darwin’dir. Darwin’in doğal seçilim düşüncesi bilim insanları tarafından kabul görmüş, evrensel bir doğruluk kazanmıştır. Darwin kuramı der ki:
Canlılar ortak atadan gelir ve başka canlılarla etkileşim kurarak yeni türler ortaya çıkarır. Oluşan yeni türlerin üyelerinden yaşadığı ortama uyum sağlayamayanlar doğal seçilir ve yırtıcılar veya başka bir dış etken tarafından yok edilir. Böylece uyum sağlayanlar hayatta kalarak gelişmeye devam eder.
Okuma Önerisi: Darwin’in teorisi hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için Darwin’in Evrim Teorisi Nedir? Evrim Teorisi’nin Kanıtları başlıklı yazımızı okuyabilirsiniz.
Antik Yunan’da Evrim Düşüncesi
Antik Yunan’da ise canlıların geldikleri yer ve evrim ile ilgili en sağlam görüşler, Anadolu’daki Milet Okulu’ndan yetişen felsefecilerin görüşleridir. O dönemdeki bilim insanları, canlıların başka canlılardan geldi olabileceği fikrini (biyogenez) ortaya attılar. Bu konuyla uğraşan bilim insanlarının yanında, evrim düşüncesinin yayılması ve toplumsal anlamda kabul görmesinin en büyük etkenlerinden biri de düşünürlerdir. Sokrates öncesi düşünürler olarak da bilinen bu filozofların asıl amacı dünyanın işleyişini ve doğasını çözmekti. Bu bakımdan fen bilimleriyle uğraşan insanlarla ortak bir yöne sahiptiler.
Filozofların canlıların evrim kaynağı olarak gördükleri etkenlerin başında su vardı. Buna örnek olarak üç büyük düşünürün bulunduğu Milet Okulu verilebilir. Bu kişiler Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’tir.
Thales’e Göre Evrim
Thales’e göre canlılık, suya bağlıydı ve canlılığı oluşturan ilk öge, diğer varlıkların oluşmasında etkili olmuştu. Su önce katıya sonra havaya dönüşmüştü, hava da ateşin kaynağıydı. Thales’e göre suyun olmadığı yerde hayat olamazdı.
Anaksimandros’a Göre Evrim
Miletli Anaksimandros, Thales’in öğrencisiydi ve insanların ilk yerleşimlerinin suda olduğunu savunuyordu. Aynı şekilde hayvanların soyunun da sudan geldiğine inanıyordu. Fakat Thales’ten farklı olarak her şeyin kaynağının su olmadığını, her şeyin sonu olmayan bir ilkeden oluştuğunu söylüyordu. Ancak Anaksimandros’un suya verdiği bu önem, suyun hayatla ilişkilendirilmesinin bir örneğidir. Aynı zamanda Anaksimandros, insanların başka hayvan türlerinden gelmiş olabileceklerini de savunuyordu. Bu düşüncesinin temelinde insanların da bakılmaya muhtaç varlıklar olmaları vardı.
Anaksimenes’e Göre Evrim
Anaksimenes ise canlıların ıslak ortamlarda gelişimlerine başlıyorlardı. Bu anlamda bitkilerin de hayvanlar ve insanlar gibi canlı varlıklar olduklarını savundu. Bitkileri tanımlarken “yerde yaşayan sabit hayvanlar” ifadesini kullandı. Öğretmeni Thales ve Anaksimandros’un aksine Anaksimenes, temel maddenin hava olduğunu düşündü ve rüzgâr, ateş, su gibi diğer maddelerin havanın yoğunluğuna bağlı olarak oluştuğunu söyledi. Ek olarak insanın “ruh” unun olduğunu ve bu ruhun da hava temelli olduğunu söyledi. Böylece tarihte ilk kez “ruh” kavramı görüldü. Bilimsel anlamda canlının canlı olmasını sağlayan şeyin hücrelerden oluşmuş olması ve diğer canlılarla ortak canlılık faaliyetleri göstermesi olmasına rağmen canlıyı cansızdan ayıran özellik olarak görüldü ruh sahibi olmak. Thales’ten sonraki filozoflar da kendi evrim anlayışlarını üretmiştir.
Herakleitos’a Göre Evrim
Herakleitos da evrendeki varlıkların birbirinin değişimi olarak varsayan düşünürler arasındadır. Lakabı “karanlık” tır. Bu lakabın kendisine verilmesinin nedeni olarak da paradokslara olan düşkünlüğü gösterilir. Anaksimenes ve Thales’in temel madde olarak belirledikleri hava ve suyun aksine temel madde olarak ateşi (zaman zaman “sıcak nefes” olarak da bahsetmiştir.) öngörmüştür. Bu madde seyrektir ve kâinatın her yerine yayılır. Herakleitos’a göre “ateş” her şeyin kaynağıdır. Herakleitos, mantık yoluyla bağlama anlamına gelen “logos” kelimesini değişim ve doğa yasası anlamında kullanmıştır ve doğanın sesine kulak verilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Aynı zamanda zıtlıkların evrende var olduğunu ve bu zıtlıkların devamlı olarak bir karşılaşma içinde olduklarını belirtmiştir. Evrendeki zıtlıklar arasında olan bu mücadele, Darwin’in doğal seçilim teorisindeki mücadeleye temel oluşturmaktadır. Bu mücadele aynı zamanda doğadaki canlılar arasında gerçekleşmektedir ve mücadelenin galibi hayatta kalır, yaşamını devam ettirip genlerini gelecek nesle aktarır.
Empedokles’e Göre Evrim
M.Ö. 450’lere baktığımızda ise Empedokles’in elementlerin ayrışmasıyla ilgili teorisini görüyoruz. Agrigenteli Empedokles, tıptaki bilgisi ve hastalıkları iyileştirmesi yönleriyle tanınırdı. Canlıların oluşmasında belli elementlerin etkili olduğunu, bu elementlerin farklı biçimlere girerek veya tamamen ayrılarak doğum ve ölümlerin yaşandığına inanıyordu. Ek olarak hava, su ve ateşin yanında dördüncü bir element olarak toprağı öne sürmüştür ve elementler arası bir dönüşüm fikri ortaya atmıştır. Bunu bilimsel açıdan madde döngüleri ile açıklamak gerekirse; canlıların artıklarındaki minerallerin ayrıştırıcılar tarafından alınması ve toprağa geçmesi, ardından başka canlılar yoluyla insana aktarılması ayrışan elementlerin tekrar birleşmesidir. Herakleitos’a benzer olarak Empedokles de canlıların ortaya çıkışını gelişim ve evrime bağlamıştır. Ona göre vücuttaki organlar başlangıçta birbirinden ayrı ve bağımsız bir şekilde varlardı, sonrasında -tamamen şans eseri olarak- birbirleriyle etkileşime girerek organizmaları oluşturdular. Bu etkileşimler süresince birbirleriyle uyumlu olamadıklarında birbirlerinden uzaklaşma, sonrasında yeniden birleşme söz konusuydu.
Empedokles’in teorisine baktığımızda evrimin nasıl gerçekleştiğini anlamaya ve açıklamaya yönelik çalışmalar yaptığını görüyoruz. Empedokles aynı zamanda “kök” terimini ilk ortaya atan isimdir, canlıların yaşadıkları çevreye uyum sağlamaya çalıştıklarını ve sağlayabilenlerin türünü devam ettirdiğini savunarak Darwin’in teorisine benzer bir teori ileri sürmüştür. Dönemine bakıldığında modern bilimin kabul ettiği evrim teorisine en yakın teorilerden birinin sahibidir.
Anaksagoras’a Göre Evrim
Empedokles’le aynı dönemde yaşamış Anaksagoras ise Klazomenai’de doğmuş bir düşünürdür. Kendisi İyonlalı bilim adamlarının sonuncusu, Platon ve Aristoteles gibi düşünürlerin öncüsüdür. Anaksagoras’ın evrim ve maddelerin oluşumu hakkındaki düşüncesi her şeyi oluşturan daha küçük parçacıklar olduğu ve her maddenin daha küçüğe ayrılabileceği yönündedir. Madde çeşitliliği ise en küçük parçacıkların birbiriyle çeşitli kombinasyonlar oluşturması sonucunda gerçekleşir. Onun evrim ve oluşum literatürüne kattığı kavramlar ise “tohum” ve “öz” dür. Tohumların her şeyin kaynağı olduğuna dair “Panspermia” adında bir hipotezi vardır. Panspermia’ya göre tohumlar kâinatın her yerine dağılmıştır ve Dünya, bu tohumlar sayesinde yaşama ev sahipliği yapmaktadır. Tohumların tüm evrene yayılmış bir şekilde olduklarını düşünen Anaksagoras, yaşam olan başka gezegenlerin olup olmadığı konusundaki tartışmaları da başlatan kişi olarak sayılabilir. Evrim açısından baktığımızda ise insanın hayvanlar ve canlılık gösteren diğer varlıklardan daha zeki olmasını ellerini kullanabilme yeteneğine bağlamıştır.
Leukippos’a Göre Evrim
Leukippos, cisimlerin atomos denilen küçük parçalardan oluştuğunu ilk öne sürenler arasındadır. Ona göre bu maddeler inanılmaz derecede küçüktür ve daha küçük parçalara ayrılamazdır.
Demokritos ise Leukippos’un öğrencisidir. Atomu ilk kez tanımlayan isim olarak her yerde Demokritos geçmektedir. Zaten Leukippos hakkında bilinenlerin doğruluğundan emin olunamamaktadır.
Demokritos’a Göre Evrim
Demokritos, atoma bilimsel bir tanım kazandırmıştır: “Maddeler daha küçük parçalara ayrılamaz atomlardan oluşmuştur ve bir madde ne kadar bölünürse bölünsün sonda kalan şey atomdur.” Kâinattaki her şeyin -tanrılar da dahil olmak üzere- atomlardan oluştuğunu söyleyerek her şeyin oluşumunu dört ana elemente bağlandığı düşünceyi yıkarak hepsini ortak bir paydada toplamıştır. Biyolojik evrim açısından bakıldığında ise Demokritos’un maddelerin oluşumunu bir amaca bağlaması önemli bir gelişme olarak kabul edileilir. Çünkü yeni canlıların oluşumunda yapı taşının aynı şey olması tür çeşitliliği ve popülasyonun kalabalık olmasına bir anlam kazandırır.
Platon’a Göre Evrim
Evrimi değerlendirirken diğer düşünürlere karşı bir görüşe sahip olan düşünür Platon’dur. Platon’un “özcülük” düşüncesi, bir türün her üyesinin o türe ait özelliklere sahip olduğunu savunmuştur. Evrim teorisinin tanımlamalarında ortak olarak görülen yargı ise türün zaman içinde yeni özellikler kazanarak diğer üyelerinden ayrılmasıdır. Örneğin Homo Habilis ayakta duramaz iken Homo Erectus ayağa kalkmıştır. Bakıldığında iki canlı grubu da insandır ve ortak atadan gelmiştir, fakat türe ait tüm özelliklere sahip değildirler. Platon aynı zamanda bir türün üyelerinin zaman içinde dönüşmüş olabileceklerini savunmuştur. Fakat bunu biyolojik bir temele dayandırmamıştır.
Aristotales’e Göre Evrim
Platon’un öğrencisi olan Aristoteles ise doğa tarihi ve biyoloji üzerinde çalışmıştır. Öğretmeni Platon’un idealar adlı düşüncesini eleştirir. İdealar kuramı basitçe zihnin belleğe kaydolmuş bilgileri saklaması ve bizim kendi irademiz ve isteğimizle yeni bilgiler oluşturmamızdır. Çok ünlü mağara örneğinde Platon, arkamızı mağara girişine dönüp arkamızdan gelen güneş ışınlarının oluşturduğu gölgeye baktığımızda gerçeği algılama konusunda yanılgıya düşmemiz üzerinedir. Aristoteles’e göre bu düşünce, işleri daha da karmaşık bir hâle getirmektedir. Bu bağlamda Aristoteles, özcü bir anlayışa sahip olmasına rağmen hocasının bu fikrini reddetmiştir. Biyolojik anlamdaki çalışmalarına bakarsak birçok hata yaptığını görürüz. Bu hataların temel sebebi ise materyal yetersizliği ve yanlış gözlemdir.
Epikuros’a Göre Evrim
Epikuros, diğer düşünürlere göre biraz daha geç dönemde yaşamıştır (M.Ö. 341-270). Epikuros, Demokritos ve öğretmeni Leukippos’un ortaya attığı atomcu öğretiyi kabul etmiştir. Epikuros’un biyolojik evrime pek bir katkısı olmamıştır fakat doğayı bilginin kaynağı olarak görmektedir ve doğanın aynı zamanda dilin de kaynağı olduğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda kültürel evrime katkı sağladığını söylemek mümkündür. Bana göre bunun temel sebebi toplumların kültürel anlamda evrimleşmesinin iletişime bağlı olmasıdır.
Kültürel Evrim Nedir?
Kültürel evrimin Antik Yunan’daki yerine bakılmak istendiğinde pek bir kaynağa ulaşmak mümkün değil. Ayrıca kültürel kalıtımın tartışılmasının söz konusu olduğu tek canlı grubu da insanlar. Toplumların zaman içinde kültürlerini geliştirmesi genellikle dış etkenli olur. Batılılaşma buna örnek olarak verilebilir. Fakat kültürün kendi içerisinde evrimine bakıldığında, toplumsal faktörlerin yanında biyolojik faktörler de yer alır. Bir türdeki bireylerin kalıtımsal özellikleri, o bireylerin bazı şeylere eğilimini belirler. Zaman içinde ihtiyaçların değişmesi, toplumda ortak olarak kabul görmüş şeylerin de değişmesine yol açar.
Yozlaşma veya asimilasyon da doğal seçilime örnektir. İnsanlar tarafından kabul görmüş bir mit veya inancın inandırıcılık özelliğini yitirmesi veya artık kabul görme gereğinin kalmaması, o mitin unutulmasına yok açar. Toplumu bir arada tutan şeylerin başında gelen mitlerin anlamlarını yitirmesi sonucu da toplum sarsılır ve bölünür. Bireysel açıdan değerlendirildiğinde de topluma uyum sağlayamamış bireylerin doğal seçildiklerini görürüz. Bizi bir arada tutan şeylerin farklılıklar olması ve aynı zamanda farklı olanın kaybetmesi de tam Yunan düşünürlerinin tartışmasına uygun bir konudur. Evrimi toplumsal ve biyolojik açıdan incelerken Antik Yunan’la bir ilgisi olmayan toplumsal tarafını bir şekilde bağlamak gerekiyordu.
Modern Evrim Teorisi
Günümüze bakıldığında ise sıfırdan keşfedilen şeylerin azlığı, bilgiye erişimin çok kolay, hızlı ve herkese açık olmasıdır. Teknolojik gelişmeler, adı üstünde, var olan bilgilerin üzerine yeni şeylerin eklenmesi veya var olanın yanlış olduğu kanısına varılması sonucu değiştirilmesiyle olmaktadır. Bu bakımdan bilginin de bir evrim sürecinde olduğunu, herkes tarafından kabul gören ve doğruluğu ispatlanmış bilgilerin zaman içinde yerini korumasını, çürütülen ve doğru olmadığı ispat edilen bilgilerin ise literatürden çıkarılarak doğal seçildiğini söyleyebiliriz.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Darwin’in Evrim Teorisi Nedir? Evrim Teorisi’nin Kanıtları başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.