Panslavizm Nedir? Panslavizm Politikası
Panslavizm Politikasının Osmanlı Devleti'ne Etkisi
Panslavizm, bütün Slav toplumlarının bir araya getirilmesi ve özellikle Rusya’nın önderliğinde birleştirilmelerini öngören siyasal akımdır.
Panslavizm, Slav halklarının bir araya gelerek siyasi, kültürel veya etnik bir birlik oluşturma fikrine dayanan bir ideolojidir. Bu ideolojiye göre, Slav halkları aynı dil kökenine, kültüre ve tarihi geçmişe sahip olduklarından, bir araya gelerek bir “Pan-Slavik” devlet veya topluluk oluşturmalıdır.
Panslavizm, özellikle Rusya önderliğinde bütün Slav halkını bir arada toplayarak sadece Slavlardan oluşan bir devlet kurma politikasıdır. Bu düşünce on dokuzuncu yüzyıla kadar dini bir birlik oluşturma maksadı taşırken on dokuzuncu yüzyıldan sonra bu birlik anlayışı ırk esasına dayandırılmıştır. Pek çok tarihçiye göre Panslavizm hareketleri Balkanlarda yaşayan Slavların kendi özgürlüklerini kazanmasında oldukça etkili olduğunu düşünür. Bu akım sayesinde başka milletlerle bir arada yaşayan Slavların da tepki ve isyan göstermesine neden olmuştur. Özellikle Osmanlı gibi birçok ulusun bir arada yaşadığı milletler isyanlara bağlı olarak oldukça zarar görmüştür. Bu dönemde zaten milliyetçilik akımları ile oldukça yıpranan topraklardaki otorite eksikliğini Rusya’nın liderliğindeki Panslavizm akımı doldurmuştur.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Panslavizm Nedir?
“Panslavizm” ifadesi Slav milletlerin birleşerek tek bir devlet olmasını ister. Panslavizm terim olarak “pan” ve “Slav” kelimelerinin birleşmesi ile oluşur. “Pan” kelimesinin kökeni Antik Yunan’a dayanır. Kelime “her şey”, “tüm” ve “evrensel” anlamlarında kullanılır. Bu terim bu nedenle bir şeyin tümünü örnekleriyle kapsamak için kullanılır. “Slav” kelimesi ise Slav kültüren ve Slav dillerini konuşan etnik grubu betimlemek için kullanılmıştır. Bu iki kelime bir araya geldiğinde ise ortaya tüm veya bütün slavlar anlamı çıkar. Bu kelime ilk olarak on dokuzuncu yüzyılda Slavların dayanışmasını ve birliğini savunan bir hareket olarak tarihe çıktı.
Panslavizm Tarihi
Panslavizmi yaklaşık olarak on dokuzuncu yüzyılda başlayan ve yirminci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir harekettir. Bu hareketleri tarihsel açıdan dörde bölebiliriz. Bu dönemler: 19. Yüzyılın Yarısı, 19. Yüzyılın Ortası, Balkan Savaşları ve Panslavizmin Zayıflaması’dır.
Panslavizm Slavların birlikteliğini ve dayanışmasını savunan bir anlayış olduğundan ilk olarak sadece Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu altında yaşayan azınlık Slavların bir tepkisi olarak ortaya çıktı. Bu azınlıklar bir araya gelerek kendilerinin kültürel bağlarının ve ortak bir geçmişe sahip olduğunu belirterek toplandılar. Resmi olarak ilk toplantı olan 1848’de Pan-Slav Kongresi, panslavizm için somut bir adım olmuştu. Böylece Slav milletlerin beraberliği ve dayanışması için bir platform oluşturulmuş oldu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından sonra Rusya, bu hareketin gelişmesinde önemli rol oynadı aynı zamanda Rusya Ortodoks Slav milletlerin koruyucusu olarak tanımladı. Rus hükümeti azınlık halde olan Slavları destekledi ve böylece panslavizm gelişmesine ve yayılmasına yardımcı oldu.
Özellikle on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Balkan Savaşlarına ve diğer bağımsızlık hareketlerine bağlı olarak panslavizmin etkisi oldukça arttı. Böylece başka milletlerle bir arada yaşayan devletlerin bağımsızlık hareketleri iyice arttı. Bu nedenle Sırbistan, Karadağ gibi Balkan devletleri gibi devletler bağımsızlıklarını kazanmış oldular. Yirminci yüzyılın başlarına doğru panslavizmin yerine başka milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri kendini gösterdi. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nda Rus İmparatorluğu’nun yıkılması ve Sovyet Rusya’nın kurulmasıyla panslavizmin dinamiklerini bir miktar değişti. Bu akım Soğuk Savaş boyunca devam etmesine rağmen etkisi her geçen gün azaldı ve kullanılmayan bir akım oldu.
Panslavizm Politikası
Slavlardan tarafından kurulan Rusya ilk başta sıradan bir kara devleti iken daha da güçlü bir devlet olmak için sıcak denizlere ulaşmayı planlıyordu. Bu planın mimarı ise o dönemin lideri Çar 1. Petro’dur. Bu amaçla 1. Petro ilk olarak Osmanlı toprakları altında kalan Azak Kalesi’ni kontrolu altına alarak Karadeniz’e donanma sağlamak ve Balkanlarda yaşayan Hristiyan halkı Panslavizm sayesinde ayaklandırarak İstanbul’u ele geçirmek ve böylece sıcak sularda söz sahibi olmayı planlıyordu. Bu nedenle ilk olarak Osmanlı, İsveç ve Leh topraklarına çeşitli misyonerler göndererek bölgenin isyan etmesini istedi.
Osmanlı Devleti’nde uyguladığı politikalar tam olarak başarılı olamamamıştır. Çünkü Slavların ilk hedefi olan Karadeniz’in kontrolu bu dönemde sağlanamamıştır. Böylece aslında Slavların en çok uygulamak istediği sıcak denizlere ulaşma hayali de gerçekleşmemiş oluyordu. Sonuç olarak bu hayal 1. Petro döneminde yapılamamasa da ondan sonra gelen Çarlar ve Çariçeler bu vazifelerin gerçekleşmesi içinden geleni yapmışlardır.
İkinci Katerina bu vazifeyi yerine getirmek için Türklerin yok edilmesini gerektiğini düşünüyordu. İkinci Katerina’nın planı ise ilk olarak Karadeniz ve Kırım’ı daha sonra Boğazları, İstanbul’u ve Ege Adaları’nı Rusya egemenliği altına alarak Grek-Yunan Devleti kurmak istiyordu. Bu konu zamanla ”Grek Projesi” adını aldı. Bu proje Türklerin Balkanlardan tamamen arınmasını ve böylece İstanbul’un merkez olduğu başında da Rus prensinin bulunduğu bir Grek Devleti kurmaktı. Ayrıca Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitimiyle imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’ndaki yedi ve on dördüncü maddelere dayanarak Ortodoks Osmanlı cemaati hakkında söz sahibi olduğunu söylemiş ve böylece Osmanlı’nın iç işlerine daha çok müdahale etme hakkına sahip olmuştur.
Rusya’nın uyguladığı bu politika başarıya ulaşamamıştır. Bunun nedeni 1789’da çıkan Fransız İhtilali nedeniyle ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisiyle Balkanlardaki milletler kendi ülkelerini kurma amacıyla ayrılmıştır. İlk olarak Yunanlar bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Buna rağmen İstanbul ve Boğazlar gibi önemli stratejik noktalar halen Osmanlı Devleti’nin kontrolü altındaydı. Böylece bu proje de işe yaramadığı için yeni bir proje yapılması şart olmuştu. Bu yeni proje ise sadece Slavlara ait olan bir devlet kurmak amacı olan Panslavizm’dir. Böylece başka milletlerin idaresinde yaşayan Slav halkı onlardan kurtarmak istemiştir.
Panslavizm akımı, en çok Avusturya-Macaristan ve Osmanlı gibi birçok Slavı bir arada bulunduran devletlere zarar vermiştir. Slavlar tarihlerine, dillerine, geleneklerine ve geleceklerine duyduğu merak nedeniyle Slavonik Araştırmalar Kürsüsü 1811 yılında açmıştır. Fransız İhtilali’nin sayesinde daha da panslavizmin etkisi artmıştır. Buna karşın 1848 İhlallerinde Avusturya’nın Slavlara karşı baskıcı ve sert bir tutum sergilemesi, Slavların ülkeden göç etmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu durumda başka bir yere göç etme zorunluluğu olan Slavlar, tek bağımsız Slav devleti olan Rusya’ya göç etmişlerdir. Özellikle 1856 yılında Kırım Savaşı’ndan sonra yapılan Paris Antlaşması ile Avrupa’nın Rusya karşısında birlik olmasına karşılık vermesi için milli duyguları yansıtan Panslavizm akımı sayesinde başa çıkacaklardı.
Panslavizmin önemli temsilcilerinden olan Nikolay Yakovleviç Danilesky’nin kuruduğu “Zarya” adlı dergide Panslavizmin ilkelerinden bahsedildi. Bu ilkelerde genellikle bu ülkenin sınırlarından bahsedildi. Bu bildiriye göre İstanbul ve Balkanlar gibi birçok stratejik öneme sahi bölgenin hedef olduğu belirtildi.
Panslavizm akımının karşısına her zaman engeller çıkmıştır. 1870’li yıllarda ise bu engel ise Panslavizmin Ortodoksluğu esas almasına karşın Avusturya-Macaristan’dan yaşayanların çoğunluğu ile ve Polonya’da yaşayan Slavların Katolik olmasıdır. Bu özellikler Panslavizmin temel ilkesine ters düştüğü için bu politikanınn uygulanabileceği tek ülke Osmanlı Devleti’dir. Diğer bir engel ise Slavların kendi kültürlerinden bağımsız olarak sadece Ruslaştırılmasıdır. Bazı Panslavistler böyle olmasının düşünmüştür. Üçüncü bir engel ise Slavlar üzerinde Rus kültürün kullanılmasıdır. Özellikle batılı Slavların bu durumun diğer bir devletin egemenliği altına girmekten farklı olmadığını düşünmektedir. Yapılan oldukça uzun olan tartışmalardan sonra Panslavizmin dil, din ve Rus gelenek göreneklerinden çok Rusya’nın askeri gücü ile Avusturya-Macaristan, Osmanli Devleti gibi devletlerin yıkılmasına ve İstanbul’u merkez alan bir Slav devleti kurma odaklı olmuştur.
Aslında Rusların bu politikaya olan eğilimleri boş yere değildi. Bunun nedeni ise Paris Antlaşması ile zaten siyasal anlamda yalnızlığa bırakılan Rusya’nın bu politikaya dört elle sarılmasından başka yapabileceği bir şey yoktur. Ancak Rusya pes edecek gibi değildi. Bu nedenle Avrupa’daki siyasi anlaşmazlık fırsatını kullanarak, Karadeniz’in silahsızlandırılması ve tarafsızlığı ile ilgili olan maddenin kendi aleyhine olduğunu söyleyerek bazı maddelere tekrardan bakılmasını söylemiştir. 1871 yılında yapılan Londra Antlaşması’nın imzalanması ile önlerindeki engeli de kaldırmışlardır.
Önlerindeki bu engeli kaldırmalarının ardından sırada Balkanlarda başka uygarlıkların etkisi altında kalan Slavlar kalmıştır. Bu konudaki plan bu bölgelerdeki halkı isyan ettirerek bölgenin kontrolünü elinin altına almak istiyordu. Bu nedenle bölgede bazı gerginlikler ortaya çıktı ve bu gerginlikler Bulgar Meselesi, Sırp-Karadağ isyanları ve Bosna Hersek gibi isyanları teşvik etmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin 1856 yılında yayınlanan Islahat
Fermanı’ndan sonra yaygınlaşan eşitlikçi yapı sayesinde Osmanlı bütün halkaları beraber yaşamaya teşvik etmeye çalışırken, Rusya’nın ise bu yaklaşımın tersine olarak her milletin kendine ayrı bir devleti olmasını savunduğu için Panslavist yaklaşımlarına devam etmiştir.
Aslında panslavizmin tam anlamı ile politika haline getirmesini ve Türlere olan planlarının fikrini sağlayan isim General Nikolay Pavloviç İgnatiyef’dir. Bu isim Sırp halkının “günahkar Batı” ortamına düşmesini engellemek amacıyla açılan Slav Hayır Kurumu’nun St. Petersburg’daki şubenin de üyesidir. Ona göre Türklerin hem İstanbul hem de Boğazlar bölgesinden çıkarılması kaçınılmazdı. Bunun yapılabilmesi için de silahlandırılamının olması gerektiğini düşünüyordu. İgnatiyef Bulgar Eksarhlığı’nı kurulmasında büyük vilayetlerin küçük köylere çevrilmesinde önemli rol oynadı. Yaptığı bu hareketler sayesinde Sırp ve Karadağ olaylarını etkilemiştir.
Balkanlardaki bu gergin ortamı daha da gerginleştiren Panslavist akım nedeniyle Karadağ ve Sırp halkları Osmanlı Devleti’ne karşı savaş başlatmış oldular. Lehliler hariç bütün Slavlar bu isyanı desteklemek için elinden geleni yapıyorlardı. Aynı zamanda Rusya’dan gelen gönüllüler Sırplara ve Karadağ’a yardım ederken bu isyanları fırsat bilen Rusya da Osmanlı’ya karşı savaş başlattığını açıklamış oluyordu. Böylece Paslavistlerin uygulamak istediği her şey yoluna gitmişti bundan sonraki adımlar ise İstanbul ve Boğazların kontrolünü eline alarak Balkanlardaki Slavları tek bir devlet altından tutabilecekti. İlk başlarda her şeyin olumlu gitmesine rağmen Ruslar Balkanlarda kendilerini hiç beklemediği sonuçlar almışlardı. Bu olumsuz sonuçlar 3 Mart 1878’de Ayastefanos Antlaşması ile son buldu. Ancak bazı milletler bu antlaşmaya itiraz ettiler. Yapılan yeni antlaşmaya göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya tamamen hür devletler olurken, Balkanlarda Osmanlının kontrolünü altında olan bir Bulgar Prensliği kurulmuş oluyordu. Böylece Panslavistler tam olarak istediklerini eline geçirememiş durumda oluyorlardı.
Bu olaylardan sonra aslında kim tarafından yayınlandığı belli olmayan layiha yayınlanmıştı. Bu layihaya göre Rusya Sırbistan önderliğinde Slavları toplayarak Rumeli’deki bölgeleri ele geçirecek, Bulgarlar üzerinde etkilerini artırılacak ve son olarak da Bosna eyaletinden yaşı belli bir seviyeye gelmiş çocukları Rusya’ya göndererek Slavcılık fikrini onlara aşılamış olacaklardı. Böylece Rusya’da aldıkları eğitim sayesinde küçük yaştan itibaren Panslavizm gelenek göreneklerine göre yetişen bir nesil yetiştirmiş olacaklardı.
Panslavizmin Etkisi Altındaki Ülkeler
Panslavizm, Slavların tamamının tek bir çatı altında olmasının savunurken aynı zamanda ortak bir dil ve tarih birlikteliğinin olduğunu da söylüyordu. Bu sayede Panslavizm etkisi her geçen gün genişledi. Panslavistlerin genel amacı Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti’neki Slavları yaşadıkları devletlerden kopararak kendi devletlerin oluşmasını sağlayarak, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde olan İstanbul ve Boğazların kontrolünü sağlayarak sıcak denizlere inerek önemli bir güç haline gelmek istiyordu.
Panslavizm fikrinin sahibi ve genel olarak da destekleyicisi de en başından sonuna kadar Rusya’dır. Rusya diğer devletleri de bu akıma teşvik etmek için çeşitli propagandalarda bulundu. Örneğin Sırbistan ve Karadağ’ı Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtarak devamından imzalanan Berlin Antlaşması ile Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlığın sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Aynı zamanda bu devletlerin silahlandırılmasına önemli rol oynamıştır
Sırbistan, Karadağ ve Romanya Berlin Antlaşması’ndan sonra bağımsızlıklarını kazandı ve bağımsızlıklarını kazanmasında en önemli iki etken Rusya’nın bu devletleri desteklemesi ve Panslavizm akımıdır. Hırvatistan ve Slovenya yine Panslavizm akımı ile bağımsız bir devlet olmalarına rağmen uzun yıllar Habsburg Krallığı tarafından yönetilmiştir. Bağımsızlıklarını kazanmaları Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya göre daha sonra gerçekleşmiştir. Bulgaristan ise diğer devletlerden çok daha sonra 1908 yılında panslavizm sayesinde bağımsızlığını kazanmıştır. Polonya aslında bir Slav devleti olmasına rağmen Panslavizm yerine kendilerine özgü bir anlayışla kendi devletlerini oluşturdular. Kısacası Balkan ülkelerinin çoğunun bağımsızlıklarını kazanmasında Panslavizm oldukça etkili olmuştur.
Panslavizm Politikasının Osmanlı Devleti’ne Etkisi
Panslavizm politikası, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Balkanlar’da etkili olan ve Slav halklarının birlik ve beraberliğini teşvik eden bir ideolojiydi. Bu politika, özellikle Rusya tarafından destekleniyordu çünkü Rusya, Slav halklarını kendi etki alanına çekmek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerindeki kontrolünü zayıflatmak istiyordu. Panslavizm, Balkanlar’da yaşayan Slav halklarının milliyetçilik duygularını körükledi. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaki bölgelerde çeşitli isyanlar ve bağımsızlık hareketlerini tetikledi. Bu hareketler zamanla Osmanlı’nın Balkanlardaki toprak kayıplarına yol açtı.
Panslavizm, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki ilişkileri daha da gerdi. Rusya’nın Balkanlardaki Slav halklarına desteği, iki imparatorluk arasında çeşitli savaşlara (örneğin, 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) neden oldu. Bu savaşlar Osmanlı İmparatorluğu için hem toprak hem de nüfus kaybı anlamına geliyordu. Osmanlı İmparatorluğu, Panslavizmin etkisi altında Balkanlardaki Slav halklarından destek kaybetti. Bu, imparatorluğun iç yapısını zayıflattı ve merkezi otoritenin sarsılmasına yol açtı. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer etnik gruplar arasında da benzer bağımsızlık hareketlerinin çıkmasına zemin hazırladı.
Panslavizm, Osmanlı Devleti’nin Batılı güçlerle olan ilişkilerini de etkiledi. Slav halklarının desteklenmesi, Osmanlı’nın Batılı devletlerle olan diplomatik manevralarını karmaşıklaştırdı ve zaman zaman bu devletlerle olan ilişkilerinde izolasyona yol açtı. Panslavizm politikası Osmanlı İmparatorluğu üzerinde derin ve çok yönlü etkiler bıraktı. Bu etkiler, imparatorluğun siyasi ve toprak bütünlüğünü zayıflatırken, uluslararası arenada da zorluklar yaşamasına neden oldu.
Panslavizmin Avrupa Tarihi Üzerindeki Etkisi
Panslavizm Rusya kökenli bir akım olduğu için Avrupa’nın siyasal değişiminde oldukça fazla etkisi vardır. Özellikle Sırbistan, Karadağ ve Sırbistan gibi ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmasında önemli rol oynamıştır. Aynı zamanda Bosna Hersek ayaklanmasının baş nedeni olarak tarihe geçer.
Bosna – Hersek Ayaklanması
1876 yılında ortaya çıkan Bosna – Hersek Ayaklanması hem Avrupa’nın siyasi gelişiminde hem de Osmanlı Sırp ve Karadağ savaşlarını etkilemiştir.
Sırbistan
1804 yılında Kara Yorgi önderliğinde başlayan Sırpların bağımsızlık çalışmaları, 1856 yılında kendini bir nebze de olsa gösteriyordu. Bu sayede Rusya’nın egemenliğinden çıkıp, Avrupa’daki diğer büyük devletin egemenliği altına girmiş oluyordu. 1867 yılında ise Osmanlı ordularının Belgrad dahil Balkanlardaki kalelerinden çekilmesi ile Sırplar fiilen de olsa bağımsızlıklarını kazanmış oldular. Ancak bu tam anlamıyla yeterli değildi. Sırbistan’ın istemiş olduğu Büyük Sırbistan için yeterli değildi ve bu durumu aşmanın tek yolu bu sahaya uygun olan panslavizmi kullanmaktı. 1875 yılında ise Bosna – Hersek Ayaklanması’nda Sırbistan’ın görevi oldukça önemlidir. Ayaklanmanın başından sonuna kadar Sırplar, ayaklanmayı desteklemiştir. Bu yardımlar bazen Karadağ saldırlarından bağımsız olabilir iken bazen de Karadağ’a yardım amaçlı da olabiliyordu.
Sırp yetkililer de isyana destek verdiğini açıklamıştı ancak Sırp yönetimi isyanın desteklenmesinin gönüllü kesimler tarafından yapıldığını duyurmuştu. Bu açıklamaların yapmalarının nedeni ise Osmanlı veya herhangi bir devletle savaşa hazır olmadığını göstermektedir. Aslında bütün Sırp güçleri bu isyanı desteklemişlerdir. Sürekli genişleyen bu isyanlar Balkanlarda bir krize dönüştü ve en sonunda saha da başarı elde edemeyen Osmanlı yönetimi, bu sorunun diplomatik yöntemlerle çözmeyi denemiştir. Ancak bu girişimler de beklenen olumlu sonucu verememiştir. Osmanlı yönetimi ciddi askeri girişimlerde de bulunsa da bu durum sadece gerginliği arttırmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Panslavist bir lider olan Prens Milan Obrenovich asilere hoşgörülü bir politika izleyerek aslında savaşa hazır olunmadığını belirtmek istemiştir.
Aynı zamanda birçok tarihçi bölgeye askeri yardım gönderilmesi konusunda Prens Milan’a karşı baskı uyguluyordu. Bu kamuoyu baskısı onu savaşa sürükleyecekti. Prens Milan, Karadağ ile birlikte savaşa girmeye Osmanlı’ya karşı savaşa girmek için çeşitli görüşmelerde bulunmuştur. Prens Milan savaşı yapması için oldukça fazla coşkulu iken sonunda savaşı yapmamaya karar vermiştir. Bu duruma tedbir olarak savaş yanlısı hükümeti görevden alarak farklı kafa anlayışına sahip bir yönetim kurmuştur. Ancak kamuoyunun baskısı ile savaş taraftarı olan yönetim mayıs ayında tekrar yönetime geçmiştir. Bu yönetim insanları savaşa karlı cesaretlendirmiş ve bu duruma paralel olarak İstanbul’daki Rus elçisi ve Balkanlardaki Rus konsoloslukların da teşvikiyle Sırbistan resmi olarak 30 Haziran’da Osmanlı’ya karşı savaş başlattığını duyurdu.
Karadağ
19. yüzyılın sonlarına doğru dağınık bir yerleşim gösteren Karadağ, özellikle 1. Petrovich zamanında artan isyanlar sayesinde Balkanlarda önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı’nın yaşadığı hem iç hem de dış problemler nedeniyle Karadağ bu dönemde Osmanlı’ya karşı isyanların arttırmıştır. Bunca çabaya rağmen Paris Antlaşması’ndan sonra hak alan Sırbistan gibi bir hak alamamıştır. Bubar rağmen Karadağ’ın sınırlarını genişletme politikası devam etmiştir.
1860 yılında ise tahta çıkan Nikola diğer yönetimlerin aksine daha hırslı bir politika izlemiştir. Hersek kentini alarak burayı üs haline getirmek onun önemli amaçlarından biriydi. Bu yeri fethetmek için 1861 yılında savaş açmış ancak büyük devletlerden beklediği yardımı alamadığı için bu isyan başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu nedenle oldukça dağılan bu devlet bağımsızlıklarını tekrardan sağlamak için panslavizmi kullanmaktan başka çareleri yoktu. Panslavizmi de Birinci Vladika Danilo Karadağ’daki Rus konsoloslar aracılığıyla aktarmayı planlamıştır. 1875 yılında gerçekleşen Hersek Ayaklanması’ndan önceki kaynaklara bakılarak; Osmanlı’nın yapmak istedikleri tedbirleri önlemeyi ve Panslavizmi yaymak amacıyla çeşitli çalışmalar yaptığı söylenebilir.
Karadağ’daki panslavist yapı Hersek Ayaklanması’nı da oldukça fazla etkilemiştir. Bunun nedeni de devamlı Karadağ’a gidip gelen insan sayısında artış olduğundan dolayı buradaki insanların panslavist yapıyı da beraberinde getirdikleri söylenebilir. Bu ayaklanmada her ne kadar Karadağlıların önemi büyük olsa da asıl görevi aslında Nikola üstlenmişti. Nikola Karadağ’ı Slavlar karşısında önemini arttırmış aynı zamanda yaptığı bu hareketler sayesinde Balkanlardaki Slav birliğinin korunmasına yardımcı olmuştur.
Nikola aynı zamanda asilere destekleyip onların ihtiyaçlarının karşılamasını sağlayarak ayaklanma için oldukça önemli olan bir görevi yapmıştır. Aynı zamanda ayaklanmanın komutasına görev almıştır. Bu ayaklanma için çeşitli yerlerden ajanlar getirttiği söylenir. Ayaklamanın en önemli taşlarından biri olan Karadağ ile anlaşma yapmak isteyen Osmanlı, devletinin tarafsız kalması için elinden geleni yapsa da anlaşamamıştır.
Panslavizmin Kültüre Etkisi
Panslavizmin temelinde ortak kültür olduğu için panslavizm hem kültür tarafından etkilenmiştir hem de panslavizm kültürü etkilemiştir. Bu kültür altında ortak bir tarihe de yönlendiren Panslavizm ilerleyen zamanlarda yaklaşık yirminci yüzyılın ortalarına daha Doğu Avrupa ülkelerinin üzerinde oldukça etkili oldu.
Slav Edebiyatı
Panslavizm Slav yazarları dayanışma ve birlik olma yolunda teşvik etti. Dostoyevski’nin yazdığı “Karamazof Kardeşler” ve “Suç ve Ceza” adlı eserlerinde Slav kimliği hakkında oldukça önemli bilgiler içerir. Dostoyevski dışında Polonyalı Panslavist bir yazar olan Adam Mickiewicz “Pan Tadeusz” adlı eserinde başta Polonya’nın olmak üzere diğer Slav devletlerinin de bağımsızlıklarına duyduğu önemi anlatmaktadır. Komedi ve tiyatro alanında da Sırp yazar Branislav Nusic’in yazdığı komedi ve tiyatro ve Panslavist ideallerini taşıyan eserleri bu dönem için oldukça önemlidir.
Slav Sanatı
Panslavizm nasıl edebiyatı etkilemişse aynı şekilde sanatı da etkilemiştir. Slav sanatı, mitolojisi ve gelenekleri heykeltıraşlar ve ressamlar tarafından yansıtıldı. Örneğin Mikhail Vrubel’in “Şeytanla Lanetlenmiş Ruh” adlı eserinde oldukça fazla Slav kültüründen izler görebiliriz. Bunun dışında Slav mimarisinde de değişime gidildiğini söyleyebiliriz. Daha çok Slav kökenli tasarımcılar milli bina ve anıtlarda dah çok Slav motifleri kullanmaya başladı. Kısacası hem sanatta hem de edebiyatta Panslavizm oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu sayede kültürlerini ve tarihlerinin hem daha geniş alanlara hem de kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarmış oldular.