Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı (2024-2025)
Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’ne göre öğrencilerin başarısı; öğretim programı öğrenme kazanımları esas alınarak dersin özelliğine göre yazılı sınavlar, uygulamalı sınavlar, performans çalışmaları ve projeler üzerine alınan puanlara göre belirlenir. Tarih dersinde öğrenci başarısını tespit edebilmek için kullanılan araçlardan biri de yazılı sınavlardır. Bu yazımızda Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı örneğini paylaşıma açıyoruz.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı
Tarih dersi yazılı sınavları ile ilgili Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı örneği aşağıda yer almaktadır. Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı örneği yönetmelik gereği açık uçlu sorulardan oluşmaktadır. Ancak Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 2. Yazılı sınavı içine kısa yanıtlı, doğru-yanlış, eşleştirmeli veya çoktan seçmeli test gibi sorular da eklenebilir.
Aşağıdaki Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı örneği 2024-2025 eğitim öğretimi yılı için yeni müfredata göre hazırlanmıştır. Bu yazılı sınavda sınav kapsamındaki ilgili kazanımlardan 10 soru bulunmaktadır. Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı sınavı içerisinde analiz ve değerlendirme düzeyindeki kazanımlara yönelik birden fazla soru yer almaktadır. Bu tarih yazılı sınavı içerisinde yer alan sorular puanlanmamıştır. Puanlama işi tarih öğretmenine bırakılmıştır.
Tarih dersi öğretim programında yer alan becerilere ve kazanımlara göre hazırlanan Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı sınavını bilgisayarınıza kopyalayarak üzerinde düzenleme veya değişiklik yapabilirsiniz.
Yanıt Anahtarı: Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 1. Dönem 1. Yazılı cevap anahtarları sorulardan hemen sonra aşağıda ayrı bir başlıkta yer almaktadır.
2024-2025 Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Dersi 1. Dönem 1. Yazılı Sınavı
2024-2025 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI
……………………………… LİSESİ
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ DERSİ
1. DÖNEM 1. YAZILI SINAVI
SORULAR
1. Komünizm, faşizm, nasyonal sosyalizm ideolojilerini kısaca tanımlayınız.
2. Basmacı Hareketi nedir? Basmacıların faaliyetlerini yazınız.
3. İngiltere’nin Orta Doğu’daki sömürgecilik çalışmalarını hakkında Irak örneği üzerinden bilgi veriniz.
4. Samuray kimdir? Samuraylık kültürünün Japonya’da yok oluş süreci hakkında bilgi veriniz.
5. Almanya’da ortaya çıkan hiper enflasyonun siyasi ve sosyal sonuçları nelerdir?
6. İki dünya savaşı arasındaki dönemde dünyada meydana gelen sosyokültürel olaylardan veya bilimsel gelişmelerden bir tane örnek vererek bu örneği kısaca açıklayınız.
7. İtalya’nın “Bizim Deniz” (Mare Nostrum) politikasının dayanaklarını açıklayınız.
8. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının Japonya’daki yıkıcı etkileri neler olmuştur?
9. İki kutuplu dünya düzenini ortaya çıkaran nedenler nelerdir?
10. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin savaş dışı kalma çabalarının gerekçeleri nelerdir?
2024-2025 Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Dersi 1. Dönem 1. Yazılı Sınavı Yanıt Anahtarı
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ DERSİ
1. DÖNEM 1. YAZILI SINAVI
YANITLAR
Yanıt 1: Komünizm: Toplumsal üretim araçları kolektif olarak sahiplenilir ve yönetilir. Sınıf farklarının olmadığı bir toplum hedeflenir. Bir sınıf toplumu yerine, sınıfsız bir toplum oluşturmak. Devletin zamanla ortadan kalkacağına inanılır. Önemli Temsilcileri: Karl Marx, Friedrich Engels, Vladimir Lenin.
Faşizm: Otoriter, milliyetçi ve sıkı bir merkezi yönetimi benimser. Milli birliği vurgular ve genellikle tek liderliğe dayanır. Ulusal birliği, güçlü bir devleti ve genellikle belli bir etnik grubun üstünlüğünü savunur. Önemli Temsilcileri: Benito Mussolini, Adolf Hitler (Nasyonal Sosyalizmin lideri olarak da bilinir).
Nasyonal Sosyalizm (Nazizm): Faşizmin bir alt dalı olarak kabul edilir. Milliyetçi, otoriter ve aşırı sağcı bir ideolojidir. Irksal üstünlük iddiasında bulunur. Belirli bir “üstün” ırkın diğerlerinden üstün olduğuna inanır. Yahudi karşıtlığı temel bir ögedir. Önemli Temsilcileri: Adolf Hitler ve Nazi Partisi.
Her üç ideoloji de tarih boyunca önemli siyasi hareketlere ve hükümetlere ilham vermiş ve etki etmiş ideolojilerdir. Ancak, uygulamaları ve sonuçları büyük farklılıklar göstermiştir ve birçoğu toplumsal çatışmalara ve insan hakları ihlallerine neden olmuştur.
Yanıt 2: Basmacı Hareketi, 1916-1934 yılları arasında Orta Asya’da, özellikle Sovyetler Birliği’nin Orta Asya cumhuriyetlerinde gerçekleşen bir anti-Sovyet direniş hareketidir. Bu hareket, başta Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan olmak üzere Orta Asya bölgelerinde etkili oldu. Ağırlıklı olarak köylü ve kabile gruplarından oluşan Basmacılar, Sovyet hükümetine karşı çeşitli sebeplerle ayaklandılar.
Basmacıların faaliyetleri şu şekillerde özetlenebilir. Basmacılar, geleneksel askeri birlikler yerine çoğunlukla gerilla taktikleri kullanarak Sovyet güçlerine karşı mücadele ettiler. Dağlık ve sarp arazilerde üslenerek, sürekli hareket halinde olmaları Sovyet kuvvetlerinin onları etkili bir şekilde takip etmesini zorlaştırdı. Basmacı Hareketi’nin temel motivasyonlarından biri, Sovyet rejiminin laik ve anti-dini politikalarına karşıydı. Bu hareket, İslamcı ve geleneksel Orta Asya kültürünün korunmasını savundu. Basmacılar, Sovyetlere karşı mücadelelerinde dış destek aradılar. Özellikle Afganistan ve bazı Orta Doğu ülkeleri, Basmacılara lojistik ve mali destek sağladı. Basmacılar, yerel halk arasında Sovyet yönetimine karşı destek kazanmak için propagandaya başvurdular. Ayrıca, yerel halkı Sovyet hükümetine karşı ayaklanmaya teşvik etmek amacıyla psikolojik savaş yöntemleri kullandılar. Basmacılar arasında dağınıklıklar ve liderlik çatışmaları yaşandı. Bu iç çatışmalar, hareketin etkinliğini azalttı.
Sonuç olarak, Basmacı Hareketi, Sovyet hükümetine karşı direnişin sembolü haline geldi. Ancak zamanla Sovyet güçlerinin yoğun baskısı altında zayıfladı ve 1934’e kadar etkinliğini büyük ölçüde kaybetti. Bu tarihte resmi olarak sona erdi, ancak sembolik olarak Orta Asya’da hala direniş sembolü olarak anılmaktadır.
Yanıt 3: İngiltere’nin Orta Doğu’daki sömürgecilik çalışmaları, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte, 19. yüzyılın ortalarından itibaren hız kazandı. Bu süreç, çeşitli bölgelerde farklı stratejiler ve yöntemlerle gerçekleşti. Irak, bu dönemde İngilizlerin Orta Doğu’daki önemli müdahalelerinden biridir.
Irak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesiyle birlikte, bölge Britanya İmparatorluğu ve diğer müttefikler tarafından işgal edildi. Savaştan sonra, Milletler Cemiyeti tarafından bu tür bölgelerin idaresi için kurulan ‘Mandater Sistemi’ çerçevesinde, Britanya Irak’a “mandater” olarak atandı. Bu süre zarfında, İngiliz yönetimi ülkeyi doğrudan idare etti. Bu dönem boyunca, Irak’taki ekonomik kaynaklar (petrol başta olmak üzere) İngiliz şirketlerinin denetimine geçti. Irak, 1927’de ilk petrol kuyularının keşfiyle stratejik bir öneme sahip oldu. Bu dönemde, Irak’ın zengin petrol kaynakları, İngiltere’nin dikkatini çekti. Irak petrolleri, Britanya’nın stratejik ve ekonomik çıkarları için kritik bir rol oynadı. İngiliz yönetimine karşı çeşitli direniş hareketleri ve ayaklanmalar yaşandı. Bunlardan en önemlilerinden biri, 1920’deki “Halk Ayaklanması” olarak bilinen büyük direniş oldu. Ancak bu ayaklanma İngilizlerin üstün gelmesiyle sonuçlandı. 1932’de, Irak resmen bağımsızlığını ilan etti ancak bu dönemde de İngilizlerin bölgedeki etkisi sürdü. Monarşi döneminde, Irak’taki hükümetin İngiliz çıkarlarına hizmet etmesi için çeşitli anlaşmalar yapıldı. 1958 yılında, Kraliyet Ailesi’ne karşı bir darbe gerçekleşti. Bu, monarşinin sona erdiği ve bir Cumhuriyetin kurulduğu bir dönem oldu. Bu dönemde de İngiliz etkisi azalmaya başladı.
Sonuç olarak, İngiltere’nin Irak’taki sömürgecilik çalışmaları, özellikle petrol kaynaklarının kontrolü ve bölgesel stratejik çıkarları gözeterek gerçekleşmiştir. Bu dönem, Irak’ın tarihsel ve politik gelişiminde önemli bir etki bırakmıştır.
Yanıt 4: Samuraylar, Japonya’da Orta Çağ ve Feodal dönemde yaşayan savaşçı sınıfıdır. Bu sınıf, genellikle soylu ailelerden gelir ve kendilerini savaşçı olarak eğitirler. Samuraylar, 9. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar Japonya’nın toplumsal ve kültürel yapısında önemli bir rol oynadılar. Samuraylar, kendilerini bir ahlaki kod ve disiplin anlayışı olan “Bushido”ya adadılar. Bushido, sadakat, dürüstlük, cesaret ve onur gibi erdemleri vurgular.
Samuraylık kültürünün yok oluş süreci, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Japonya’da önemli değişimlerin yaşanmasıyla başladı. 19. yüzyılın ortalarında, Japonya dış dünyayla daha fazla etkileşime girmeye başladı. Amerika’nın Komodor Matthew Perry komutasındaki donanması, Japonya’ya geldi ve kapalı ülke politikasının sona ermesine yol açtı. Bu, Japonya’nın modernleşme sürecini başlattı. Meiji Restorasyonu ile Japonya’da Meiji dönemi başladı. Bu dönemde, feodal yapı kaldırıldı ve merkezi bir hükümet kuruldu. Samuraylar, artık savaşçı olarak geleneksel rollerini oynamamaya başladılar. Meiji dönemi reformları, samurayların topraklarındaki ayrıcalıklarını ve gelirlerini kaybetmelerine neden oldu. Modern bir ordu ve bürokrasi oluşturulduğunda, samuray sınıfının geleneksel savaşçı rolü önemini yitirdi. Samuraylar, yeni rejime uyum sağlamaya çalıştılar. Bazıları hükümette görev aldı, bazıları ise farklı mesleklerde çalışmaya başladı. 1876’da, Japonya’da samurayların taşıdığı kılıçların yasaklanması ve giysilerinin değiştirilmesi gibi adımlar, samurayların savaşçı kimliklerini sembolik olarak sonlandırdı.
Sonuç olarak, samuraylık kültürü ve sınıfı, modernleşme ve Meiji dönemi reformlarıyla birlikte hızla değişime uğradı. Samuraylar, savaşçı kimliklerini yitirdiler ve Japon toplumunda farklı rollerde yer aldılar. Bu süreç, Japonya’nın modern bir ulus devletine dönüşümünün bir parçası olarak yaşandı.
Yanıt 5: Almanya’da ortaya çıkan hiperenflasyon, Weimar Cumhuriyeti döneminde (1919-1933) yaşanan ekonomik krizin en şiddetli dönemidir. Bu sürecin siyasi ve sosyal sonuçları oldukça derin etkiler bırakmıştır.
Hiperenflasyon dönemi, Weimar Cumhuriyeti’nde büyük bir siyasi istikrarsızlığa neden oldu. Sürekli değersizleşen para, hükümetin ekonomik sorunları çözme konusundaki başarısızlığını gösterdi. Bu da sık sık hükümet değişikliklerine yol açtı. Hiperenflasyon döneminde, radikal sol ve sağ akımların etkisi arttı. Solcu gruplar, sosyal ve ekonomik eşitliği savunarak destek kazandı. Aynı zamanda aşırı sağ gruplar da hiperenflasyon krizini kullanarak propaganda yaparak destek topladı. Hiperenflasyon, halk arasında büyük bir güvensizliğe neden oldu. Tasarruflarını kaybeden insanlar, hükümete olan güvenlerini yitirdiler. Bu, demokratik kurumların zayıflamasına ve radikal grupların yükselmesine zemin hazırladı.
Hiperenflasyon, toplumun sosyal yapısını sarsarak huzursuzluğa neden oldu. Gelirler hızla değersizleştiği için, insanlar geçimlerini sürdürmekte zorlandılar. Yoksulluk ve işsizlik arttı. Hiperenflasyon döneminde, birikimlerini kaybeden insanlar büyük ekonomik zorluklar yaşadılar. Tasarruflarını değerlendiremedikleri için, emeklilik hayalleri suya düştü. Hiperenflasyon zenginlik ve gelir dağılımındaki dengesizliği artırdı. Zenginler, enflasyondan daha az etkilenirken, orta sınıf ve alt gelir grupları büyük zarar gördü. Bu dönemde yaşanan ekonomik belirsizlik ve zorluklar, insanların mental ve duygusal sağlıklarını olumsuz etkiledi. Bu dönemde yaşanan travmalar, bireylerin ve ailelerin uzun süreli etkileri oldu.
Sonuç olarak, Almanya’daki hiperenflasyon dönemi, toplumun ekonomik, siyasi ve sosyal yapısını derinden sarsarak, istikrarsızlık ve güvensizlik ortamına yol açtı. Bu dönemin etkileri, Nazi Partisi’nin yükselmesi gibi tarihsel olaylarda da kendini göstermiştir.
Yanıt 6: Bu dönemde gerçekleşen önemli sosyokültürel olaylardan biri, Kadın Hakları Hareketi ve Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı Kazanmasıdır. 1920’lerin ortalarından itibaren, birçok ülkede kadınlar, siyasi katılım hakları için mücadele etti. Örneğin, Birleşik Krallık’ta 1928’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1920’de kadınlar seçme ve seçilme hakkını kazandı. Bu, kadınların toplumsal ve siyasi haklardaki eşitliği için büyük bir adımdı.
Kadınlar, bu hakları kazanmak için uzun süren mücadeleler yürüttüler. Örgütlenerek, mitingler düzenleyerek ve çeşitli kampanyalar yürüterek hakları için mücadele ettiler. Bu dönemde kazanılan haklar, kadınların toplumda daha aktif rol almasını sağladı ve kadın hakları hareketi, modern toplumun yapı taşlarından biri haline geldi. Bu, kadınların siyasi arenada daha fazla temsil edilmesine ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesine önemli bir katkı sağladı.
Yanıt 7: İtalya’nın “Bizim Deniz” (Mare Nostrum) politikası, Latince’de “Bizim Deniz” anlamına gelmektedir. Bu politika, özellikle Benito Mussolini döneminde (1922-1943) İtalya’nın Akdeniz’e olan stratejik ve tarihsel bağını vurgulamak amacıyla benimsenmiştir.
Bu politikanın dayanakları şunlardır; İtalya, Antik Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Roma’nın kurulu olduğu yerde bulunmaktadır. Roma İmparatorluğu, Akdeniz’in büyük bir bölümünü kontrol eden büyük bir imparatorluktu. “Mare Nostrum,” Roma İmparatorluğu döneminde kullanılan bir ifadedir ve “Bizim Deniz” anlamına gelir. Bu ifade, Roma İmparatorluğu’nun Akdeniz’i hakimiyeti altında tutmasını ifade eder. İtalya, coğrafi olarak Akdeniz’in ortasında yer alır. Bu durum, ülkenin tarih boyunca denizcilik ve ticaret yollarının merkezinde bulunmasını sağlamıştır. Bu sebeple, Akdeniz, İtalya için stratejik bir öneme sahiptir. Mussolini döneminde İtalya, bir büyük güç olarak tarihsel prestijini yeniden kazanmayı hedefliyordu. Akdeniz’e olan hakimiyet, bu stratejik hedeflerin bir parçasıydı. Ayrıca, İtalya’nın komşu bölgelerde etkin olmasını ve Akdeniz’in kontrolünü ele geçirmesini amaçladı. Mussolini’nin ideolojisi, Roma İmparatorluğu’nun büyüklüğüne ve ihtişamına olan özlemin bir yansımasıydı. “Bizim Deniz” politikası, bu ideolojiyi Akdeniz çerçevesinde tekrar canlandırmayı amaçladı. Akdeniz, deniz yoluyla gerçekleşen önemli bir ticaret rotasıydı. İtalya, bu rotalardan elde edilen ekonomik avantajların farkındaydı ve bu yolların kontrolünü ele geçirmeyi hedefledi.
Sonuç olarak, İtalya’nın “Bizim Deniz” politikası, ülkenin tarihsel bağlarını, coğrafi konumunu ve jeopolitik stratejilerini temel alarak Akdeniz’e olan hakimiyetini vurgulamayı amaçlamıştır. Bu politika, İtalya’nın o dönemdeki büyük güç olma hedeflerine yönelikti.
Yanıt 8: Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları, 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın sonunda Amerika Birleşik Devletleri tarafından Japonya’ya karşı kullanıldı. Bu bombaların patlaması sonucunda oluşan yıkıcı etkiler büyük çapta olmuştur.
Hiroşima (6 Ağustos 1945): “Little Boy” adı verilen atom bombası, şehir merkezine düştü. Patlama sonucunda şiddetli bir şok dalgası ve yüksek sıcaklıkla yangınlar başladı. Binaların büyük bir kısmı alev aldı. Patlama, büyük miktarda radyasyon yaydı. Bu radyasyonun etkisiyle binlerce insanın vücutlarına ciddi hasarlar verdi. Kanser, radyasyon zehirlenmesi gibi sağlık sorunlarına yol açtı. Patlama ve radyasyon etkileri sonucu, anında yaklaşık 70.000 kişi hayatını kaybetti. Bu sayı sonraki yıllarda artarak daha da yükseldi. Yaralı sayısı ise bir o kadar fazlaydı.
Nagazaki (9 Ağustos 1945): “Fat Man” adı verilen atom bombası Nagazaki’ye düştü. Bu patlama da Hiroşima’da yaşananlar gibi yoğun yıkıma neden oldu. Şehir merkezi neredeyse tamamen tahrip oldu. Nagazaki’de de büyük miktarda radyasyon yayıldı. Binlerce kişi radyasyonun etkileriyle hastalandı ve hayatını kaybetti. Bu radyasyon etkileri, uzun yıllar boyunca devam etti. Nagazaki’deki patlama sonucu yaklaşık 40.000 kişi anında hayatını kaybetti. Yaralı sayısı ise çok daha fazlaydı.
Atom bombalarının patlamasının ardından, bölgedeki radyasyon seviyeleri uzun süre yüksek kaldı. Bu durum, bölgede yaşayanların sağlığını olumsuz etkiledi ve genetik mutasyonlara yol açtı. Şehirlerin büyük bir kısmının tahrip olması, ekonomik altyapının çökmesine ve toplumun genelinde büyük bir travmanın yaşanmasına neden oldu. Hirosima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının sonuçları, insanlık tarihinin en yıkıcı olaylarından biri olarak kaydedildi. Bu olay, nükleer silahların potansiyel tehlikesini ve kullanımının yıkıcı sonuçlarını dünya genelinde vurguladı.
Yanıt 9: İki kutuplu dünya düzeni, Soğuk Savaş döneminde (1947-1991) ortaya çıkmış bir uluslararası politika ve güç dengesidir. Bu dönemi ortaya çıkaran birkaç ana neden bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı, büyük bir yıkım ve kayba yol açtı. Savaş sonrası, Avrupa ve Asya’da büyük bir yeniden yapılanma süreci başladı. Bu süreçte, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği ekonomik ve askeri olarak güçlü hale geldi. Kapitalist Amerika Birleşik Devletleri ile komünist Sovyetler Birliği arasında ideolojik farklılıklar vardı. Kapitalizm ve komünizm, ekonomik ve siyasi sistemler açısından birbirine karşıydılar ve her iki taraf kendi ideolojilerini dünya geneline yayma hedefindeydiler.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, müttefikler tarafından işgal edilmişti. Bu durum, Almanya’nın bölünmesine ve Doğu Almanya’nın Sovyet etkisi altında komünist bir rejim kurmasına yol açtı. Batı Almanya ise demokratik ve kapitalist bir yapıya sahipti. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, nükleer silahlar konusunda büyük bir yarış içindeydiler. Her iki ülke de stratejik nükleer silahlar üretiyor ve nükleer denemeler gerçekleştiriyordu. Bu durum, dünyanın karşı karşıya olduğu büyük bir tehlikeyi simgeliyordu. II. Dünya Savaşı sonrası yapılan Yalta ve Potsdam Konferansları’nda, savaş sonrası düzenlemeler ve işgal bölgelerinin paylaşımı gibi önemli kararlar alındı. Ancak bu konferanslarda belirlenen kararlar ilerleyen dönemde gerginliklere neden oldu. Kore Savaşı (1950-1953), Berlin Krizi (1948-1949), Küba Füze Krizi (1962) gibi önemli olaylar, iki kutuplu dünya düzenindeki gerilimi artıran faktörlerdi.
Sonuç olarak, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yıkım, ideolojik farklılıklar, nükleer silah yarışı ve çeşitli krizler, iki kutuplu dünya düzeninin oluşmasına zemin hazırladı. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, dünya siyasetini belirleyen iki süper güç haline geldi.
Yanıt 10: Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sırasında savaş dışı kalmaya çalışmasının temel gerekçeleri şunlardır; Türkiye, savaşın başladığı dönemden itibaren tarafsızlık ilkesini benimsemiştir. Bu politika, ülkenin doğrudan savaşa dahil olmaması ve savaş taraflarından herhangi birine karşı düşmanca bir tutum takınmaması anlamına geliyordu. Lozan Antlaşması ile Türkiye, bağımsızlığını ve egemenliğini kazanmıştı. Bu nedenle, Türkiye uluslararası ilişkilerinde bağımsız bir politika izleme hakkına sahipti ve kendi çıkarlarını koruma hakkına sahip olduğunu savunuyordu. Türkiye, Lozan sonrası dönemde iç istikrarını sağlamak ve ekonomik kalkınmasını sürdürmekle meşguldü. Savaşa katılmamak, ülkenin iç dinamiklerini korumak ve ekonomik büyümeyi sürdürmek için önemliydi.
Türkiye, stratejik bir konumda yer alıyordu ve savaşa dahil olması durumunda coğrafi olarak risk altında olabilirdi. Özellikle, Sovyetler Birliği’nin Türkiye sınırlarına yakın bölgelerdeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda, savaşa katılmamak Türkiye’nin güvenliği açısından önemliydi. Türkiye, hem Müttefikler hem de Mihver Güçleri ile ticaret yapmaktaydı. Tarafsız kalmak, bu ticaret ilişkilerini sürdürebilme olanağını koruyordu. Türkiye, Milletler Cemiyeti üyesiydi ve uluslararası barış ve işbirliği çabalarına destek veriyordu. Diplomatik yollarla çatışmaların çözümüne odaklanmayı tercih ediyordu.
Sonuç olarak, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmaya çalışmasının arkasında uluslararası ilişkilerdeki nötralite politikası, iç istikrarın korunması, coğrafi konumun getirdiği risklerin azaltılması ve ticaret ilişkilerinin sürdürülmesi gibi önemli faktörler bulunmaktadır. Bu politika, Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenlik haklarını koruma çabasının bir yansımasıdır.
Tüm Yazılı Sınavlar: Tarih dersi yazılı sınavları ile ilgili örnek sınavların tamamını incelemek için Tarih Dersi Yazılı Sınavları – Yeni Müfredata Göre (2024-2025) başlıklı yazımızı ziyaret edebilirsiniz.
12. sınıf seçmeli tarih dersının cvp anahtarını rica edebilirmiyim
boşuna uğraşma ..cevap anahtarı soru kalitesinden belli değil mi:)