İslamiyet Öncesi Türklerde Devlet Yönetimi
Dünya uygarlık tarihinde önemli gelişmeleri doğuran bazı büyük topluluklar veya uluslar vardır. Bunlardan birisi de hiç kuşkusuz Türklerdir. Türklerin tarihte önemli gelişmeleri doğurmasının ve etken bir rol almasının kaynağı, Türklerin yasaya veya töreye göre işleyen düzenli bir devlet yapısı oluşturabilmeleridir. Bu yazımızda İslamiyet öncesi dönemde Türklerde devlet yönetimi konusunu inceledik.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Devlet Nedir?
İnsanların kütleler biçiminde bir kültür çevresinde bir araya gelerek oluşturdukları en büyük topluluğa ulus adını verebiliriz. Aynı biçimde, insan toplulukların oluşturabildikleri en büyük kurum olarak devleti görebilmemizde bir sakınca yoktur.
Türklerde Devlet Kavramı
Türklerde ulus ve devlet düşüncelerinin veya kavramlarının pek eski zamanlarda ortaya çıktığını biliyoruz. Türkler ortaya çıktıkları Orta Asya’ya tamamen egemen olan büyük devletler oluşturduğu gibi başka bölgelere göç ettikten sonra da yeni yeni siyasi yapılar oluşturmuştur. Türklerin en eski zamanlardan başlayarak sürekli bir biçimde devlet oluşturduklarını ve devletsiz geçen zamanlarının hemen hemen hiç olmadığını da söyleyebiliriz. Çünkü Türklerin hemen her zamanında devleti, ulusu yaşatan ve geliştiren vazgeçilmez bir yapı olduğunun bilincinde ve ayrımında olduğu ortadadır.
Türkler, devlete, ‘el’ veya ‘il’ adını veriyorlardı. Türkler, Devlet kurmayı ‘illemek’, devlet yönetmeyi ‘il tutmak’, devletsiz kalmayı ‘ilsirmek’, devletsiz bırakmayı ‘ilsiretmek’, devleti olanı veya hakanı, ‘illiğ’ sözcükleriyle dile getiriyordu. Türkler, devleti, her zaman ‘töre’ ile birlikte düşünüyordu.
İslamiyet Öncesi Türklerde Devlet Yönetimi
Türklerin İslamiyet’e geçmeden önceki ve geçtikten hemen sonraki devlet yapısı ve düzeni konusunda özetle Türklerde devlet yönetimi konusunda değinmeye çalıştığımız bu yazımızda, ilk olarak, Türklerde devleti oluşturan öğeleri kavramsal olarak inceledikten sonra Türklerde devlet yönetimi ve egemenlik ile ilgili bazı kavramları ve de Türklerde devlet yapısı içinde yer alan kurumları inceleyeceğiz. Son olarak ise, Müslüman olan ilk Türklerin devlet yapısında ve yönetiminde görülen değişmeleri elimizden geldiğince inceleyeceğiz. İlk olarak ise Türklede devlet yönetimi konusunda devleti oluşturan öğeleri inceleyeceğiz.
Türklerde Devleti Oluşturan Öğeler
Türklerin eski zamanlarında devlet, oksızlık (bağımsızlık), uluş (ülke), kün (halk), töre (yasa) olmak üzere dört temel öğeden oluşmaktaydı. Devlet üzerine bu dört kavramı içeren bir tanım yapacak olursak devlet, bir topluluğun belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik haklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın kullanarak kurup geliştirdiği siyasi, sosyal ve yasal bir yapıdır. Türklerin eski zamanlarından beri var olan ve devleti oluşturan bu öğeleri daha geniş ve kapsamlı inceleyelim. İşte Türklerde devlet yönetimi hakkında etkili olan öğeler;
1. Oksızlık (Bağımsızlık) veya Erkinlik (Egemenlik)
İbrahim Kafesoğlu, ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde Türk tarihi ve kültüründe önemli yer tutan bağımsızlık anlayışını, bazı olaylarla örnekleyerek açıklamaya çalışmıştır. Buna göre, Türklerin bağımsızlığa önem verişinde önemli ve büyük yer tutan etken, bozkır yaşantısının getirileridir. Başka toplulukların baskısı karşısında boyun eğmek yerine, temel geçim aracı olan hayvanlarını sürerek yer değiştirmeleri, yani yerleşik olamama durumu Türklerde özgürlük bilinci doğurmuştur. Ayrıca bu yer değiştirmeleri at ile gerçekleştirdiği için at, hızı ve diğer binek hayvanlarına göre üstünlüğü dolayısıyla Türklere güvenç ve egemen olma ruhunu aşılamıştır. Yine aynı kitapta, M.Ö. 55’te Hun toyunda, Türklerin bağımsızlığa verdiği önemi ortaya koyan bir söz, Çin yıllığı Ts’ien Han-shu’a dayanılarak şöyle aktarılır; “Cesarete karşı hayranlık duymak ve tabiiyeti yüz kızartıcı saymak bizim geleneğimizdir. Mücadele için binecek atlarımız, korunacak toprağımız ve yürütülecek devletimiz, kavimler üzerinde şerefimiz var. Henüz savaşarak ölmesini bilen yiğitlerimiz var.”
Türklerde bağımsızlık veya özgürlük bilincinin doğması ve bunun devleti oluşturan bir öğe olarak gelenekleşmesinin kaynağını bozkır yaşantısının getirilerine Türklerin uyum sağlamadaki yeteneği olarak belirleyebiliriz. Yine bu konuyla ilgili olarak Orhun yazıtlarında yer alan bazı sözler Türklerin, bağımlı olmayı veya tutsak kalmayı ölümden ayrı görmediklerini ve de bağımsızlığına verdikleri önemi ve bunun biçimini veya düzeyini ortaya koymaktadır. Örneğin, Tonyukuk anıtında yer alan şu söz söylediklerimizi kanıtlamaktadır; “Türk halkı (kendi) hanını bulmayınca Çin’den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin’e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı; ‘(sana) han verdim, hanını bırakıp (yine) bağımlı oldun.’ (Türk halkı yeniden) bağımlı olduğu için tanrı ‘öl’ demiş olmalı. Türk halkı öldü, mahvoldu, yok oldu.” Ayrıca, Orhun yazıtlarında bağımsızlığın yitirilişine dair ve bununla ilgili bazı deyim ve sözcükler ise şöyledir; devleti yitirmek ‘ilsiremiş’, kağansız kalmak ‘kağansıramış’, kadınların tutsak (cariye) olması ‘küng edmiş’, erkeklerin tutsak (kul) olması ‘kul admış’, töreyi bırakmak ‘törüsin ıçgınmış’.
Erkinlik (Egemenlik) Nedir?
Çağdaş hukukta egemenlik, devletin kayıtsız ve şartsız bağımsızlığına sahip olması, diğer devletlerle hukuken eşit durumda bulunması ve sahip olduğu üstün güce ülke içinde rakip olabilecek ve karşı gelebilecek bir başka gücün bulunmamasıdır.
Türklerde egemenlik, kendini daha çok tam bağımsızlık ile yakın ilişkili ve ilgili olarak göstermiştir. Türkler, yaşamlarındaki en ve çok ağır savaşımları bağımsızlıklarını korumak ve egemenliklerini sürdürmek için vermiştir. Daha da önemlisi savaşımını verdikleri bu değerlerin önemsenmesi bile Türkler arasında sert tartışmalara neden olmuştur.
Örneğin, M.Ö. 58’de Hun toyunda iç ve dış baskılara karşı koyamayan hun hanı Ho-han-yeh vezirinin önerisiyle Çin egemenliğine girerek durumunu kurtarmak istemiştir. Ancak hanın kardeşi Çi-çi ve bazı devlet adamları bağımsızlığın yitirilecek olmasına karşı çıkmıştır. Çünkü onlar kurtuluşu başka bir devletin egemenliğine girmekte değil, kendi güçlerinde görmüştür. Bu uğurda Çi-çi ve onun gibi düşünenler Çin egemenliğine girmeyip onlarla savaşarak ölmüştür.
Türklerde devletin oluşabilmesi her şeyden önce bağımsızlığa dayandırılmıştır.
2. Uluş (Ülke)
Türkler, devletin sahip olduğu ve halkın üzerinde yaşadığı topraklara ‘ülke’[11], ‘uluş’ veya yurt gibi adlar vermişti. Bunlardan ‘uluş, toprakla birlikte halkı ifade etmekteydi. ‘yurt’ ise, daha çok vatan kavramı gibi bir anlam taşıyordu. Türkler için yurt, sadece üzerinde yaşanılan ve geçim sağlanan bir toprak parçası değildi; aynı zamanda kendilerini koruyan ata ruhlarının üzerinde dolaştığı bir yerdi.
Türkler, ancak üzerinde özgür olarak yaşadıkları ve egemenlik haklarını hiçbir kısıtlama olmaksızın kullandıkları toprakları ‘yurt’ olarak kabul etmişti. Daha doğrusu, onlar için yurt, üzerinde Türk tuğlarının ve bayraklarının dalgalandığı kutsal bir ata yadigârıydı. ‘yurt’ diğer yurtlardan ‘yaka’ adı verilen sınırlarla ayrılmıştı.
Türklerde ülke, belirli bir sınırları olan bir devlet arazisi ve bu bütün milletin ortak toprağı olarak kabul edilmiştir. Buna kanıt olarak İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Çin kaynağı Shih-chi’den şu aktardıklarını gösterebiliriz; “Asya Hun tanhusu Mo-tun, tahta çıktığı günlerde, komşu Tung-hu’ların vergi olarak at ve kadın istemelerine fazla itiraz etmemişken, onların arazi talebi karşısında kaldığı zaman (M.Ö. 209) devlet meclisinde ‘toprağın kendine ait şahsi mülk değil, milletin malı ve devletin temeli’ olduğunu söyleyerek kendisinin kimseye arazi terk etmeye yetkisi olmadığını belirtmişti. Görülüyor ki Bozkır Türk ilinde ‘uluş’ hükümdarın keyfine göre şahsi mal gibi tasarruf edilebilen bir toprak parçası olmayıp bizzat devlet reisinin korumakla oldu ata yadigârıydı.”
Türklerde toprak, yani ülke, yani vatan kutlu olduğu için ‘ıduk’tur. Vatanın kutluluğu, Türk yazıtlarında zaman zaman ‘ıduk’ sözcüğü ile anılmıştır. Ayrıca vatanın elden çıkması başa gelebilecek en korkuncudur. Bundan daha kötü bir şey düşünülemezdi.
3. Kün (Halk)
Türklerde halka ‘kün’, ‘bodun’ veya ‘el’ denilmiştir. Bunlardan ‘bodun’, ‘boy (bod)’ sözünün çoğulu olup boylar birliği anlamındaydı.
Tarihi kayıtlara göre, Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan topluluklara ilk kez milli kimliklerini sezdiren ve onlara büyük bir millet olduklarını öğreten lider, Hun hükümdarı Mo-tun (Mete, Bagatır, Batur)’dur. Mo-tun komşu devletleri birer birer yenip baskı altına aldıktan sonra bütün gücünü ve enerjisini Hun siyasi birliğini sağlamak üzerinde toplamıştır. Bunun için Mo-tun, 25 yıl içinde 26 kadar küçüklü büyüklü devleti ortadan kaldırarak, Hun siyasi birliğini kurmuştur. Mo-tun, bu amacının sonucunu, M.Ö. 176’da “ok ve yay gerebilen kavimleri bir aile gibi birleştirdim; şimdi onlar Hun oldular” biçiminde ifade etmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Mo-tun, sadece Hun siyasi birliğini kurmakla kalmayıp aynı zamanda Türk topluluklarına Hun olma, yani millet olma bilincini de aşılamıştır.
Türklerde devlet, idareci unsur ile işbirliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri ve katkıları sonucunda gerçekleşmiştir. Daha doğrusu, halk devletin hem kurucu hem de temel unsuruydu. Başka bir deyişle halk, devletin gerçek sahibiydi. Bundan dolayı devletin yıkılması ve istiklalin yitirilmesi, Türk toplulukları arasında elem dolu yakınmalara ve dövünmelere neden olmuştur. Örneğin, 630’da devletini ve istiklalini yitiren Türk milletinin feryatları Orhun yazıtlarına, “illi millet idim, ilim şimdi hani, kime il kazandırıyorum der imiş” biçimindeki ifadelerle yansımıştır.
Türklerde Millet Kavramı
Bozkır Türk devleti herhangi bir ailenin kılıç zoru ile meydana getirdiği bir yığınlar topluluğu değil, fakat idarecilerle işbirliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri, katkısı ile gerçekleşen siyasi teşekküldü. Hatta vesikalara göre, ‘devleti kuran ve devlet başkanını başarılı kılan’ da milletti: “Türk kavmi il yaptığı ilini… Kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş”.
920-921 arasında Abbasi Halifeliğinden, Bulgar Türklerine İslamiyeti öğretmek için giden heyetin üyelerinden birisi olan İbn Fazlan Oğuzlar hakkında şu bilgileri vermiştir: “Onların başlarındakine bey deniyor. Herhangi bir konuda fikir almak için onun yanına gidip ‘ne yapalım’ diye soruyorlar. Kararı kendi aralarında bir toplantı yapak belirliyorlar. Ancak bu karara içlerinde en sıradan bir kişi bile karşı çıkabiliyor.” Yani Türklerde, milletin istemediği bir şeyi yöneticilerin kabul ettirmesi olanaklı değildi ve halk da temel yurttaşlık görevlerini yerine getirdikçe her türlü özgürlüğe sahipti.
4. Töre (Yasa)
Türklerde sosyal yaşamı düzenleyen yazılı olmayan kurallara veya yasalara ‘töre’ denilmiştir. İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Türk devletlerinde yasa (töre) hakkında şunlar ortaya koyulmuştur; Türk devletinde halkın istekleri, kamu hukukunu, hükümdarın görevlerini belirleyen ve cezai hükümleri ile dikkati çeken törenin tatbiki ile yerine getirilmiştir. Türk devleti özel yasalara (töre hükümlerine) dayalı bir kuruluştu. Devletin varlığı töre varlığına bağlıydı. Töre hükümleri değişmez kalıplar değildi. Bir sosyal hukuki kaideler toplamı olarak töre, çevre ve olanaklara uygun yaşayabilmenin gerekli kıldığı yeniliklere açıktı. Türk hükümdarları, yerine ve zamanın gereklerine göre ve meclislerin onayı alınmak üzere, töreye yeni hükümler getirebilmişlerdir.
Töre hükümlerine uymayanlar cezalandırılmıştı. Bozulan töreyi düzeltmek Türk kağanlarının belli başlı görevleri arasında yer almıştır. Kutadgu Bilig’e göre törenin değişmez dört özelliği vardı ki bunlar şöyleydi; adalet (könilik), iyilik veya yararlılık (uzluk), eşitlik (tüzlük), insanlık (kişilik).
Okuma Önerisi: Töre konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek için Töre Nedir? Nasıl Ortaya Çıkmıştır? İlk Türk Devletlerinde Töre başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.
Türklerde Devletin Kuruluş Özelliği
İ. Kafesoğlu’nun ‘Türk Milli Kültürü’ adlı ürününde, Türk devletinin kuruluş özelliklerini şöyle sıralamıştır; Velayet-i amme, özel mülkiyet, serbest çalışma, imtiyazsızlık; hükümranlık karizmaya dayanmakla birlikte töre hükümlerinde ifadesini bulan zımmi anlaşma (yasal meşruiyet), birleştiricilik, askeri karakter, dini tolerans, imperium ve besicilik-çobanlık.
Türk devletinin kuruluşunda asıl ve en mühim mesele, ilin bütünlüğünü korumak için zaruri kanun mevzuatının, halkın hürriyet temayülü ile ahenk içinde tutulmasını sağlamaktı. Bu, son derece güç bir işti. Töre sınırlamaları ile şahıs hak ve topluluk menfaatlerinin çatışmasını önleyerek sosyal düzeni yürütebilmek yüksek idare kabiliyeti isteyen bir husustu. Devlet başkanının, cesareti ve askeri bakımdan yeterliliği yanında tedbirli, ihtiyatlı ve ileri görüşlü olması gerekiyordu.
A. Taneri ‘Türk Devlet Geleneği’ adlı ürününde ise, Türk devletinin kuruluşunda dayandığı ilkeleri şöyle belirtmiştir; Devlet yaşamında geleneklere bağlı kalınması, gelenekçilikle ilericiliğin bağdaştırılması (hamlecilik), devlet kadrolarının uzmanlardan oluşturulması ve halka açık olması, yönetimde kararlılık ve memuriyetlerde uzun süre bırakılmak, bilime ve bilim adamına saygı duyulması (danışma kurumu), devlet yaşamında fikriyata önem verilmesi, disipline, protokole ve denetim ilkelerine titizlik gösterilmesi.
Türk devlet ve hakimiyet mefhumunun temelinde, cihanşümul, yani bütün cihanı içine alan bir devlet fikri bulunur. Türk devletinin esas amacı, ‘Tört Bulung’ üzerinde Türklerin hakimiyetini sağlamak ve ‘güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar’ her tarafa Türk adaletini yaymaktır.
Türklerde Devletin Egemenlik Kaynağı
Türklerde egemenliğin kaynağı tanrısaldı. Tanrı, egemenliği doğrudan doğruya değil, bir aracı ile kullanmaktaydı. Bu aracı da Türk kağanıydı. Bu duruma göre, Türk kağanına devlet yönetme ve güç ve yetkisi, Tanrı tarafından bağış olarak verilmekteydi. Aynı biçimde, Türk Kağanı da kendisini Tanrı tarafından seçilmiş ve bazı olağanüstü güç ve yeteneklerle donatılmış bir kimse olarak görmekte ve kabul etmekteydi. Aynı inanışı halk da paylaşmaktaydı.
Tanrı bağışı olan bu güç ve yetenekler Orhun yazıtlarında şu kavramlarla ifade edilmiştir:
- Kut (siyasi iktidar)
- Ülüg veya Ülüş (kısmet, nasip, pay)
- Küç (güç)
Kut Nedir?
Tanrı, Kut bağışı ile Türk kağanını ‘hükmetme ve hükümdarlık güç ve yetkisi’, yani ‘siyasi iktidar’ sahibi kılıyordu. Türk kağanı da Tanrıdan aldığı siyasi iktidarla Orta Asya’da Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan bütün toplulukları bir bayrak altında, yani bir devlet çatısı altında topluyordu.
Okuma Önerisi: Kut konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek için Kut Nedir? Türklerde Kut Anlayışı ve Kut İnancı başlıklı yazımızı inceleyebilirsiniz.
Ülüg veya Ülüş Nedir?
Ülüg ve Ülüş sözcükleri Türkçe ‘ülemek (dağıtmak, üleştirmek)’ veya ‘üleşmek’ eylemlerinden çıkmış birer addır. Pay, hisse, nasip, kısmet demektir. Tanrı, ülüg veya ülüş bağışı ile Türk ülkesinde bolluk ve bereketi arttırıyordu. Dolayısıyla Türk kağanına ekonomik güç kazandırıyordu. Türk kağanı da bu gücü halkı için kullanıyordu.
Küç Nedir?
Tanrı, Türk kağanına verdiği Küç ile de, onun savaş yeteneğini arttırıyordu. Orhun yazıtlarının ifadesiyle “askerlerini kurt, düşmanın askerlerini koyun gibi yaparak..” kendisine zaferler kazandırıyordu. Bu inancın doğal sonucu olarak, Türk kağanları savaşlarda elde ettikleri başarıyı hep Tanrının kendilerine verdiği Küç bağışına bağlıyorlardı. Bundan dolayı onlar, zaferden hemen sonra kurban sunmak suretiyle Tanrı’ya karşı minnettarlıklarını gösteriyorlardı.
Türk egemenlik anlayışına göre, Tanrı sadece siyasi iktidarı veren değil, aynı zamanda verdiği iktidarı geri alan bir güce sahiptir. Tanrının bu gücü, Türk hükümdarlarının üzerinde sürekli siyasi baskı aracı olmuştur. Bundan dolayı, Türk hükümdarları Tanrı’nın verdiği siyasi iktidarı ellerinde tutabilmek için devlet yönetiminde sürekli başarılı olmak zorundaydı. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Türk hükümdarları ancak hükümdarlığa layık oldukları müddetçe işbaşında kalabilmekteydi. Aksi durumda Tanrının verdiği siyasi iktidar yine Tanrı tarafından geri alınmaktaydı.
Türklerde Devlet Egemenliğinin El Değiştirmesi
Türk devletlerinde, taç baş değiştirirken, tanrısal bağış olan kut, hanedan üyeleri arasında birinden diğerine kan yoluyla geçmekteydi. Ancak, Tanrı, hanedan üyeleri arasında seçimini sadece biri lehine kullanmaktaydı. Bu seçim de genellikle hükümdarlığa en çok layık ve yetenekli bir hanedan üyesi üzerinde olmaktaydı. Tanrının iradesinin hangi hanedan üyesi üzerinde olduğu da, ancak taht için yapılan bir mücadele sonucunda ortaya çıkmaktaydı. Bu yüzden Türk devletlerinde taht veraset hukuku hiçbir zaman belirli kurallara bağlanamamıştır. Bunun doğal sonucu olarak da, hanedan üyeleri arasında taht kavgaları sürekli kaçınılmaz ve adeta meşru bir olay olarak sık sık yinelenmekteydi.
Türklerde Ülke Yönetimi
Türk hükümdarları siyasi iktidarı, doğrudan doğruya tanrıdan almaktaydı. Tanrısal bağış yoluyla Türk hükümdarlarına geçen siyasi iktidar, yukarıdan aşağıya doğru inmekte, yeryüzünde ikiye ayrılarak sağa ve sola doğru, yani doğu ve batı yönünde yayılmaktaydı. Böylece Türk devletlerinde ülke, halk, yapı ve memurluklar, genellikle doğu-batı, sağ-sol, iç-dış, ak-kara, büyük-küçük biçiminde ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan doğu, yani sağ yan sürekli üstün durumdaydı. Başka bir deyişle egemenlik ve üstünlük doğu yandaydı. Batı, yani sol doğuya, yani sağ yana bağımlı durumdaydı.
Türklerde devlet yönetimi içinde merkezi olan ordu (çadır kent), doğudaydı. Ordu’nun tam ortasında da Türk kağanının otağ’ı yer almaktaydı. Türk kağanı burada oturmaktaydı. Diğer yandan Türk kağanı, tahtına da doğuya dönük bir biçimde oturmaktaydı. Otağ’ın kapısı ise yine doğuya açılmaktaydı. Türk kağanı, her sabah otağ’ın kapısından çıktığında kutsal kabul edilen güneşi selamlamaktaydı. Öte yandan, sol, yani ülkenin batı yanına yabgu unvanı ile kağanın kardeşlerinden bir atanmaktaydı.
Türkler, devletin yerini oluşturan dünyayı dört köşe (dört bulung) olarak düşünmüşlerdir. Bu dört köşe dört ana yön ile ifade edilmiştir. Bunlardan doğuya ileri, batıya geri, güneye beri, kuzeye yukarı denmiştir.
Yüksek rütbeli yirmi dört komutan (başbuğ) askeri birliklere komuta etmekteydi. Komutanların emrinde ise büyük birer askeri birlik bulunmaktaydı. Her komutan tanınmış birer boyun başkanıydı. Bu duruma göre, Türklerde halk, tamamen devlet yapısı içine alınmış demekti. Türklerde devlet yönetimi için halk en etkili öğeydi.
Not: Türklerde devlet yönetimi konusu ile ilgili olarak İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Kültür ve Uygarlık başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.