Avrupa Tarihi

Dreyfus Olayı Nedir? Dreyfus Davası Nasıl Sonuçlandı?

Alfred Dreyfus Kimdir?

Dreyfus Olayı nedir? Dreyfus Olayı, Fransız subay Alfred Dreyfus’un 1894’te orduya ihanet (veya casuslukla) ile suçlanıp yargılandığı olaydır.

Bu yazımızın amacı ırkçılık üzerinden tarihte oluşmuş adaletsizlikleri inceleyip sonrasında ırkçılığın toplumsal değerleri ve insan haklarına nasıl bir şekilde yansıdığını ve nasıl etkilediğini gözlemlemektir. Bu yazımızda Alfred Dreyfus’un yargılanma sürecinde başına gelen haksız tutukluluğun nedeni olan Fransa toplumundaki ırkçılık incelenecektir.

Dreyfus Olayı Nedir?

Dreyfus Olayı, Fransız subay Alfred Dreyfus’un 1894’te orduya ihanet (veya casuslukla) ile suçlanıp yargılandığı olaydır. Dreyfus Davası olarak da bilinen Dreyfus Olayı ırkçılık, dincilik, aşırı milliyetçik gibi sosyal yapıyı adaletsiz bir oluşuma sokan kavramlar sebebiyle meydana gelmiştir. Tarihin iç karartıcı sayfalarında yer alan davalardan biridir. Alfred Dreyfus kanıtlardan ziyade dini ve ırkı ön planda tutularak yargılanmıştır. İşlemediği bir suçtan dolayı sürgün edilerek hapis cezasına çarptırılmıştır.

Paris’teki Alman Elçiliğinde çalışan Yüzbaşı Dreyfus’a Fransa-Almanya arasında casusluk yapma suçlaması yapılmıştır. Çöp kutusunda bir Alman ataşesine gönderilmek üzere hazırlanmıştır. Fransız elçiliğinde gizli kalması gereken bazı bilgilerin paylaşılması vaadi malum dosyada bulunmuştur. Sonuç olarak konu hakkındaki suçlamalar Yahudi asıllı, Diğerlerinden sözde “daha az” Fransız vatandaşı olan ve bu sebepten her türlü suçlamanın sorgusuz sualsiz ilk yöneltileceği Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un üzerine kalmıştır. Konu derinlemesine araştırılmadan, yeteri kadar delil toplanmadan, Dreyfus yargılanmıştır. Sonunda Şeytan Adası’na sürülmüştür. Dreyfus’un cezalandırılmasının ardından ailesi ve davanın adaletsizliğine göz yummak yerine çabalayan Fransız meşhur romancı Emile Zola sayesinde Dreyfus’a yapıla adaletsizliğe sessiz kalmayanların sayısı artmıştır. Ardından asıl casus Esterhazy’nin intihar mektubunda suçunu itiraf etmesi üzerine Dreyfus serbest bırakılmıştır.

Esterhazy’nin Dreyfus’un aksine Fransız asıllı olması, iki kişinin de adil yargılanmasını engelleyen en büyük faktördür. Dava sürecinde Esterhazy’nin destekçisi hatırı sayılır şekilde fazla olmuştur. Gerçek suçlunun kim olduğunun farkında olmalarına rağmen olayı örtbas eden, kanıtları yok eden sözde milliyetçilerin bulunduğu eylemler yüzünden adalet yerini bulamamıştır. Milliyetçi duygularından dolayı Dreyfus’un suçsuzluğu, sahip olduğu insani haklar, savunması, eksik deliller vs. yok sayılarak, asıl kendi milletlerine ihanet eden kişiyi koruyan, kendiyle çatışan milliyetçi topluluklar oluşmuştur.

Alfred Dreyfus Kimdir?

Yahudi asıllı Fransız subayı Alfred Dreyfus, 1859 yılının 9 Ekim’inde Mulhouse-Fransa’da dünyaya gelmiştir. 1870 yılında Alsace Şehrine taşınmıştır. 1980 yılında asteğmen olarak Polytechnique Üniversitesi’nden mezun olmuştur. Ardından 1882 yılında Fontainebleau Topçu Okulundan topçu subayı olarak eğitimini tamamlamıştır. Böylece 1888 yılında yüzbaşı olmuştur. Ardından Bada Bourges’da patlayıcı maddeler üzerine olan eğitimini de tamamlayarak 1889 yılında Harp Okulu’nu başarıyla bitirmiş oldu. Sicilinde son derece olumlu gözlemler yazılan Dreyfus’un başarısı, Harp Okulu’nun genel müdürü General Bonnefond tarafından sabote edilmeye çalışılmıştır. Bir Yahudi asıllı yüzbaşı olması hususu önünün kesilmeye çalışılmasının temel sebeplerinden biridir. Notları okul dönemi boyunca düşürülmüştür. Ancak buna rağmen diplomasını pek iyi olarak almıştır.

Dreyfus Davası
Alfred Dreyfus Kimdir?

Dreyfus’a Yapılan Suçlama

Eylül 1894’te, Dreyfus Üzerine yapılacak asılsız suçlamanın olacağı zaman diliminde, Dreyfus Fransız Haber Alma Servisi yani “İstatistik Bölümünde” stajyer olarak çalışmaktaydı. Alman Askeri Ataşesindeki temizlik görevlilerinden birinin çöp kutusunda imzasız Alman Askeri Ataşesi Von Schwartzkoppen’e gönderilmiş Fransız Ordusu hakkında gizli bilgiler içeren bir mektup bulmuştur. Fransa Savaş Bakanlığı Haber Alma Servisi görevlisi ve aynı zamanda Paris Almanya Büyükelçiliğinde temizlik görevlisi olan Bayan Marie Bastan okuma yazma bilmemekte olmasına rağmen çöp kutusunda bulduğu belgenin önemli olabileceğini düşünerekten belgeyi Fransız İstihbarat Merkezi’ne getirerek görevini yerine getirmiştir. Böylece Fransız Haber Alma Merkezi’nden bir subayın casusluk yaparak Almanlarla gizli bilgileri paylaştığı anlaşılmıştır. Bu mektupta yazılmış gizli kalması gereken bilgiler Fransa’nın savaş planlarının bazılarını açıkladığı için Merkez hızlı bir şekilde casusu belirlemeye çalışmıştır.

Fransa’nın savaş politikalarını yeniden düzenlemesine neden olacak bu mektup herhangi bir delil taşımayıp ipucu belirtmediğinden Merkezde en eski yöntemlerden biri olan el yazısını karşılaştırma uygulamasına gidilmiştir. Ancak net bir kaynak olmadığını belirterekten, Merkezde herkesin el yazısı incelenmemiştir. Sadece suçlu olabileceği kanısına varılabilecek kişilerin, ki bu kişiler din, ırk, milliyet, ten rengi gibi faktörlere dayanaraktan seçilmiştir. El yazıları mektupla karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un el yazısı ile söz konusu yazının uyuştuğu kararına varılarak Yüzbaşı hakkında soruşturma açılmıştır. Yahudi düşmanlarının veya daha geniş kapsamlı bir deyişle “ırkçıların” çok olduğu bu dönemde herhangi bir delil olmasa da Yahudi asıllı bir yüzbaşı var iken diğer subayların araştırılmaması ve suçun Dreyfus’un üstüne yıkılması bu ırkçı olan ve ırkçılıklarını gizlemeyen kişilerin ve asıl casusun elbette ki işine gelmiştir.

Dreyfus Mektubu

Söz konusu mektupta Fransız Ordusu hakkında gizli kalması gereken belgeler vardır. Bu belgelerin komutanlık dışına çıkması bile gizliliklerini tehlikeye atarken Alman Askeri Ataşesine gönderilmiş olması Fransa’nın savaş politikaları ve stratejilerinin yeniden yapılandırılmasına neden olacak kadar büyük bir soruna yol açmıştır. Fransa’nın savaş planlarını tehlikeye atan ve tarihe ırkçılık başlığı altıda geçmiştir. Dreyfus Davası’na yol veren söz konusu mektupta bunlar yazmaktadır;

“Beyefendi, beni görmek isteyip istemediğiniz konusunda habersiz şekilde, size yine de, bazı ilginç bilgiler gönderiyorum.

1. 120’nin hidrolik freni ve bu parçanın nasıl çalıştığı hakkında bir not.
2. Örtme birlikleri hakkında bir not (değişiklikler yeni planda yapılacaktır).
3. Topçu oluşumlarında bir değişiklik hakkında bir not.
4. Madagaskar ile ilgili bir not.
5. Saha topçusu el kitabı taslağı

Bu son belgenin elde edilmesi son derece zordur ve sadece birkaç gün boyunca elimde kalabilir. Savaş Bakanı, kuvvetlere belli sayıda gönderdi ve kuvvetler onlardan sorumludur. Her mutasarrıf subayı tatbikattan sonra kendininkini iade etmelidir. Eğer ilgilendiğiniz şeyi almak ve daha sonra kullanmak üzere elimde tutmamı istiyorsanız, onu alacağım. Elbette bunu extenso olarak kopyalamamı ve size de göndermemi tercih etmezseniz. Manevraya devam edeceğim.”

Bu mektuptan yapılabilecek çıkarım şudur ki, yazan kişi ile Alman Ataşesi zaten bir süredir iletişim halindeymiş ve görüşmek için yazan kişi rüşvet olarak bu bilgileri veriyor ve daha fazlasını vaat ediyor. Hukuk düzleminde bakıldığında vatana ihanet başlığı altında son derece büyük bir suç ancak yargı sürecinde kanıtlar yeterince dikkate alınmamıştır. Yanlış şahıs üzerine suçlama yapılmıştır. Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus ise olaya, soruşturmanın Yahudi düşmanı olan ve gizleme gereği bile duymayan Sandherr tarafından yürütülmesiyle kurban olmuştur.

Dreyfus Olayının Fransız Toplumuna Etkisi

Söz konusu dönemde Fransa’da cumhuriyet mevzularının konuşulmaya başlaması ile Fransa’nın Fransız sosyo-kültürel yapısının bozulacağına dair endişeler halkta başlamıştı. Böylece ırkçı veya başka bir deyişle fazla milliyetçilerin düşüncelerini gizlemelerini gerektirecek çevre yapısının yavaşça yozlaşması ile ırkçı eylemlerini sergileyebilecekleri bir ortam sağlanmıştır. Dreyfus Olayı bu durumun en iyi örneklerinden biridir. Fransa’nın siyasi durumu dini durumunu da etkileyeceğinden Katolik Fransız toplumu sinirini Katolik olmayan bireylere yöneltmiştir. Yahudiler durumdan en çok etkilenenler olmuştur.

Dönem şartlarına bakıldığında Dreyfus üzerine yapılmış suçlamalar Fransız toplumunda çok yanlış karşılanmamıştır. Dönemdeki yozlaşmışlık seviyesi insanların; ahlakını, iyi veya kötü insan oluşunu ve vatana olan bağlılığında bir yargıya varmak gibi hususlarında dinine, vatanına, milletine, ırkına, ten rengine göre karara verilebilen bir seviyededir. Dreyfus Davasında da olduğu gibi ortada bir suç olduğunda eğer toplumun sahip olduğu kültürel özellikleri tamamıyla taşımayan bir kişi varsa suçlama kanıtların yeterliliğine bile bakılmadan bu kişinin üzerine yapılıyor. 17. Yüzyıl adalet anlayışının tam olmaması sebebi ile çoğu zaman toplumun önyargılı kanıları göz alınarak bir karara varılıyor ve böylece adalet sağlanamamıştır. Yanlış kişiler taşıdıkları kültürel veya fiziksel özellikler yüzünden asıl suçlu olan kişilerin çekmesi gereken cezaları çekiyor.

Soruşturmayı yürüten Albay Sandherr, 16 Eylül 1894 tarihinde ona Binbaşı Henry tarafından ulaştırılan belgeyi seri bir şekilde dönemin Savaş Bakanı olan Mercier yoluyla Başbakan Charles Dupuy ve Cumhurbaşkanı Casimir Périer’e sunar. Hemen ardından Savaş Bakanı, Adalet Bakanı, Dış İşleri Bakanı ve General Boisdeffre ile Gonse’un katılımıyla yapılmış toplantının sonuçlanması ile soruşturma emri verilmiştir. Soruşturma Binbaşı du Paty de Clam tarafından verilen karar ile gizli yürütülmek konusunda anlaşılmıştır.

Dreyfus Davası Soruşturması

Soruşturmada ilk olarak belgedeki el yazısı ile Dreyfus’un önceki yazıları arasında karşılaştırma yapılmıştır. Bilirkişilerden Fransa Devlet Bankası’nda görevli olan Gobert, yapılan suçlamaların aksine Dreyfus ile Belgedeki el yazısı arasında karakteristik bir benzerlik olmadığını, başkası tarafından yazılmış bir belge olabileceğini, kesin bir hükme varılmaması gerektiğini söylemiştir. Bilirkişi raporunda kesinlik olmaması Dreyfus’a hüküm giydirecek kadar yeterli olmamasından dolayı bir başka yazı uzmanı Bertillon’a başvururlar. Ancak Bertillon herkesin de bildiği gibi Yahudi düşmanıdır bu yüzden olaya yansız bakmamıştır.

Bertillon raporunda Dreyfus ile belgedeki yazılar arasında benzerlikler de ama benzersizlikler de olduğunu ancak benzersizliklerin Dreyfus’un bilinçli olarak tanınmamak için yazısını değiştirerek yazmasına bağlamıştır. Bu yüzden Bertillon’a göre Dreyfus kesinlikle suçludur. Bertillon’un “kesin” olarak verdiği yargı hukuka aykırıdır. Çünkü hukuk insanların iç dünyasını sorgulamaz kuralları göz önüne alarak karar verir. Bu şekilde bir durum varsa da ve Dreyfus gerçekten yazısını değiştirerek yazdıysa da bu sorun yargıçların değerlendireceği ve çözeceği bir durumdur. Bilirkişi olarak vazifesinin dışına çıkarak yetkisini aşan Bertillon bilinçli olarak adaletin zedelenmesine yol açmıştır.

Dreyfus Davası’nda, Alfred Dreyfus üzerine yapılmış suçlamanın tek gerekçesi benzer el yazısı olmasıdır. Bunun dışında herhangi bir kanıt olmamasıyla beraber Alfred Dreyfus’un kimliği, ırkı, dini, ten rengi, ailesi, sahip olduğu kültür; var bile olmayan kanıtlardan daha etkili bir argüman olacak kadar yargılanma sürecinde etkili olmuştur. Olayda gazeteye henüz hiçbir netlik yokken Dreyfus isminin vatan hainliği yapmış Yahudi asıllı yüzbaşı olarak verilmesi ile sağcı Fransız basını olayı çarptırarak ve abartarak halka yansıtmıştır. Bu şekilde Dreyfus Davayı kazansaydı da toplumda hoş görülemeyecekti.

Dreyfus Olayı Döneminde Fransa

Dreyfus olayı 17. Yüzyıl Fransa’sında meydana gelmiştir. Dönemin sahip olduğu akımların etkilerini taşımaktadır. Bu dönemde Fransız aydınların büyük kısmı birbirine taraf olmuş ve çatışma durumundadır. Fransa’nın Almanya’ya karşı olan Sedan Savaşı’nda mağlubiyet almasının üzerine stratejik açıdan ciddi önem arz eden Alsace-Lorraine bölgesini Frankfurt Antlaşması ile Almanlara bırakmak zorunda bırakılmıştır. Mağlubiyetin getirdiği can kaybı ve maddi zararın yanında Fransız halkının da ayrı olarak çektiği hastalıklar ve teknik sorunların üzerine Panama Kanalı’nı da kaybeden Fransa bu esnada sıkıntılı zamanlardan geçmekteydi. Sürekli yenilgiye uğrayan Fransa stratejilerinin sağlam ve tahmin edilemez olduğunu düşündüğünden doğal olarak Almanya’ya bilgi sızdırıldığını düşünmeye başlamıştı.

Alman Büyükelçiliğinde casusluk belgelerini incelemek üzere çalışan Askeri Ataşe Albay Maximilian von Schwartzkoppen, Fransızlardan gelen belgeyi yakıp yok etmek yerine çöpe atmayı tercih etmiştir. Böylece Bayan Bastian Alman Büyükelçiliği’nde çöp kutusunun içinde ön arka olacak şekilde el yazısıyla yazılmış çizgili bir kağıt parçasını, Fransız Haber Alma Servisinde bu tarz işlerle görevlendirilmiş Subay Henry’ye ulaştırır.

Cumhuriyet karşıtı oluşumların eyleme geçmesinde tetiği çeken olay çöp kutusunda Bayan Bastian’ın bulduğu kağıt parçası olmuştur. Fransız basınının topluma davayı “Vatan Haini Yahudi Yüzbaşı” şeklinde yansıtması ile ip kopmuştur.

Bulanjist Akım

Henüz yeni rejim değişikliğine gidip özgürlükçü parlamenter rejimin egemen olduğu III. Cumhuriyet döneminde olan Fransız halkı, yaşanmış ekonomik ve politik sıkıntıları yeni rejime bağlanmıştır. Halkın parlamentoya olan güveni azalmıştır. Rejim karşıtı monarşinin savunucuları sayıca artmıştır. Rejim karşıtı monarşi yanlılarının sayılarının artması ile Fransa’nın yaşadığı ekonomik ve politik sıkıntıların yanında III. Cumhuriyet’in tehlikeye girmesi ile 1888’de Bulanjist akım ortaya çıkmıştır.

Bulanjist akım, General Georges Boulanger’ın önderliğinde ortaya çıkan ve adını da Boulanger’dan alan, burjuva ve parlamento karşıtı kişiler ile ortaya çıkmış bir akımdır. Akımın yolundan ilerleyenler monarşinin geri gelmesini savunur ve burjuva sınıfına (yani sınıf eşitsizliğine) ve parlamenter rejime karşıdır. Bulanjistler henüz yeni kurulmuştur. III. Cumhuriyet’in köklenmesini ve sağlamlaşmasında olumsuz etki yaratmış, varlığını tehdit etmiştir.

Cumhuriyet karşıtı bu bulanjist grupların düşüncelerinin altında, Cumhuriyet’in Fransa’ya gelmesi ile yöneticilerin kutsal Papa tarafından kutsanmayacaktı. Bu şekilde Fransa’da gelişecek “laiklik akımı”nın Fransız toplumunda Katolik oluşumları ve yeni jenerasyonların dinlerine daha az bağlı olacakları, kitapsız olacakları tarzında bir mantıksız endişeyle oluşmuş düşünceler, Fransız toplumunu cumhuriyet karşıtı olmaya itmiştir. Basın ve çevre yoluyla Cumhuriyet’in çarptırılarak yanlış bir şekilde topluma aktarılması Bulanjist grupların oluşumundaki en büyük etki olmuştur diyebiliriz.

Dreyfus Davası Hakkında Bilgi

Adli Soruşturma Binbaşı D’Ormescheville tarafında yürütülecek şekilde 7 Kasım tarihinde başlatıldı. Duruşmada beş yazı uzmanı görevlendirilmişti. Bu beş yazı uzmanının üçü Dreyfus’un mektubu yazan kişi olduğunu ve suçlu olduğunu öne sürmüştür.

18 ve 22 Aralık arasında görülen dava Fransız halkını gazetelerden dolayı etkilemiştir. Duruşmanın gizli yürütüleceği kararı alınmasına rağmen gizli dosyadaki belgeler savunma avukatı ve sanığın haberi olmadan yargıçlara usul dışı bir yolla verilmişti. Davadaki adillik bu noktada kökten parçalanmıştı.

Davada yeterince destekleyici kanıt olmadığından dolayı “sözde”, belgelerin iletildiği Alman Ataşenin iletişim halinde olduğu ve uyarılan İtalyan ataşenin yazmış olduğu “Bu D…’nin alçaklığıdır.” yazan mektuptur. Bu kanıt olarak nitelendirilmiş kâğıt parçasının İtalyan Ataşeye ait olduğuna dair destekler hiçbir kanıt yoktur. Ancak buna rağmen yargıçlar kanıtı dikkate almıştır. Tüm ülkeye aynı şekilde basın yoluyla yayılmıştır. Ülkenin her bir köşesinde bu kâğıt parçası konuşulurken Dreyfus 22 Aralık tarihinde suçlu ilan edilmiştir.

Alfred Dreyfus’un suçlu ilan edilmesiyle rütbesi elinden alınmıştır. Ömür boyu sürgün ve hapis cezasına çarptırılmıştır. 31 Aralık’ta da davanın temyizi reddedilmiştir. 22 Şubat tarihinde Şeytan Adasına sürgünü için yola çıkan Dreyfus’un ardında adalet arayışı peşinde olan meşhur romancı Emile Zola, Dreyfus’un aleyhine durumun değişmesinde etkili olmuştur.

Picquart ve Zola, Adaletin Sağlanması

Dönemin meşhur romancıların Emile Zola, Dreyfus davasında sessiz kalmayarak adalet arayışı içine girmiştir. Sürecin gidişatının değişmesinde büyük bir role sahip olmuştur. Emile Zola, Dava’nın bu şekilde sonuçlanmasına karşı çıkarak Fransa Devlet Başkanı’na hitap ederek “Suçluyorum!” adlı makalesini Le Figaro gazetesinde yayınlayarak fazla ilgi çekmiştir. Bu makale üzerine üstüne bütün tepkileri çeken Zola toplum içerisinde suçluyu, Yahudi’yi savunan ahlaksız yazar olarak nitelendirilmiştir. Yazdıkları ile tutuklanma durumunun ortaya çıkabileceğinin farkına varan Zola, İngiltere-Londra’ya kaçmıştır.

Emile Zola’nın amacı, Dava’nın yeniden görülmesi ve adaletin yerini bulmasıydı. Çabaları sayesinde o sıralarda Fransız Haber Alma Servisi’ne yeni atanmış komutan Picquart olayda bir adaletsizlik olduğundan şüphelenerek olayı araştırmaya başladı. 1894’ün gizli dosyasını incelemek için başvuruda bulundu. Böylece daha önce de dikkat çeken Esterhazy’nin el yazısının söz konusu gizli belge ile daha çok uyuştuğunu fark etti. Picquart, olayı derinlemesine araştırmaya başladı ancak çok dikkat çekmemeye çalışıyordu. Çünkü halihazırda tüm ülkeyi etkisi altına almış olan ekonomik krizin yanında ciddi boyutlara ulaşmış olan Yahudi düşmanlığı varken Yahudilere karşı olan nefretin temsilcisi olan Dreyfus’u temize çıkarmak demek; vatan hainliği yapmak, ordunun şerefini zedelemesi demekti.

Picquart davayı kendi çağında araştırırken, bu esnada Emile Zola “Le Figaro” gazetesi için hazırladığı “Suçluyorum!” makalesini bitirmiş yayınlamaya hazırlanıyordu. Picquart asıl suçlunun Esterhazy olduğundan emin olur olmaz şefleri General Gonse ve Boisdeffre’ı Dreyfus’un suçsuz olduğuna, asıl hainin Esterhazy olduğuna ve davanın tekrar gözden geçirilmesi gerektiğine ikna etmeye çalıştı. Ancak çabaları 26 Ekim’de Tunus’a sürgün edilmesiyle sonuçlandı. Picquart’ın sürgün edilmesinden sonra yaklaşık 3-4 gün içerisinde, davada birer delil niteliğinde sunulmuştur. Üzerinde “Bu D…’nin alçaklığıdır.” yazan kağıt parçasının sahte olduğu ve Binbaşı Henry’nin yanındaki adamlarından birine yazdırdığı ortaya çıkmıştır. Belgenin sahteliğinin saptanması üzerine ilk defa Fransız basınının bir parçası olan Sabah Gazetesi (Le Matin) konuya Dreyfus’u suçlamamıştır. Aksine ilk defa suçsuz olabileceğine değinmiştir.

Dreyfus Olayı Nedir?
Dreyfus Olayı – Alfred Dreyfus’un Rütbelerinin Sökülüşü

 

Dreyfus Davası Sonuçları

Bir yandan sağcı cepheler Yahudi düşmanlığının yarattığı siyah perdenin etkisi altından çıkamamıştır. “Dreyfus’un suçsuzluğu” hususunda herhangi bir eylemde bulunan kişileri “Yahudiler ve Farmasonların ortak komplosunun” bir parçası olarak üzerlerini ve girişimlerini karalamaya çalışmıştır. Sağcıların düşüncesi, Dreyfus’u temize çıkarmaya çalışanların amacı Fransa’yı yıkmak ve devrim yapmaktı.

Dreyfus’un eşinin davanın yeniden açılmasını talep ettiği dilekçe ile meclise başvurmuştur. Eşinin yanında davanın yeniden açılmasında destekçi olmak için bulunan Yahudi politik gazeteci Bernard Lazerde vardı. Bu şekilde Dreyfus’un eşinin çabaları boşa gitmedi. Bernard Lazerde, konu hakkında bildikleri detaylı bir şekilde Emile Zola’ya anlatmıştır.

Haziran ayına doğru Picquart’ın sürgün cezası bitmiştir. Paris’e dönen Picquart emelinden vazgeçmeyerek Dreyfus’un kaybettiği rütbesini geri kazandırmak için uğraşmıştır. Çabaları boşa çıkmamıştır. Senatör Scheurer-Kestner ile Dreyfus’un eski itibarının geri kazandırılacağıyla alakalı bir haber yayıldı. Ardından cumhurbaşkanı ve davada aktif olarak bulunmuştur. Olaya hakim generallerden alınmış randevular sonucunda davanın yeniden açılıp kararın tekrar değerlendirilebileceği hakkındaki dedikodular yayılınca. Genelkurmay, Davanın yeniden görülmesi dedikoduları tüm ülkeyi sarınca gizli belgeyi yazan asıl kişiyi, Esterhazy’yi uyarıp başının belaya girebileceğini suçunun ortaya çıkabileceği konusunda uyarmıştır. Esterhazy’yi korumak adına plan hazırlamıştır.

Tesadüfi bir gelişme olarak, Lazere’nin hazırladığı broşürden yazıyı tanıyan bir bankacı, Dreyfus’un ağabeyini bu yazının mudisi Esterhazy’e ait olduğu konusunda uyarıda bulundu. General Kestner de bankacının bu iddiasının doğru olduğuna katıldığını belirtti. General Kestner’den gelen destek Fransız basının hükümetin de olayda Dreyfus’un tarafında olabileceği kanısına varmasını sağladı. Böylece Kestner’e Yahudi taraftarı, Alman uşağı gibi seviyesiz suçlamalar yapılmıştır. Yapılan suçlamalara karşılık olarak Emile Zola, Le Figaro’da “B. Scheurer-Kestner” makalesini 25 Kasım 1897’de yayınlamıştır. “Adalet ve gerçek” için savaştığından dolayı hakarete uğrayan, suçlamalara maruz kalan senatörü korumuştur. Zola’nın Dreyfus Davasında çok diretmesi ve “Tutanak” isimli makalesini yazması üzerine gazete okurları abonelikten çıkmak konusunda gazeteye baskı yapmıştır. Böylece gazetesiyle yollarını ayıran Emile Zola, “Gençliğe Mektup” başlıklı bir broşür hazırladı. Bu şekilde başka yazı uzmanlarına ulaşılabildi. Belgedeki yazılar tekrardan incelendi. Ardından Zola’nın “İtham Ediyorum!” isimli makalesi basın tarihinin en etkili makalelerinden biri olarak tarihe geçmiştir.

Not: Bu konuyla ilgili olarak Bozkurt Lotus Davası Nedir? Nedenleri ve Sonuçları başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.