Tarihin RotasıTürkiye Tarihi

Ayasofya Nedir? Ayasofya’nın Tarihi

Dünya mimarlık tarihi için çok önemli olan Ayasofya; mimarisi, heybeti ve fonksiyonları açısından sanat dünyası açısından önemli bir yerde tutulur. İmparatorluğun, İstanbul’da inşa ettiği en büyük kilise olan Ayasofya, aynı yerde tam üç kez inşa edilmiştir. İlk kilise, Konstantios döneminde 360 yılında, ikinci kilise, II. Theodosios döneminde 415 yılında yapılmıştır. Üçüncü ve bugünkü kilisenin yapımına, Bizans İmparatoru Justinianos döneminde (527-565) 23 Şubat 532 tarihinde başlanılmış ve kilise sadece beş sene içerisinde 27 Aralık 537 tarihinde tamamlanıp ibadete açılmıştır. Üçüncü kez yapımında yer alan neden İstanbul tarihinde meydana gelen en kanlı ayaklanma olan “Nika Ayaklanması”dır.

Ayasofya Nedir?

Dönemin en önemli mimarları olan İsidoros ile Anthemios’a yaptırılmış olan Ayasofya, uzun bir süre Bizans İmparatorluğu’nun en önemli yapısı olarak görülmüştür. O dönemde çeşitli tarihçiler tarafından Ayasofya’nın yapımı çeşitli eserlere kaydedilmiştir. IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’u Latinler işgal ettiğinde kent ve Ayasofya yağmalanmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu, kenti yeniden elde ettiğinde Ayasofya’nın harap edilmiş bir biçimde bulunduğu bilinmektedir. Kenti 1453 senesinde Osmanlı Devleti’nin fethetmesiyle, Ayasofya camiye çevrilmiştir. 1 Şubat 1935 tarihinde ise Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve dönemin bakanlar kurulunun kararı ile Ayasofya, müzeye çevrilmiştir. Bugüne kadar çeşitli depremler görmüş Ayasofya’da kimi zaman hasarlar meydana geldiği görülür.

Ayasofya Tarihi

Mimarlık zanaatı açısından birçok mimar tarafından bir yapı taşı olarak kabul edilen Ayasofya, çok kökü bir tarihe sahiptir. Bu köklü tarihin içinde üç kez yeniden inşa edilme, yağmalanmalar ve restorasyonlar mevcuttur. Günümüz Ayasofya’sı 527-565 tarihleri arasında  İmparator Justinianos devrinde inşa edilmiştir .1453 senesinde Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun Ayasofya’yı fethetmesinin ardından Ayasofya bir camiye çevrilmiş ve Ayasofya için yeni bir dönem başlamıştır. 1935 senesinde ise Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve bakanlar kurulu kararı ile Ayasofya müzeye çevrilmiştir.

Ayasofya Kilisesi

İlkçağda bir Dor kolonici olan Byzas, kabilesi için şehir kurma görevini alır ve bir grup koloniciyle bugünkü Yunanistan’ın Attika bölgesinde yer alan Megara’dan çıkarak İstanbul’a, Sarayburnu’na gelir. O sırada İstanbul’un Avrupa kısmında yerleşim olmamasına karşın bugünkü Kadıköy olan Kalkedon’da yaşayan insanlar vardır. Kalkedon’un anlamı körlerin yaşadığı yerdir. Bunun sebebi Byzas Sarayburnu’na ilk geldiğinde “Bu insanlar nasıl buranın güzelliklerini fark edememişler de karşı tarafa yerleşmişler. Buranın güzelliklerini göremedikleri için kör olmalılar.” sözüdür. İstanbul’un eski isimlerinden biri olan Byzantion ve 330 yılında kurulan Bizans İmparatorluğu’nun ismi Byzas olan Yunan kolonicisinden gelmektedir.

Roma İmparatorluğu, burada Byzas döneminde yaşamaya başlayan insanların ortak hafızalarından yeşeren bir imparatorluk niteliğinde olduğu için, Ayasofya gibi, imparatorluğun en önemli yapılarından birinin tarihi bu olaydan başlatılabilir.

Roma İmparatorluğu’nun, Paganizmden Hristiyanlık’a geçişi sırasında vicdani unsur değil de ülkenin parçalanmasını önlemek için ortaya çıkan bir strateji rol oynamıştır. İmparatorluk çok ulusludur ve her gün parçalanmaya doğru gider, bu yüzden İmparator Konstantios birliği yeniden sağlamak ve ülkeyi parçalanmaktan kurtarmak adına Şubat 313’te imzalanan Milano Fermanı ile Hristiyanlık’ı serbest bırakır ve ardından annesi Helena ile Hristiyanlık’a geçtiğini duyurur ve Hristiyanlık’ı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini ilan eder. Bunun üzerine başkentte büyük bir tapınağa ihtiyaç duyulur. Hristiyanlık’ın patrikhane kilisesi olması için Ayasofya’nın inşaatının emri İmparator Konstantios tarafından verilir.

I. Ayasofya (Megale Ekklesia)

İmparator Konstantios’un emriyle başlanan I.Ayasofya’nın ya da o zamanki adıyla “Büyük Kilise” anlamına gelen “Megale Ekklesia”nın inşası 360 yılında tamamlanmıştır. Kilisenin yıkım sebebinde İmparator Arcadius’un karısı Aelina Eudoksida ile İstanbul Patriği Ionnes Chrysostomes arasında çıkan anlaşmazlıklar yatmaktadır. Aelina Eodoksida, kilisenin bahçesine bir sütun ve sütunun üzerine kendi heykelini diktirir. O dönemin İstanbul Patriği Chrosostomes bundan rahatsız olur ve bir ayin sırasında, imparatoriçe de onu izlerken, bunun çok büyük bir günah olduğundan bahseder. Bunun üzerine imparatoriçe, patriği adaya sürdürür. O dönemde yönetimden hoşnut olmayan halk bu olayı bir bakıma fırsat bulur ve ayaklanır. Roma halkı, bugünkü Sultanahmet Meydanı olan hipodromda toplanır ve kiliseyi yakarlar. Ardından imparatoriçe, patriği geri göndermek zorunda kalır.

II. Ayasofya (Aya İrini)

I. Ayasofya’nın yakılışından 1 yüzyıl sonra, İmparator I. Theodosius yeni bir Ayasofya’nın inşaatının başlaması için talimat verir ve 415 yılında inşası tamamlanır. 518 senesinde, İmparator I.Anastasios vefat ettikten sonra Muhafız Kumandanlık Birliği’nin başında bulunan Justinus adındaki okuma yazma bilmeyen bir general tahta geçer. Justinus, ülkeyi kendi başına yönetemeyeceğini bildiği için hipodromda kullanılan atlara bakan bir seyis olan yeğeni Justinianos’tan yardımcısı olmasını ister. 7 sene sonra amcasının ölümünden sonra Justinianos imparator olur.

Dönemin önemli bir eğlencesi olan, hipodromda yapılan araba yarışlarında iki takım vardır. Mavi takım soyluların tuttuğu takımken, yeşil takım esnaflar, çiftçilerin takımıdır. İmparator Justinianos, tahta çıktığından beri mavileri destekler. Buna paralel olarak yönetimdeki tutumu alt tabandan tepki toplar. 532 senesinde, hipodromdaki yarışta Justinianos’un konuşması sırasında protestoya başlayan grup halkı ateşler ve olaylar büyüdükten sonra Justinianos aceleyle saraya götürülür. İsyancılar ise II. Ayasofya’yı ve rivayete göre içinde hastalarla beraber bir hastaneyi yakıp kül ederler. Bu isyan, literatürde İstanbul tarihinin gelmiş en kanlı isyanı olarak kabul edilir.

İmparator, bir tekneyle şehri terk edecekken, imparatoriçenin onu kaçmamaya ikna etmesi üzerine Justinianos şehirde kalır ve o zaman İran sınırına sefere çıkan dönemin önemli komutanlarından Flavius Belisarius’u çağırır ve isyan bastırılır.

III. Ayasofya (Günümüz Ayasofyası)

İsyan bastırıldıktan sadece bir ay sonra, Justinianos inşaat çalışmalarını yeniden başlatmıştır. Bu kadar çabuk olmasının sebepleri, halkın onun hükümdarlığına olan inancını yeniden hızlı bir şekilde kazanabilmek ve halkı bu büyük inşaat projesiyle isyan etmekten alıkoymak istemesidir. Justiniaus, hayalindeki kiliseyi yapabileceklerine inandığı mekanik biliminde dönemin en iyilerinden olan Anthemius ve Isidorus’u görevlendirir. O anda Justinianos’un istediği devasa kubbeyi kondurabilmek için kubbenin yeterince hafif olması gerekmektedir. Tahminlere göre Ayasofya’nın kubbesinin yeterince hafif olabilmesi için malzeme Rodos Adası’ndan getirilmiştir ve aynı zamanda Anthemius ve Isidorus tarafından bir kubbeyi iki yarım kubbelerle destekleme sistemi bulunmuştur. Fakat bu sistemin bir de eksik yanı vardır. Ana kubbe iki yönden desteklendiği için diğer iki yöndeki duvarların çok sağlam olması gerekir fakat ileriki zamanlarda Ayasofya’nın kubbesinin birkaç defa çöktüğünü görüyoruz.

23 Şubat 532 yılında başlayan ve yapımında 10,000 kişinin çalıştığı belirtilen inşaat, 5 yıl gibi kısa bir süre içerisinde tamamlanmış ve 27 Aralık 537 tarihinde törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer.

Ayasofya Onarımları

558 depreminden sonra, kubbenin doğu dilimi yıkılır. İmparator Justinianos kiliseyi onarması için, kilisenin yapımında da yer alan Isidorus’u görevlendirir. Bu onarımdan sonra Ayasofya’nın kubbesi eskiden olduğu gibi insanları şaşırtmaz fakat daha güvenli bir profil çizer.

Bir sonraki onarımına 9. ve 10. yüzyıllarda meydana gelen depremlerin yarattığı çatlaklar neticesinde, 989 senesinde kubbenin bir kısmının ve batı kemerinin yıkılması neden olmuştur. Onarım için dönemin imparatoru olan II. Basileios, Ermeni bir mimar olan Tiridat’ı görevlendirir. 13 Mayıs 996 tarihinde Ayasofya ibadete yeniden açılır.

Papa III. Innocentius’un, Kudüs’ü geri almak amacıyla tüm Avrupa’ya çağrıda bulunduğu IV. Haçlı Seferi 1202 senesinde Venedik’ten başlar. O zaman bu seferin farklı bir sefer olması öngörülmektedir. Bu Haçlı Seferi’nde önceki seferler gibi hükümdarlar ve hükümdarların yakını asiller yerine Papalık ve Katolik papazlarının komuta etmesi bekleniyordur. Diğer farklılık ise Aslan Yürekli Richard olarak anılan İngiltere Kralı I. Richard’ın önerdiği gibi Müslümanları önce zayıf noktaları olan Mısır’dan vurmak ve daha sonra Kudüs’e geçmektir fakat Venedik Dükü Enrico Dandolo bu seferin hedefini İstanbul’a çevirmeyi başarır ve 1204’te Haçlı ordusu İstanbul’a girer, orayı yağmalar ve Katolik bir Latin İmparatorluğu kurar. Şehir, 1261 tarihine kadar Latinlerin elinde kalır ve tekrar ele geçirildiğinde, Ayasofya’nın oldukça harap edilmiş bir durumda olduğu bilinmektedir.

1343 yılında bir dizi sarsıntının meydana gelmesi ve ardından 6 Katım 1344 tarihinde yine bir depremin olmasıyla Ayasofya zayıflamış ve 19 Mayıs 1346 tarihinde doğu kemeri ve kubbenin üçte biri çökmüştür. III. Andronikos’un dul eşi ve oğlu V. Ioannes’in naipliğini yürüten İmparatoriçe Savoieli Anna, onarım için derhal talimat verir fakat Ioannes, VI. Kantakuzenos’un müşterek imparator seçilmesi ile tamirat askıya alınır. 1350’li senelerde Moskova Grandükası Symeon, kilisenin onarımı için büyük miktar para gönderir fakat VI. Kantakuzenos bu parayı kendi amaçları doğrultusunda sarf eder ve sonradan 1354 senesinde, halktan toplanan para ile restorasyon tamamlanır.

Prokopius’un Yapıtlarında Ayasofya

Bizans’ın 1400’lü yıllarda, çöküş dönemi olan son yüz senesi içerisinde, Ayasofya çok bakımsız bir duruma gelir ve bu durum Avrupa’dan elen birçok gezginin de dikkatini çekmektedir.

Prokopius, 6. yüzyılda yaşamış olan Filistin kökenli, Bizanslı tarihçidir. İmparator I. Justinianos dönemine bugün de ışık tutan ve dönemin en önemli tarihçilerinden kabul edilen Prokopius, Ayasofya’nın tarihini anlamamıza da yardım ediyor. Ayasofya’nın tarihiyle ilgili bilgileri, “Justinianos’un Yapıları” adlı eserinde bulabiliriz. Yapıt, methiye niteliği taşımaktadır.

Ayasofya Camii

6 Nisan ­- 29 Mayıs 1453 tarihleri arasında gerçekleşen Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun İstanbul’u fethetmesiyle Fatih Sultan Mehmet hemen Ayasofya’yı ziyaret eder. Kiliseyi gördükten sonra camiye dönüştürülmesi emrini verir ve ilk cuma namazında kendi de camide bulunur.

Ayasofya, İstanbulun fethinden hemen sonra, Fatih Sultan Mehmed tarafından, yarım kubbelerden birinin üzerine ahşap bir minare yaptırılmıştır. Bu minare günümüze kadar gelmemiştir. Ayasofya’nın güneydoğusunda bulunan tuğla minare Fatih Sultan Mehmed veya II. Bayezıd döneminden kalmadır. Bab-ı Hümayun tarafındaki minare ise, II. Selim Dönemi’nde Mimar Sinan tarafından yapılmış olabilir. Güneybatı ve kuzeybatı yönündeki minareler ise, III. Murad zamanında yine Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.

Ayasofya Müzesi

Ayasofya, 916 yıl kilise, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. Ayasofya Camii, Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu’nun Kararı ile Türkiye Cumhuriyeti zamanında 1935 yılında müze olarak kullanılmıştır. Ayasofya Müzesi, 1936 tarihli tapu senedine göre, “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur.

Başından geçen tüm maceralardan sonra Ayasofya, yakın zamanda da yeniden ibadete açılmasıyla ilgili hazırlanan yasa teklifiyle gündeme gelmiştir. 14 Aralık 2015 tarihinde sunulan bu yasa teklifi için mecliste yeterince oy birliği sağlanamamış ve yasa teklifi kabul edilmemiştir. Aslında Ayasofya’nın şu anda bir camiden çok İstanbul’da yaşamış toplumların ortak bir yapısı olarak görülmesi ve Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Sultan Ahmet Camii’nin kapasitesinin yeterli olması; objektif bir bakış açısıyla bize bu yasa teklifinin kabul edilmemesini söylüyor.

Not: Bu konuyla ilgili olarak İstanbul Surları Nedir? İstanbul Surları ve Kapıları başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

6 Yorum

    1. Zaten camii değil mi Şimal Hanım? Milletimiz sağolsun böyle bir eseri orijinaliyle korumak yerine alıp camiye dönüştürüyoruz yeteri kadar camii yokmuş gibi memlekette. Hayır bu ülkenin hepsi müslüman değil müslüman olmak zorunda da değil, insanların ibadetine açık olmalı böyle bi’ yer. İnsanlar azıcık da farklı kültürleri görmeli. Gün boyunca zaten Arap motifleri işlenmiş zihinleriyle ibadet ediyorlar ne yeni bir şey görüyorlar ne de kabul ediyorlar. Haksız mıyım?

      1. haksızsın, sen ne kadar kendi dinine saygı duyulmasını istiyorsan diğerlerine de saygılı davranacaksın o zaman. Kimseye Arap motifleriyle işlenmiş kafaları diye bir şey diyemezsin!.

      2. Haksızsınız, siz ne kadar kendinizin seçtiği dine saygı duyulmasını istiyorsanız diğer dinlere de saygı duymak zorundasınız siz kimseye kafasında Arap motifleri işlemiş diye bir tabirde bulunamazsınız çünkü böyle bir hakkınız yok ayrıca Türkiye Müslüman bir ülke tabi ki de ülkede kiliseden çok cami bulunacak ki ülkede kiliselerde var eğer ki memnun değilsen kendi dinine uygun bir ülkede yaşa o zaman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.