Cumhuriyet TarihiDünya Tarihi

Türkiye Sovyet İlişkileri Tarihi

Türkiye ile Sovyetler Birliği ilişkileri uzun bir geçmişe sahiptir. Bu yüzden Türkiye Sovyet ilişkilerini anlamak için ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu ilişkileri incelenmelidir. Osmanlı – Rus ilişkileri, çoğunlukla düşmanlık dolu bir şekilde ilerlemiştir.

Osmanlı – Rus İlişkileri

Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu ilişkileri, iki devletin de üzerinde güç sahibi olmak istedikleri bölgelerin kesişmesi başta olmak üzere çeşitli nedenlerle, iki devletin tarihi boyunca çoğunlukla düşmanlık dolu bir şekilde ilerlemiştir. Gerek Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması olsun, gerek Osmanlı’nın Balkanlar ve Kuzey Karadeniz’de olan topraklarının Rusya tarafından ele geçirilmesi olsun ve gerek de Osmanlı’nın Kırım Savaşı’nda İngiliz ve Fransızlardan yardım isteyecek duruma düşmesi olsun, iki devletin pek de sıcak ilişkilere sahip olduğu iddia edilemez.

Bu iki eski düşman, Birinci Dünya Savaşı başladığında da kendilerini cephenin iki farklı tarafında bulmuştur. Osmanlı’nın savaşa girmesi Rusya’nın bombalanması ile olurken, bu savaş boyunca Kafkasya üzerinde Rus ve Osmanlı kuvvetleri çarpışmıştır. Osmanlı askeri tarihinin en büyük askeri kayıplarından biri olan Sarıkamış bile Rusya ile savaşmaya giden askerlerle yaşanmıştır. Yine iki taraf için de fazlasıyla kayıpla sonuçlanan bu savaş sonucu, Rus İmparatorluğu, Bolşevik Devrimi ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne dönüşmüştür. Osmanlı İmparatorluğu da İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Bu rejim değişiklikleri, iki devletin ilişkilerinde büyük değişimlere yol açacaktır.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hakkında Bilgi

İki ülke arasındaki ilişkileri anlatmadan önce ülkelerin bulundukları durumun minik bir analizini yapmak durumu anlamamıza yardım edecektir. Öncelikle, Sovyet Rusya, bir dünya savaşını atlatmıştır. Bolşevik Devrimi’ni yaşamış ve bir iç savaş görmüş bir ülke olarak yıkılmış bir durumdadır. Sovyet Rusya bu savaşların bitmesi ile barışçıl bir hale gelmemiş, tam tersi etrafındaki ülkeler ile çatışmalar yaşamaya devam etmiştir. Sovyetler Birliği’nin kurulması ve İkinci Dünya Savaşı ile bir süper güce dönüşecek Sovyet Rusya, tarihinin bu noktasında yaralarını sarmaya yeni başlamıştır. Komünizm korkusu batılı ülkelerde yaygın olduğu için Sovyet Rusya’yı müttefik olarak gören bir ülke de bulunmamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Hakkında Bilgi

Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşecek olan ve Osmanlı Devleti’nden kalanları kontrol etmeye çalışan Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, Sovyet Rusya’dan bile daha kötü bir durumdadır. Döneminde “Tüm Savaşları Bitirecek Savaş” (The War To End All Wars) olarak anılan Birinci Dünya Savaşı’nın kaybeden tarafında yer alan Osmanlı İmparatorluğu, Arap yarımadası başta olmak üzere zenginliklerle dolu bölgelerini kaybetmiştir. Savaş sürecinde işgal edilmeyen ve Türklerin yaşadığı Anadolu toprakları başta Yunanistan, Fransa ve Ermenistan olmak üzere çeşitli ülkelerin işgaline uğramıştır. İşgal altındaki bu ülkenin hükümeti de yine işgal altında bulunan İstanbul’da olduğu için, ülkeyi kurtarabilecek bir siyasi otorite bulunmamaktadır. Sovyet Rusya’dan bile daha izole kalmış olan ve birkaç yıl sonra tamamen işgal edilip edilmeyeceği belli olmayan Türkiye, Sovyet Rusya’dan bile daha fazla bir müttefik arayışına sahiptir.

Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye ile Sovyetler Birliği İlişkileri

Kurtuluş Savaşı’nın başında Sovyetler Birliği’ne gönderilen Halil Paşa, iki ülkenin de emperyalist güçlere karşı ortak bir mücadelesi olmasını kullanarak Kurtuluş Savaşı için yardım talep etmiştir. Yavaş da olsa ilerleyen görüşmeler sonucu, Türkiye’ye Sovyet Rusya tarafından gönderilen yardım, Sovyetler Birliği belgelerinde görüldüğü kadarıyla, şu miktardadır:

Tüfek: 39.325
Tüfek Mermisi: 62.986.000
Top: 54
Top Mermisi: 147.079
100 Atımlık Top Barutu
El Bombası: 4.000
Şarapnel mermisi: 4.000
Makineli Tüfek: 327
Gaz Maskesi: 20.000
Kılıç: 1.500
Külçe Altın: 200,6 kilogram (Eylül 1920’de)
Altın Ruble: 10.000.000 (Nisan 1921’den, Mayıs 1922’ye kadar)

Bu rakamlar incelendiğinde, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kullandığı malzemelerin büyük bir miktarının Sovyet yardımı olduğu görülür. Bu dönemde bir Türkiye Komünist Partisi bile kurulmuştur. Bu parti dönemin diğer muhalefet partileri ile aynı kaderi paylaşıp daha ilk yılını doldurmadan kapatılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Rus-Türk ilişkileri sıcak denebilecek bir yönde devam etmiştir. Eski bir Sovyet gizli polisi üyesi olan Georges Agabekov, 1930’lara kadar Türkiye’nin Sovyetler tarafından arkadaş canlısı bir güç olarak görüldüğünü söylemiştir.

Türk – Sovyet Saldırmazlık Anlaşması

17 Aralık 1925’te 10 yıllığına yapılan ve 1935’te 10 yıl daha uzatılan Sovyet-Türk Saldırmazlık Anlaşması da bu iki eski düşmanın dostça ilişkilerini kanıtlar niteliğindedir. Yine de bu iki ülke arasındaki ilişkilerin tozpembe olduğu iddia edilemez. Sovyet Rusya, tarihinin sonraki aşamalarında da göstereceği gibi, müttefik olacağı ülkelerin rejimlerinin komünizm olmasını ve Sovyet Rusya’nın amaçlarına hizmet etmesini beklemektedir. Daha ileriki bir dönemin verdiği tarihi perspektiften bakıldığında, Yugoslavya ve Çin gibi kendisinden daha farklı bir şekilde komünist bir hükümete sahip olan ülkelerle bile ilişkileri bozulan Sovyet Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinin devamı fazla mümkün gözükmemektedir. Aynı şekilde ilk dönem cumhuriyet tarihinin bir özelliği olarak, Cumhuriyet Halk Partisi kendisi dışında bir siyasi otoritenin Türkiye sınırları içerisinde işlemesine sonuna kadar karşıdır. Bu iki özelliğin sonraki dönemlerde çatışma yaratacağı belli olduğu gibi, ülkeler arasındaki ilişkilerin bozulmasını sağlayacak başka faktörler de vardır.

Sovyet politikası savaşmayı bir zorunluluk olarak görürmüştür. Sovyet Rusya neredeyse aralıksız bir biçimde etrafındaki ülkeler ile savaş içerisinde olurken, Türkiye Cumhuriyeti “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini savunmaktadır. Bütün bunlar dışında da, bir sonraki dünya savaşının sonunda tekrar ortaya çıkacak Boğazlar’ın kontrolü ve Doğu Anadolu sınırları gibi durumlar üzerinde fikirsel ayrışmalar bulunmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile Sovyetler Birliği İlişkileri

İkinci Dünya Savaşı başladığında, Türkiye her ne kadar potansiyel bir savaş için hazırlansa da, savaşa girmeyi planlamamıştır. İsmet İnönü’nün savaş sonrasında söylediği ünlü “sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım” lafı ülkenin o dönemde bulunduğu davranışları açıklamak için yeterli sayılabilir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti hem Türkiye sınırlarına kadar ordusunu yakınlaştıran Nazi Almanyası’na hem de savaşın diğer tarafında bulunan Sovyet Rusya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelere tarafsız yaklaşmıştır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan Alman gemilerinin geçmesine izin veren ve Almanya ile ticaret ilişkilerini sürdüren Türkiye, savaşın sonlarına doğru yenileceği belli olan Almanya’dan uzaklaşmıştır. Savaşın sonunda göstermelik bir şekilde savaşa girerek Birleşmiş Milletler’e katılmıştır.

Sovyet Rusya ise İkinci Dünya Savaşı’nda tarih boyunca aldığı en büyük kayıpları alırken, savaşın sonunda tüm Doğu Avrupa’yı kontrol edecek bir hale gelmiştir. Bu ülkenin dünya üzerindeki gücü öyle bir seviyeye gelmiştir ki, karşılarına çıkabilecek bir güç olarak sadece ABD kalmıştır. Dünyanın geri kalanından düşmanlık seviyesinde uzaklaşan ve Soğuk Savaş’ın eşiğinde olan Sovyet Rusya, saldırganlığının doruklarında bir ülkedir. Sovyet Rusya’nın savaş sonrasında Türkiye’ye duyduğu güvensizlik, bu saldırganlık ile birleşince, savaş sonrasında Türkiye’nin uyamayacağı taleplerle sonuçlanmıştır.

Saldırmazlık anlaşmasını fesheden Sovyetler Birliği, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarında kontrol ve Doğu Anadolu Bölgesi’nden toprak istemiştir. Her ne kadar Karadeniz Bölgesi’nin güvenliği için olarak görülebilecek bu davranışlar, Türkiye Cumhuriyeti için korku yaratmıştır. Savaş öncesi Türkiye için Rus saldırısına karşı savunma vaadinde bulunan İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük bir güç kaybı yaşamıştır. Türkiye ve Yunanistan için garantör devlet olamayacağını belirtmiştir. Bu durum, savaşı zar zor tarafsız bir şekilde bitiren Türkiye’nin, savaş sonrası dünyada oluşan kutuplardan birini temsil eden Amerika’dan yardım istemesi ile sonuçlanmıştır. Soğuk Savaş’ın daha en başında tarafı belli olan Türkiye’nin artık Churchill’in deyimiyle bir Demir Perde (Iron Curtain) arkasında kalan Sovyet Rusya ile ilişkileri, bu noktadan sonra çok iyi bir yönde ilerlemeyecektir.

Soğuk Savaş Döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği İlişkileri

Soğuk Savaş, dünyanın Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki farklı kutba ayrılmasına neden olmuştur. Bir önceki paragrafta da bahsedildiği gibi ABD ile yakınlaşan Türkiye, Sovyet Rusya’ya karşı çalışmaların yapıldığı bir devlet haline gelmiştir. 1950 yılında başlayan Kore Savaşı’nda Sovyet Rusya’nın desteklediği Kuzey Kore’ye karşı asker gönderen Türkiye, resmi olarak bir NATO ülkesi olmuştur. Bu noktadan sonra, Türkiye-Rusya ilişkileri daha da kötüleşecektir. Birleşik Devletler’in Sovyet Rusya’ya ve komünizmin yayılmasına karşı bir stratejik hamle olarak kurduğu NATO’nun içerisinde bulunan Türkiye, adeta bir askeri üs haline gelmiştir.

NATO ülkelerinin lideri olan ABD’nin kendi içerisindeki askeri varlığına izin veren Türkiye, önemli Rus şehirlerine yakınlığı nedeniyle nükleer misillerin konuşlandırıldığı bir bölge haline gelmiştir. Küba Misil Krizi’nde, yani çoğu tarihçi tarafından insanlığın üçüncü bir defa dünya savaşını başlatmaya en yaklaştığı zaman olarak düşünülen siyasi olayda, bu nükleer misiller Rusya için birer tehdit olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği’nin de Küba’da yerleştirdiği misiller ABD’ye sorun yarattığı için çıkan bu kriz sonucunda Küba ve Türkiye’den nükleer misiller çekilecektir. Bu krizde Türkiye her ne kadar ABD tarafından temsil edilip kriz üzerinde herhangi bir etkiye sahip olmamıştır. Kriz sıcak savaşa dönüşseydi ilk hedef alınacak ülkelerden biri olarak Soğuk Savaş’ın Türk – Rus ilişkilerini ne kadar bozulmuş olduğu görülmüştür.

Türkiye ile Rusya Federasyonu İlişkileri

1990’lı yıllara yaklaştıkça zayıflayan Sovyet yönetimi, Berlin Duvarı’nın yıkılması ile kırılma noktasına varmıştır. Sovyet etki alanında kalan ülkeler teker teker demokratik yönetimlere geçtikçe, Soğuk Savaş’ın kazanan tarafı anlaşılmıştır. Mikail Gorbaçov’un yönetiminde dağılan Sovyetler Birliği yerini Rusya Federasyonu’na bırakmıştır. Her ne kadar Rusya Federasyonu – Türkiye ilişkileri de incelenmeye açık ilginçlikte bir konu olsa da, tarihi sayılamayacak kadar yakın dönemde oldukları için bu yazının konusu değildir.

Demir Perde’nin Diğer Tarafındaki Eski Dost

Eğer Birinci Dünya Savaşı sonrası Türk-Rus ilişkileri incelenirse görülebilecek birkaç trend vardır. Öncelikle, Osmanlı Devleti’nin politik başarısızlıklarından ders alan Türkiye Büyük Millet Meclisi, politik açıdan akıllıca hamlelerde bulunmuştur. Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması da uzun dönem bir hamle olarak değil, kısa süreli bir hayatta kalma yolu olarak görülmelidir. Gerçekten de, Kurtuluş Savaşı için büyük bir yardım ihtiyacı olan Türkiye’nin yardım alabileceği tek güç Sovyetlerdir. Türkiye’nin de emperyalist güçlere karşı savaşması ile bir ortak nokta bulunan Sovyetler’in amacı ise güç alanlarını genişletmektir. Türkiye ise Türkiye Komünist Partisi’ni yasaklamıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında Batılı güçlerle biraz daha fazla yakınlaşmaya başlamıştır.

Burada yapılan da basit bir siyasi hamledir. Türkiye gibi sosyopolitik açıdan tehlikeli bir pozisyonda olan bir ülkenin hayatta kalması için gerekli kabul edilmelidir. Eğer Türkiye gerçekten de Sovyet Rusya’nın etki alanına girmiş olsaydı, İkinci Dünya Savaşı’na girmesi kaçınılmaz olacaktı. Yine büyük kayıplar yaşayacaktı. Türkiye’nin tarafsızlığı SSCB tarafından hoş karşılanmamıştır. Savaş dönemi sonrası iki ülke arasında olan ilişkilerin bozukluğu da kısmen bu nedenden dolayı olarak düşünülebilir. Soğuk Savaş dönemi dünya politikasından bağımsız bir şekilde düşünülemez. Türkiye, Sovyet agresifliğini engellemek için NATO’ya girdikten sonra iki ülke arasında yaşanan krizler artık bir Türk-Rus sorunu olarak değildir. Bir Doğu Bloğu-Batı Bloğu sorunu olarak incelenmelidir.

Not: Bu konuyla ilgili olarak Geçmişten Günümüze Türkiye ve Suriye İlişkileri başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Konuyla İlgili Yazılar

Başa dön tuşu

Metin kopyalamanın açılabilmesi için
lütfen web sitemizdeki herhangi bir reklama
tıklayarak bize destek olunuz.

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyicinizi kapatarak bize destek olunuz. Anlayışınız için teşekkür ederiz.